Dalai Lama Jamia Millia İslamia Üniversitesinde

Jamia Millia İslamia Üniversitesi’ne, şeref konuğu [Hindistan İnsan Kaynakları Geliştirme Bakanı] Dr. Kabul Sibal ve Rektör yardımcısına, profesörlere, dekanlara, öğrencilere ve burada toplanan tüm konuklara teşekkür etmek istiyorum. Öncelikle hepinizi selamlıyorum ve Jamia Millia İslamia’ya bu unvanı verdikleri için teşekkür ediyorum.

Mikrofonu aldıktan sonra, şimdi İngilizce konuşmaya çalışacağım. Tabii dinleyicilerin İngilizcemin fazlasıyla bozuk olduğunu bilmesi gerekir, yani bazen yanlış sözcükler kullanabilirim. O yüzden hitap ettiğim kitleye bozuk İngilizce konuştuğumda “dikkatli olun” derim genelde. Yanlış bir kelime kullanmamdan dolayı yanlış anlamaya yol açabilirim. Örneğin, “iyimserlik” yerine yanlışlıkla “kötümserlik” diyebilirim ve bu ciddi bir hata olur. Bu gerçekten tehlikeli, o yüzden lütfen bozuk İngilizcemi dinlerken dikkatli olun.

Bu unvanı aldığım için gerçekten onur duydum. Öncelikle, bu tarz unvanlar bana verildiğinde genelde öğrenim için aslında hiç zaman harcamadığımı ve bu dereceyi de öğrenim görmeden elde ettiğimi söylerim. Doktora derecelerini alan öğrencilere şunu söylemek istiyorum; oldukça fazla zaman ve çaba harcadınız ama ben farklı üniversitelerin bu tarz derecelerini fazla bir çaba sarf etmeden alıyorum, o yüzden gerçekten onur duydum. Özellikle de dinlerarası uyumun geliştirilmesini sorumluluklarım arasında gördüğüm için ünlü bir İslam üniversitesinin derecesini aldığım için minnet duydum.

İslami geçmişe sahip birkaç kötü niyetli kişi yüzünden tüm İslam’ın olumsuz bir şeymiş gibi gösterilmeye çalışılması nedeniyle 11 Eylül’den beri kararlı bir şekilde İslam’ı savunuyorum. Bu kesinlikle yanlış. Tabii ve gerçekçi bir biçimde konuşacak olursak, İslam bu gezegendeki en önemli dinlerden biridir. Geçmişteki yüzlerce yıl boyunca olduğu kadar şimdi ve gelecekte de İslam milyonlarca kişiye umut, güven ve esin kaynağı olmaya devam etmiştir, etmektedir ve etmeye devam edecektir. Bu doğru. Küçüklüğümden beri Müslüman yakın arkadaşlarım oldu. Örneğin, yaklaşık olarak dört yüzyıl kadar önce Tibet’te Lhasa’ya yerleşen Müslüman tüccarlar orada küçük bir topluluk kurmuştu. Bu Müslüman toplulukla ilgili hiçbir kavga veya çatışma kaydı yoktu, oldukça nazik kimselerdi.

Bu ülkede tanıdığım bazı Müslüman arkadaşlarım da İslam’ın samimi uygulayıcılarının sevgi ve şefkatlerinin tüm varlıkları kapsaması gerektiğini ve kan dökenlerin gerçekte Müslüman sayılamayacağını söylediler bana. Ve “cihad”ın manası da “başkalarına saldırmak” demek değil. “Cihad”ın gerçek manası kendimizle giriştiğimiz içsel mücadeledir [alkışlar]: Öfke, nefret, bağlılık gibi zihnimizde daha fazla soruna yol açan ve bu sayede ailemiz ve toplum üzerinde de sorun oluşturan tüm olumsuz duygulara karşı giriştiğimiz mücadeledir. Öyleyse, “cihad”ın daha derin anlamı bu olumsuz, yıkıcı duygularla mücadele etmek ve savaşmaktır.

O halde, farklı felsefesine rağmen bir dinin özü de diğer dinlerinkiyle aynıdır. Diğer dinleri takip edenlerle kurduğum iletişim ve bağlantının sonucu olarak söyleyebilirim ki felsefi alandaki büyük farklılıklara rağmen uygulamada tüm dinler sevgi, şefkat, affedicilik, hoşgörü, öz-disiplin ve kanaatkârlık öğretir. Bu yüzden, ne zaman fırsatını bulsam birkaç kötü niyetli Müslüman yüzünden tüm İslam hakkında genelleme yapılmaması gerektiğini söylüyorum. Hindular arasında da kötü niyetli kişiler var, Museviler, Hıristiyanlar ve Budistler – hatta buradaki ufak Tibet Budist topluluğu arasında da, bu kesin. Bu yüzden İslami bir üniversiteden unvan almak gerçekten onur duyduğum bir şey.

Kendimi adamış olduğum sorumluluklarıma gelince; ölene dek iki taahhüdüm var: Daha önce bahsetmiş olduğum dinlerarası uyumu teşvik etme ve diğeri de insani açıdan, içsel insani değerleri, biyolojik olarak gelişen iyi insani nitelikleri teşvik etmek, özellikle de insanlar arası sevecen etkileşimi. Doğar doğmaz anneler çocuklarına karşı yoğun sevgi ve ilgi gösterir. Çocuk açısından da bu böyledir, doğar doğmaz o kişinin kim olduğunu bilmemesine rağmen biyolojik olarak çocuk ona tamamen bağımlıdır. Anne çocuğunu kucağına aldığında çocuk çok mutlu olur, ayrı düştüklerindeyse endişeli hisseder. Hayvanların da benzer deneyimleri vardır, yani yaşamlarımız böyle başlar. Doğumunda azami sevgi ve ilgi gören kişi hayatı boyunca da daha sağlıklı ve şefkatli olur. Ama eğer kişi erken yaşta ilgisizlik ve hatta istismar ile yüzleşirse, bu deneyimin etkilerini hayatı boyunca taşıyacaktır. Dıştan nasıl gözükürlerse gözüksünler içten içe daima korku ve güvensizlik hissedeceklerdir. İnsanlar arasındaki bu güvensizlik aslında en temel insan doğasına aykırıdır: bizler sosyal hayvanlarız. Herhangi bir sosyal hayvan için, tam işbirliği ve ortak çalışma kendi menfaati için de elzemdir. Birey toplumun bir parçasıdır ve bireyin geleceği de tamamen içinde olduğu toplum veya topluluğa bağlıdır.

O zaman, hayatta başarılı olabilmenin temeli açısından, eğer diğerlerine karşı güvensiz olur ve korkarsanız, uzak ve soğuk durursanız birey olarak mutlu olmanız nasıl mümkün olur?
Bu çok zordur! Demek ki, hakiki işbirliği ve arkadaşlık elzemdir. Arkadaşlığın temeli güvendir. Güvenin temeliyse açıklık ve şeffaflık, güven bu sayede gelişir. Sıcakkanlılık ve başkalarının esenliği için duyulan ilgi ve kaygı da bunun temelidir. Böyle hissettiğinizde, başkalarını kullanmaya, aldatmaya, küçük düşürmeye veya alay etmeye yer kalmaz; zira zaten samimi olarