Şambala'da Din Değiştirme

Hem Budizm hem de Kitab-ı Mukaddes dinleri diğer inançlara karşı hoşgörülü olmuştur. Ayrıca her ikisi de, farklı yöntemlerle de olsa, cebrî ve incelikli din değiştirme kampanyalarını teşvik etmiştir. Kitab-ı Mukaddes dinleri kutsal savaşlar açarken, Şambala'nın Birinci Kalki Kralı, psişik güç gösterisiyle, Budist olmayanları Kalachakra mandalaya toplamıştır. Kitab-ı Mukaddes dinleri incelikli bir din değiştirme aracı olarak ekonomik teşviklerden faydalanırken, Budizm mantıksal tartışmalar kullanmıştır. Ne var ki Budizm'i benimsemek bir Kitab-ı Mukaddes dinine dönmekten oldukça farklıdır. Kişinin önceki dininden tamamen vazgeçmesini gerektirmez ve ileri sürdüğü pek çok savın ruhani yol boyunca meşru sıçrama tahtaları olarak vazife görmesine olanak verir. On Dördüncü Kutsal Dalai Lama ise din değiştirip Budizm'i benimsemeyi salık vermez. Diğer dinlerin takipçileri gibi dini inancı olmayan kişiler de Budizm'den faydalı yöntemler öğrenebilir ve kişinin kendi doğal inanç sistemini terk etmesi öngörülemez sorunlara yol açabilir. Çok küçük bir azınlık haricinde çoğu kişi doğuşlarından gelen geleneklerine dair anlayışlarını derinleştirmek suretiyle daha fazla fayda elde eder.

İslam, Hristiyanlık ve Musevilik'te din değiştirme kişinin önceki dininden vazgeçmesi ve yeni bir inancı benimsemesi anlamına gelir. Buradaki saik yeni dinin eskisinden daha hakikatli olduğuna olan inançtır. Her ne kadar din değiştirenlerin genellikle yerel kültürlerine ait doktrinel olmayan unsurları harmanlamalarına izin verilse de, aslında yeni dini tek hakiki din olarak tanımaları gerekmektedir. Bu da, bu İncil dinlerinin "Tek Hakikat, Tek Tanrı" inançlarından kaynaklanır. En ideal olarak, kişi bu inancı söz konusu dinin doktrinlerini çalışmak suretiyle veya bir teceli yoluyla kazanır. Ancak, bazı kimseler de dinlerini, ekonomik veya sosyal kazanım veya başka bir dinin mensubuyla evlenmek gibi, pek o kadar derin olmayan sebeplerle değiştirirler.

Kimi zaman bağnazlar insanlara kendi dinlerini zorla benimsetmişlerdir – resmî olarak ancak belirli durumlarda izin verilen aşırı bir hareket. Söz gelimi, düşmanları din değiştirmeye zorlamak, onları etkisizleştirmenin ve yıkımlarına son vermenin bir yoludur. Ayrıca, söylendiğine göre, "günahkarları" cehenneme düşmekten kurtarıp cennete gitmelerini sağlamanın bir yöntemidir. Mahkumlara yönelik rehabilitasyon programları, ister Batılı toplumların üretken mensupları haline gelmeleri ister komünist devletin kadrolarına katılmaları olsun, aynı şeyi hedefler. Ayrıca bazı hükümetlerin komünizm, kapitalizm ve hatta demokrasiyi yaymaya yönelik eylemlerini de sömürüyü sonlandırmak için cebrî din değiştirme örnekleri olarak tanımlayabiliriz.

Pek çok kişi, bilhassa da Budizm'i yeni benimsemiş idealist kimseler, Budizm'in din değiştirme ve özellikle de cebrî din değiştirme olgusundan muaf olmuş olduğuna inanmak istemektedir. Dünyayı iyi ve kötü olarak ikiye bölmek suretiyle ve engizisyon, art niyetli misyonerler ve kılıç zoruyla din değiştirme imajlarına dayanarak, cebrî din değiştirmeyi yalnızca kötü tarafın yaptığı bir şey olarak görürler. Ne var ki, başka dinleri veya hükümetleri tarihlerinin karanlık çağlarında yaşanan bu olgu için kibirli bir biçimde kınamadan önce, objektif olarak Budizm'in de yeri geldiğinde cebrî din değiştirme eylemine kapılıp kapılmadığını incelememiz gerekir. Yoksa, kusursuz bir dine yönelik bu ümitsiz özlem ve söz gelimi Tibet'e romantik bir Shangri La cenneti muamelesi yapmak hüsran dolu bir ümitsizlik ve kedere dönüşebilir, aynı bir Buddha olduğu düşünülen bir öğretmenin ahlaksızlıklarını keşfetmek gibi.

Tibet Tarihinden kanıtlar

Budizm'in prensipte din propagandası yapan bir din olmadığı doğrudur. Ayrıca ne Tibet ne Moğol tarihinin fethedilen halkların kitlesel olarak zorla Budizm'e ya da mezheplerinden birine döndürüldüklerine tanık olduğu da doğrudur. Bu toprakların hükümdarları Budizm'i devlet dini olarak ilan ettiklerinde dahi, MS dokuzuncu yüzyılın başında Tibet Kralı Ralpakan'ın durumunda olduğu gibi manastırları desteklemek için halklarına vergi koymuş olabilirler ancak, ne hükümdarlar ne de bunların din konseyleri halkı Budist inançları benimsemeye ve uygulamaya zorlamıştır. Budizm halktan insanlar arasında yavaş yavaş ve organik bir biçimde yayılmıştır.

Bununla beraber, Tibet manastırlarının bir Budizm mezhebinden bir diğerine zorla dönüştürülmesine veya bir tulku'nun (reenkarne olmuş ruhani üstat) selefininkinden farklı bir ekole mensup olmasına dair çok sayıda örnek vardır. Bunun açıkça belirtilmeyen nedeni, kuşkusuz MS on yedinci yüzyılda Moğol prensinin Jonangpa ustası Taranatha'nın Gelugpa reenkarnasyonu olarak tanınmasında olduğu gibi, genellikle siyasi veya askerî muhalefeti etkisizleştirmek olmuştur. Taranatha bir iç savaş sırasında muhalif tarafın kraliyet danışmanıydı.

Bunun yanı sıra, Padmasambhava ve bazı daha geç dönem Tibetli ustalar – Nechung gibi – üstün fizik dışı güçlerini zararlı ruhları alt etmek ve "terbiye etmek" için kullanmışlardır. Ruhları Budizm'i benimsemeye zorlayarak onların Dharma'yı korumaya and içmelerini sağlamışlardır. Esasında, ruhları Dharma'nın koruyucularına dönüşmek üzere dönüştürmüş ve ıslah etmişlerdir.

Kalachakra'dan kanıtlar

Budist metinlerine dayanarak cebrî din değiştirmenin bu gibi kaba, bariz biçimlerini haklı çıkarmak güç olmakla beraber, Budizm'de din değiştirmenin daha incelikli biçimlerine ilişkin metinsel atıflar bulunur mu? Kalachakra literatürü bu konuda araştırma için aydınlatıcı bir kaynak teşkil eder. Bu metinler, Keşmir ve kuzey Hindistan'da MS onuncu yüzyılın sonları ile on birinci yüzyılın başlarında, istilacı Müslüman orduları başta Budist ve Hindu halklara sahip batıdaki toprakları fethederken ortaya çıkmıştır. Buradaki tarih tartışması kuşkusuz aynı zamanda önceki iki yüzyıl boyunca doğu Afganistan ile Keşmir arasındaki bölgenin deneyimlerini de kapsamış ve oradaki üç din arasındaki dinler arası ilişkileri betimlemiştir.

Geleneksel anlatı uyarınca, Şambala Kralı Suchandra, Kalachakra tantra öğretilerini Güney Hindistan'da Buddha'nın kendisinden almış ve onları kendi kuzey ülkesine geri götürmüştür. Yedi nesil sonra, halefi Majushri Yashas Şambala'nın brahman bilgelerini atalarının kraliyet parkında inşa ettiği üç boyutlu Kalachakra mandala sarayında bir araya getirmiştir. Brahmanları gelecekte Mekke ülkesinden doğacak Hint kökenli olmayan bir din hakkında uyarmayı arzu etmiştir. Pek çok alim bu dini İslam'la özdeşleştirir zira kehanet edilen kuruluş yılı İslami takvimin başlangıcından yalnızca iki yıl sonrasıdır. Tartışmada kolaylık açısından, çıkardıkları bu sonucu kabul ediyoruz ama bu özdeşleştirmenin Kalachakra öğretilerini oluşturanların büyük olasılıkla karşılaşmış olduğu mesihçi İslam biçimleri açısından nitelenmesi gerekir. Bunlar büyük ihtimalle, MS onuncu yüzyılın sonlarında Multan'da (Pakistan'da kuzey Sind) hakim olan – belki bir nebze sözde Maniheist Şii "sapkınlığı"yla karışmış – doğu İsmailî Şiiliği olmuş olsa gerektir.

Manjushri Yashas, Hint kökenli olmayan dinin takipçilerinin Tanrıları Bismillah'ın (Arapça "Allah'ın adıyla") adını zikrederek sığırların boğazlarını kestikten sonra eti yediklerini anlatmıştır. Brahmanlara etraflarındaki insanların Vedik dinlerini nasıl uyguladıklarına bakmalarını söylemiştir. Bunların, bilhassa tanrılarına boğa kurban edip etini yemek gibi, yanlış anlamaları ve yozlaşmış pratikleri düzeltmeleri gerekiyordu. Yoksa bunların torunları atalarının dini ile yabancıların dini arasında fark göremez ve yabancılarınkini benimseyerek bunların kendi topraklarını ele geçirmelerine yer vermiş olurdu. Dahası, brahmanların diğer kastlarla evlenmeyi ve hatta onlarla yeme ya da içmeyi reddetme göreneğine de son vermeleri gerekiyordu. Dinî inançlar iç bölünmelere yol açar ve insanlar tehlike karşısında işbirliği yapamazsa, toplum dış tehditlerden sağ kurtulamaz.

Manjushri Yashas, savlarının mantığına dayanarak, brahmanları Şambala'nın geri kalan halklarıyla beraber Kalachakra mandalada toplanmaya, güç takviyesi almaya ve tek bir "vajra kastı" oluşturmaya davet etmiştir. Brahmanlar başta reddetmiş ve Hindistan'a doğru kaçmıştır. Kral, ruhani liderleri bırakıp gittiği takdirde, Şambala halkının bunu tek bir kast oluşturmanın yanlış olduğuna dair bir işaret olarak algılayacaklarını ve dolayısıyla yıkıcı göreneklerini devam ettireceklerini görmüştür. Bu sebeple, Manjushri Yashas brahmanları mandalaya geri çekmek için psişik güçlerini kullanmıştır. Brahman liderler, Kralın bilgeliğine daha derinden bakıp hakikatini görerek sonunda nasihatini kabul etmişler ve böylece Manjushri Yashas, Kalachakra halkına güç bahşetmiştir. İnsanları tek bir vajra kastında birleştirmek suretiyle Kral, Şambala'nın birinci Kalki'si olmuştur – Birinci "Kast Hamili."

Din Değiştirme Meselesi

Bu ilk kitlesel güçlenme, brahmanların veya Şambala'nın bütün halkına Budizm'in zorla benimsetilmesine bir örnek mi teşkil ediyordu? Bundan sonra gelen ve bugün hâlâ devam eden kitlesel Kalachakra güçlendirme törenleri de örtülü din değiştirme örnekleri midir? İlk Kalki'nin eylemleri Budist metinlerinin hükmü ve tarihsel emsal ile tutarlı mıydı? Şimdi bu olayın metinsel anlatısını eleştirel bir şekilde inceleyelim ama bunu yaparken de Budizm'i masum ve iyi göstermek için kanıtları aklamak veya Budizm'i evanjelist ve bağnaz göstermek için şişirmek gibi iki aşırı uca kaçmaktan kaçınmaya çalışalım.

Mantık Yoluyla Din Değiştirme

Buddha insanlara öğretilerini salt inançları veya kendisine saygı sebebiyle kabul etmekten ziyade, bunları, altın alırken olduğu gibi, eleştirel olarak analiz etmelerini öğretmiştir. Bu sebeple, MS ilk bin yılın büyük Hint manastır kurumlarında, çeşitli felsefi ilkeleri destekleyen Budist keşişler birbirleriyle ve Budist olmayan medreselerden alimlerle münazaralar yapardı. Kaybedenlerin kazananların ilkelerini kabul etmeleri ve böylelikle esasında mantıksal olarak daha tutarlı olan sisteme geçmek suretiyle "din değiştirmeleri" gerekirdi. Ne de olsa "öğretileri, altın alırken olduğu gibi, eleştirel olarak incelemiş" olurlardı.

Bunların din değiştirmelerinin gönüllü veya cebrî olup olmadığı tartışmalı bir konudur. Ancak mantığı kabul edenlerin mantıksal olarak en tutarlı görüşü benimseyecekleri ve sırf bağlandıkları için yenik düşmüş bir konum üzerinde mantıksızca ısrar etmeyecekleri varsayılır. Ne var ki burada çok naif düşünmemek gerekir. Yüksek düzeyde eğitim görmüş herkes davranışlarında sürekli olarak rasyonel olacak diye bir şey yoktur. Dahası, yerel krallar genellikle bu gibi tartışmalarda resmî sıfatla yer alır ve kazanan taraflarla bunların kurumlarını kralın himayesiyle ödüllendirirlerdi. O halde mali desteğe ilişkin hesapların da din ve felsefe değişiminde etkisi olmuş olabilir.

Tibet tarihinde de Kral Trisong Detsen, MS sekizinci yüzyılın sonlarında, Hint Budizm'i Çin Budizm'ini meşhur Samye münazarasında yendikten sonra Hint Budizm'ini Çin Budizm'ine tercih etmiştir. Elbette Kralın kararını siyasi hesaplar da etkilemiştir. Yabancı düşmanı bir fraksiyon, kraliçesinin Çinli olması sebebiyle Çin'le yakın bağlarından dolayı babasına suikast düzenleyerek öldürmüştü ve Çin yanlısı bir fraksiyon sarayda tekrar güçlenmekteydi. Kral ve Din Konseyi geçmişin şiddetli olaylarının tekrarlanmasını önlemek istiyordu.

Psişik Güç Müsabakaları Yoluyla Din Değiştirme

Hem Hindistan hem de Tibet'teki psişik ve fizik dışı güç müsabakaları da aynı şekilde din değiştirmeyle sonuçlanırdı. Kesme veya yakmanın altının hakikiliğinin kanıtı olmaları gibi, bir rakibi mantıksal veya psişik güçlerle yenmek de aynı ölçüde bir öğretinin üstün hakikatini gösterir. Dolayısıyla, MS on üçüncü yüzyıl Moğol hükümdarı Kubilay Han'ın Tibet Budizm'inin Sakya geleneğini benimsemesinin en makul sebebi bunun felsefi görüşlerinin üstün mantığı değildir. Dedesi Cengiz Han, uzun ömrü ve zaferi onuruna ayinler gerçekleştirmeleri için, ordugahlarına Çinli Budist, Taocu ve Nasturi Hristiyan din adamlarını toplamıştır. Buna rağmen Cengiz Han, Moğolistan ve Tibet arasındaki bölgede yaşayan ve üstün güçlerini kuşkusuz Tibetli Budist koruyucu Mahakala'ya istinatlarından alan bir halk olan Tangutlarla savaşta ölmüştür. Bunun İncil yorumu askerî başarıyı Tanrı'nın kazananların tarafında olmasıyla açıklamak olurdu. Sakyapa, Kubilay Han'a gizli silah olarak Mahakala'nın gücünü bahşetmeye siyasi olarak en elverişli Tibet mezhebiydi.

Kalachakra literatüründe resmedilen din değiştirme konusunu bu geleneksel mantık ve psişik güç münazara ve müsabakaları bağlamında anlamak gerekir. Hint medeniyetinden etkilenmiş ülkelerde, bir dinin en yüksek hakikate sahip olduğunu kanıtlamak için bu alanlardan biri veya ikisinde birden yapılan müsabakalarda kazanması gerekiyordu. Üstünlüğünü basitçe dogmatik olarak ileri sürüp işkence sehpası veya kılıç yoluyla başkalarını bunu benimsemeye zorlayamazdı.

"Diğerlerinin Kendi İyilikleri İçin" Din Değiştirme

Şambala'nın brahmanları – aslında müsabaka yapılmamasına rağmen – Kalki'nin fizik dışı güçleri ve mantıksal akıl yürütmelerine dayanarak kendilerine güç bahşedilmesine ikna olmuş olmakla beraber, buna gönüllü olarak razı oldukları ya da zorlandıkları konusu hâlâ tartışmaya açıktır. Ne de olsa, bu gücü kendi inisiyatiflerine dayanarak almaya karar vermemişler, Kral tarafından çağrılmış ve "kendi iyilikleri için" onun savlarını dinlemeye zorlanmışlardır. Ne var ki, tüm cebrî din değiştirmeler, görünürde adayın kendi iyiliği içindir. Ayrıca, İkinci Kalki'nin babasının işleri üzerine yazdığı tefsirde "Kalki, brahmanların tek bir kast oluşturmak için yeterince olgunlaştığını gördü" derken yaptığı tarzda açıklamalar, cebrî din değiştirmeyi haklı göstermek için her dinin veya siyasi-ekonomik sistemin liderleri tarafından kullanılabilecek açıklamalardır.

MS on beşinci yüzyıl Tibetli Gelug alimi Khedrubje ise Kalachakra tefsirinde Manjushri Yashas'ın Hindu kastlarını dinlerinden ve sosyal âdetlerinden vazgeçip Budizm'i benimsemeye zorlamadığını anlatır. Kimsenin bunu hiç bir gruba yapmaya hakkı yoktur. Birinci Kalki'nin niyeti insanların kendi davranışlarını tahlil ederek bunların Vedaların saf öğretisine uygun olup olmadığını görmeleriydi. Uygun değildiyse, bunu düzeltmeleri gerekirdi. Tüm dinlerin takipçilerinin, topluma yönelik her türlü tehditle yüzleşmek için, ruhen birleşmeleri ve kendi itikatlarının iyi niyetine bağlılık göstermeleri gerekir.

O halde, Khedrubje'nin yorumu, tek bir kast oluşturmak için yeterince olgunlaşmış olmanın Budizm'e dönmek için yeterince olgunlaşmış olmaya denk olmadığı anlamına gelir. Tek bir kast oluşturmak, Şambala halkının, özel olarak ruhani anlamda değil, sosyopolitik anlamda iyiliği için olurdu. Birinci Kalki, topluma yönelik tehditleri bertaraf etme aracı olarak dinsel uyum ve amaç birliği için baskı yapıyordu, dinsel aynılık için değil.

Bununla beraber, güç bahşedilen brahmanların Manjushri Yashas'ın Kalachakra öğretilerini aktardığı kitlenin çoğunluğunu oluşturduğu doğrudur. Yani, herkesin Budizm'e dönmesi gereksiz ve hatta yersiz olmakla beraber, yine de başka dinlerin kimi takipçileri bunun için de yeterince "olgunlaşmış" olabilir. Bu, yalnızca zekice rasyonelleştirilmiş bir biçim altında, yine de din değiştirme midir? Ne de olsa, Manjushri Yashas, Hindu tanrısı Vişnu'nun onuncu ve sonuncu avatarının (vücut buluşu) adı olan Kalki unvanını almıştır. Bu durum kolaylıkla Hinduların sadakatini kazanmak için zekice bir taktik olarak yorumlanabilir.

"Olgunlaşmış Olanlara" Öğretme

Ruhani bir öğretmenin açıkça talep edilmeksizin öğretemeyeceğine ilişkin genel Budist ilkesine rağmen, Buddha bilhassa olgunlaşmış olan potansiyel talebeler durumunda istisnalar olmasına izin veriyordu. Ancak, bir ruhani öğretmenin, bir kişinin ne zaman olgunlaşmış olduğunu anlamak için gelişmiş duyu ötesi becerilere gereksinimi vardır. Bu gibi becerilere sahip olmayanlar kolaylıkla istisnayı suiistimal edebilir ve din propagandası yapan misyonerlere dönüşmek şeklinde aşırı uca kayabilirler. Kişi öğretmenlik yapma konumunda olmasa bile, diğer dinlere veya kendininki dışındaki Budist geleneklerine üstünlük taslayabilir ve kendinden daha zayıf, ruhen daha az gelişmiş zihinler için mükemmelen uygun olduğunu düşünebilir. Daha düşük görüşlerin sahipleri gelişip "olgunlaştıklarında," kendi geleneklerinin daha derin Budist öğretileri için hazır olacaktır.

Buradan çıkarılması gereken ders, bugünlerde Budist öğretilerini "diğerlerinin iyi karmasının Budist olmak için olgunlaşmasına uygun koşulları yaratmak" amacıyla yaymak konusunda son derece dikkatli olmak gerektiğidir. Kişinin Budizm'e bağlanmaması ve tüm dinlere karşı gerçekten tarafsız bir tutumu olması gerekir; yoksa kişinin naif iyi niyeti hakikati yaymayı saik edinmiş şovenist misyoner zihniyetini maskeleyebilir.

Diğerlerinin Kutsal Metinlerinin Daha Derin Anlamlarını Göstermek Yoluyla Din Değiştirme

Her halükarda, Budistler geleneksel olarak diğer inanç sistemlerinin taraftarlarını, din değiştirme amacıyla olsun veya olmasın, felsefi tartışmalara dahil etmiştir. Diğerlerini Budist yolun üstün mantığına ikna etmeye yönelik Budist yöntemi nedir? MS sekizinci yüzyıl Hintli ustası Shantideva'nın dediği gibi, iki taraf ancak ikisinin de kabul ettiği örnekleri kullanmak suretiyle başarılı bir şekilde münazara yapabilir. Münazaranın ortak bir temeli olmadan bir kavuşma noktası da olmaz. O halde, tefsirlerde anlatıldığı gibi, Birinci Kalki'nin niyeti, Vedalarda tartışılan konulardan bazılarını anlamanın alternatif ve daha derin yollarını göstermek suretiyle, brahmanları Vedaların harfi harfine okumasına olan bağlılıklarından vazgeçirmekti.

Vedalar ve Tantrik Budizm'in ortaklaşa kabul ettiği örneklerden biri can alma ve et yeme buyruğudur. Budist tantrada bu ikisinin gizli anlamları vardır. Can alma, rahatsız edici duyguların canını almayı ifade eder; bu da bunların gizil bedenin içinden akmalarını sağlayan enerji rüzgarlarının canını almak anlamına gelir. Sığır, bir nevi habersizlik (cehalet) olan rahatsız edici naiflik duygusunu temsil eder. Sığır eti yemek, naifliğin enerji rüzgarlarını merkez kanala getirip bunları orada çözmek anlamına gelir. Boğa kurban etmek ve etini yemeğe ilişkin Vedik buyruğu da gizil enerjileri işleyen içsel bir yogaya referansla aynı gizli anlam uyarınca okunabilir. Manjushri Yashas, brahmanları Kalachakra kurtuluş ve aydınlanma yoluna yönlendirmek için Vedik terimleri ve kavramlarını bu şekilde kullanmıştır.

O halde, Budizm'de diğer dinlerin takipçilerinin Budizm'i benimsemeleri için "din değiştirmelerini" sağlamanın dirayetli bir yöntemi, onların itikatlarının doktrinlerini reddetmeyip, bunun yerine, bunları yorumlamanın alternatif biçimlerini göstermektir. Bu kişiler kendi metinlerinin Budizm'in açığa çıkardığı haliyle daha derinde yatan anlamlarını altın alırken olduğu gibi incelemek suretiyle, Budist yolun hükmünden emin olacaklardır. İnsanların orijinal dinleri böylelikle, Budizm'i seçmeye karar vermeleri durumunda, Budist yol üzerindeki meşru sıçrama tahtalarına dönüşür.

Ne var ki, kıvrak bir zeka, herhangi bir sistemin kavramlarının esasında zaten başka bir sisteminin kavramlarının daha derin anlamlarını aydınlattığını gösteren ayrıntılı ve harika entelektüel tasarılar imal edebilir. Motivasyon esastır ama, yine burada da, kişinin şefkatle diğerlerini kurtuluşa ve aydınlanmaya ulaştırmayı arzu ettiğini söyleyerek bunu rasyonelleştirmek kolaydır. Ne de olsa, şefkatle, kişi aynı şekilde diğerlerini ilahi selamete veya ekonomik ve politik bir cennete ulaştırmayı da dileyebilir. Kibir ve doktrinel şovenizmin tuzaklarına düşmemek için diğer inanç sistemlerine ve bunların taraftarlarına samimi olarak saygı duymak gerekir.

Kişi Önceki Görüşlerinden Tamamen Vazgeçmeksizin Din Değiştirme

O halde, Budizm'i benimsemek kişinin önceki görüşlerinin tümünden tamamen vazgeçmesini gerektirmez. Bu, Kitab-ı Mukaddes dinlerinden birine geçerken olduğu gibi, kişinin önceki dininin resmî bir reddi değildir. Kişi başka bir dinin tanrısı veya tanrılarına geçici olarak sığınmaya devam edebilir; sadece bunun nihai kesin nokta olmaması gerekir. Tamamen reddedilmesi gereken şey, kişinin önceki "çarpık görüşleri"dir. Bunlar yalnızca Buddha'nın en derin niyetlerinden farklı olan görüşler olarak değil, aynı zamanda bunlara karşı düşmanca olan görüşler olarak tanımlanır. Kişi Budizm'e yönelik agresif düşmanlığı aşarsa – ve genel olarak tüm diğer dinlere ve sistemlere yönelik agresif düşmanlığı da buna eklemek makul olacaktır – kişinin önceki görüşlerinden kimileri sıçrama tahtası vazifesi görebilir. Tibet Budizm'i kendi takipçilerini, Vaibhashika'dan Madhyamaka'ya kadar aşamalı olarak daha sofistike hale gelen felsefi ilkelerin Budist sistemlerinden oluşan yol boyunca yönlendirmek için aynı sıçrama tahtası yöntemini kullanır.

Manjushri Yashas'ın brahmanlara öğretme yöntemi de bu yöntembilimi ortaya koyar. Brahmanlarının dininin pek çok savı Budizm için sıçrama tahtası vazifesi görebilse de, bunu yapan savların hepsi eşit statüye sahip değildir. Budist inanç sistemlerinde olduğu gibi, brahmanların bazı savları, astrolojinin bazı özellikleri gibi, Budist yolunda kelime düzeyinde meşru olarak kabul edilebilir. Diğerlerinin ise, daha derin meşru anlam düzeylerine sahip olmalarına rağmen, kelime düzeyinde yanlış olarak reddedilmesi gerekir. Dahası, bu gibi anlam düzeylerine sahip olanların kategorisinde, Manjushri Yashas Vedik bağlamda da daha derin anlamı olanlar ile bu gibi anlamları olmayıp doğrudan yanlış olanlar arasında da bir ayrım yapar.

Söz gelimi, MS dokuzuncu yüzyıl Nyingma Kalachakra tefsircisi Mipam, Yajur Veda'da öğretilen boğa kurbanının gizli derin anlamının eski zamanlarda Vedik yogiler için açık olduğunu anlatır. Bununla beraber, o zamanki yozlaşma sebebiyle, bunun simgelediği içsel yoganın bilgisi kaybolmuştur. Dolayısıyla, Majushri Yashas, kendi geleneklerinde kaybolmuş olan bilgeliğin farkına varmalarına yardımcı olmak amacıyla, aklı karışmış brahmanlara bunu öğretmiştir. Boğa kurbanını kelimesi kelimesine yorumlayıp yaratıkların canını alanların eylemlerinden özgürleşmenin mutluluğuna erişmeleri mümkün değildir. Yalnızca beter yeniden doğuş durumlarına düşeceklerdir.

Manjushri Yashas burada geçmişteki Vedik yogilerin Budist tantrasının içsel yoga pratiklerini Yajur Veda'da öğretilen boğa kurbanının gizli anlamı olarak anladıklarını söylemeye çalışmıyordu. Bunlar Hindu tantrasının içsel yoga pratiklerini anlıyordu. Ne de olsa, Hindu ve Budist tantraları, çakralarla, kanallarla ve enerji rüzgarlarıyla gizil enerji sistemleri savı gibi, pek çok ortak özelliğe sahiptir. Buradaki önemli nokta, Budist öğretileri için yeterince olgunlaşmamış olan brahmanların bile boğa kurban etmeyi bırakmaları gerektiğidir. Bu pratiğe ilişkin Vedik buyruğun, Vedik gelenek bağlamında dahi, asla kelimesi kelimesine alınmamış olması gerekirdi.

Öbür yandan, Manjushri Yashas brahmanların savlarına ilişkin olarak, kıtaların büyüklüğünün ölçümleri gibi, kelime düzeyinde tamamen yanlış olan başka özelliklere işaret etmiştir. Brahmanların kendi savlarına olan mağrur bağlılıklarını aşmalarına yardımcı olmak için büyüklüğü ayrıntılı olarak açıklamıştır. MS on üçüncü yüzyıl Sakya Kalachakra tefsircisi Buton, Majushri Yashas'ın niyetinin aslında Kalachakra dışındaki bütün ölçü sistemlerini, örneğin Buddha'nın abhidharma literatüründe öğrettiği sistemi, reddetmek olmadığını söyler. Buddha'nın brahmanlara yardım etmek gibi belirli bir gerekçesi vardır.

Khedrubje, ne birinci Kalki'nin öğrettiği ölçümlerin ne de Vedalarda bulunan ölçümlerin gerçekliğe uygun düştüğünü ekler. Yine de aralarında büyük bir fark vardır. Kalachakra ölçümleri insan bedeninkilerle ve Kalachakra mandalanınkilerle uyumludur. O halde, Manjushri Yashas'ın yanlış olmalarına rağmen bunları öğretmekteki niyeti, brahmanları Kalachakra aydınlanma yoluna taşımaktır. Vedik sistemin kıtaların büyüklüğünün ölçümlerine ilişkin buna benzer hiç bir şeyi yoktur. Yine de birinci Kalki dünyanın Vedik tanımıyla pek çok özelliği paylaşan bir dünya tanımı yapmıştır; örneğin, kıta halkaları, sıradağlar ve dairesel bir Meru Dağı'nın etrafındaki okyanuslar. Bu, brahmanların Kalki'nin tanımıyla bağ kurmalarına ve daha derine inmelerine olanak vermenin dirayetli bir yolu olmuştur.

Kalachakra'da Bilinçdışı Asimilasyon Konusu

Majushri Yashas'ın Budistleri, Hinduların aksine, İslam'a bilinçdışı asimilasyona karşı uyarmamış olması dikkate değer bir husustur. Aslında Kalachakra literatürü, diğerlerine gerek cebren gerekse barışçıl yollarla açıkça kendi dinlerini benimsetmeye çalışan İslam taraftarlarına dair hiç bir atıfta bulunmaz. Manjushri Yashas, MS 2424'te, Hindistan'ın Hint kökenli olmayan bir hükümdarının Şambala'yı işgal tehdidi oluşturacağını ve yirmi beşinci Kalki'nin onun ordularını Hindistan'da yeneceğini öngörürken dahi, askerî bir ele geçirilme tehdidinden bahseder, spesifik olarak dinî bir tehditten değil. Birinci Kalki uyarısını yalnızca brahmanlara İslam'a o sıradaki asimilasyonlarına ilişkin olarak yöneltmiştir.

Kalki belki de Budistleri uyarmaya gerek görmemiştir çünkü Budizm'in gücüne güveniyor ve asimilasyonunu öngörmüyordur. Ancak bu da Kalki'nin naif olduğu ve geleceğe ilişkin duyu ötesi algısının kusurlu olduğu anlamına gelirdi, ki bu da Budistler için rahatsız bir sonuç teşkil eder. Belki de Budizm'in İslam'a asimilasyonu Kalachakra öğretilerinin Hindistan'da ortaya çıktığı dönemde önemli bir ölçüde meydana gelmemişti. Ne var ki, tarihsel kanıtlar, MS onuncu yüzyılın sonu itibarıyla, yalnızca Hindu değil, pek çok Budist toprak sahibi, tüccar ve kentli eğitimli kişinin de – bilhassa Orta Asya, kuzey Afganistan ve güney Pakistan'da – ekonomik kazanç da dahil olmak üzere çeşitli sebeplerle hali hazırda İslam'a geçmeye başladıklarını göstermektedir. İslami hükümdarlar bunları ölüm cezası tehdidiyle din değiştirmeye zorlamıyorlardı. Cizye vergisi ödedikleri takdirde dinlerini muhafaza edebilirlerdi.

Alternatif olarak, Manjushri Yashas, tüm dinlerden insanların Kalachakra mandalada birleştikleri ve "olgunlaşmış" olanların Budizm'i benimsedikleri takdirde, bunun zorlu zamanların sorunlarına en iyi çözümü teşkil edeceğine inanmış olabilir. İşgal ve askerî olarak ele geçirilme tehdidi altındaki bir halk, ancak birleşmiş bir cephe oluşturabilirse tehlikeyi aşabilir. Budistler Kalachakra güçlenme törenine doğal olarak gelirlerdi. Dolayısıyla, birinci Kalki'nin Şambala'nın Budist olmayan halkına seslenmesi gerekiyordu. Bu, "olgunlaşmış olanlar için" Budizm'i benimsemenin başlıca gerekçesi olmuşa benzer.

Bununla beraber, birinci Kalki'nin Hinduları ve Budistleri birleştirmek için kullandığı taktiklerden birinin daha sonra İsmailî Şii Müslümanlarının Hinduları nihai din değiştirmeleri için bir sıçrama tahtası olarak asimile etmekte kullandıkları bir taktik olması tuhaftır. MS on üçüncü yüzyıl metni Das Avatara'da Pir Şemseddin, Vişnu'nun onuncu ve sonuncu avatarı Kalki'yi ilk imam Ali ile özdeşleştirmiştir. İsmailî imamlar Ali'nin takipçileriydi ve Hindular da Ali'yi Kalki olarak kabul etmekle, onun İsmailî takipçilerinin meşruiyetini de kabul etmiş olacaklardı. Aynı şekilde, yine Hinduların kendisini benimsemesi için, Manjushri Yashas da kendine Kalki demiştir.

Budizm'in İslam'ı Açıklaması

Manjushri Yashas, sıçrama tahtası yönteminin Hint kökenli olmayan dinin takipçilerini de nasıl Budizm'e yönlendireceğini dahi açıklamıştır. Görünürde İslam'ın İslam'ı terk etmeye ve başka bir dine geçmeye yönelik kesin yasağına duyarsız kalan Yashas'ın önceliğinin, sadece Hindu ve Budist değil, tüm dinlerden insanları birleştirmek olduğu söylenebilir. Ne de olsa, Şambala'da Müslümanlar da olsa gerektir ve onlar da diğer herkesle aynı şekilde işgal ve askerî ele geçirilme tehdidiyle karşı karşıyadır. Kuşkusuz o dönemde İslam bilgisinin türediği yer olması en kuvvetle muhtemel bölge olan doğu Afganistan ve Uddiyana (kuzey batı Pakistan) için de bu durum geçerlidir.

Birinci Kalki, Hint kökenli olmayan dini, dış maddenin atomlardan müteşekkil olduğunu, geçici olarak yeniden doğuşa tabi olan kalıcı bir ruhu ve en yüksek ülkü olarak ilahi bir yeniden doğuşun mutluluğuna kavuşmayı savunan görüş olarak tanımlamıştır. Bu gibi inançlara sahip kişilerin mizaçlarını bilerek, Buddha'nın öğretilerini onların kabul edebileceklerine uygun olarak öğrettiğini anlatmıştır. Kimi sutralarda, Buddha Buddhalığa erişmek üzere olan bir bodhisattvanın bedeninin atomlardan müteşekkil olduğunu öğretir. Başka yerlerde, "benliğin" bir sürekliliği olduğunu, bunun da davranışlarının sonuçlarını deneyimleme sorumluluğunu taşıdığını (karma) söylemiştir ama "benlik"ten ne kalıcı ne geçici olarak bahseder. Buddha ayrıca ilahi bir tanrı katında daha iyi bir yeniden doğuşa erişme geçici amacı hakkında da öğretide bulunmuştur. Hint kökenli olmayan dinin savları, bu sutraları kabullenme yolunda ve daha sonra giderek daha sofistike Budist açıklamalarına ilerlemek için sıçrama tahtası vazifesi görebilir.

İslam'ın Budizm'i Açıklaması

Manjushri Yashas'ın İslam'a ilişkin olarak yaptığı gibi, dönemin Müslüman yazarları da Budizm'i kendi dinlerinin takipçilerinin anlayacağı şekilde anlatmıştır. Söz gelimi, MS sekizinci yüzyılın başlarında, El-Kermani kuzey Afganistan, Belh'teki Nava Vihara Manastırı'nın ayrıntılı bir anlatısını sunmuştur. Burada, Budistlerin, Müslümanların Mekke'de Kabe'de yaptıkları gibi, kumaş kaplanmış taştan bir küpün etrafını tavaf edip secdeye yattıklarını anlatır. Küp burada stupanın durduğu ana tapınağın merkezindeki platformu ifade eder. Ancak, Müslümanlar bu benzerlikleri Budistleri İslam'ın yoluna çelmek için bir araç olarak kullanmak amacıyla türetmemiştir. Budistlere basit bir seçim sunmuşlardır: ya dinlerini muhafaza etmek ve fazladan cizye vergisi ödemek ya da İslam'ın hakikatini kabul etmek ve vergiden muaf olmak. Müslüman fatihler işgal taktiklerinin parçası olarak, bir halkın teslim olması için cesaretini kırmak amacıyla, manastırları yakıp yıktıklarında dahi, genellikle buralardan hac parası almak için bunların yeniden inşasına izin vermişlerdir.

Sonuç

Önümüzde hâlâ bazı önemli sorular bulunmaktadır. Kalachakra'nın efsanevi Şambala ülkesinde din değiştirip Budizm'e geçmeye ilişkin olarak çizdiği resim yalnızca MS dokuzuncu ve on birinci yüzyıllar arasında Afganistan ve Hint alt kıtasında faydalı olabilecek şeylerin bir tasvirinden mi ibarettir yoksa ebedî bir nasihat mıdır? Tüm dinlerin mensuplarının toplumlarına yönelik tehditleri savuşturmak için itikatlarının ruhani değerlerini tekrar olumlamasındaki evrensel hikmeti düşünürsek, ideal savunma mümkün olduğunca çok kişiyi Budizm'i pratik etmeye ikna etmek midir? Gerek yalnızca yukarıda bahsi geçen tarihsel döneme ilişkin olarak gerekse de genel bir nasihat olarak, şovenist olmaksızın bu konumu savunmak güçtür. O halde, buradan çıkarılacak tarafsız sonuç, Şambala efsanesinin tonunun, o dönemin koşullarını göz önünde bulundurunca anlaşılır olmakla beraber, kesinlikle şovenist olduğunu kabul etmektir. Ancak, buradan hareketle bugün Budist öğretmenlerin Budizm'i Budist olmayan kitlelere tanıtırken şovenist olmaları gerektiği sonucunu çıkarmamak gerekir.

On Dördüncü Kutsal Dalai Lama, Budizm'i Budist olmayan kitlelere tanıtırken, daima Budizm'e taraftar kazanmaya çalışmadığının altını çizer. Diğerlerini, kaybedenin kazananın savlarını benimsemesinin gerekeceği bir münazaraya davet etmemektedir. Yalnızca diğerlerini Budizm hakkında eğitmeye çalıştığını söylemektedir. Farklı toplumlar arasında barış, birbirinin inanç sistemlerini anlamaktan geçer. Diğerlerini eğitmek, onları din değiştirmeye ikna etmeye çalışmaktan son derece farklıdır. Diğerleri Budizm'de değerli bir şey keşfederlerse, Budist olmaya gerek olmaksızın bunu benimsemekte özgürdürler. Çok büyük bir ilgi duyanların ise etütlerini ilerletmeleri ve hatta Budist olmaları bile sıcak karşılanır ama bu ancak uzun ve derin bir tefekkür döneminden sonra olabilir. Ancak, Kutsal Dalai Lama genel çoğunluğu din değiştirmeye karşı güçlü bir şekilde uyarır.

Budizm, en derin hakikate sahip olduğunu iddia etmekte diğer dinler veya felsefi sistemlerden farklı değildir. Bununla beraber, Budist savı "Tek Hakikat"e ilişkin dışlayıcı bir iddia değildir. Budizm göreli hakikatleri de kabul eder – bazı gruplar veya bazı koşullara görece olarak gerçek olan şeyler. Kişinin görüşleri agresif bir biçimde düşmanca olmadıkça, kişinin göreli olarak gerçek inançları, Budizm'in tanımladığı şekliyle en derin hakikat yolundaki geçici sıçrama tahtaları vazifesi görebilir. Ayrıca diğer dinlerin öğrettiği en derin hakikat yolunda da sıçrama tahtaları görevi görebilirler. Budizm'in en derin hakikat savı şovenist olmadığı ve bir misyonerlik politikasını örtmediği müddetçe, bunu kendine uygun bulan kişilere fayda sağlayabilir.

Top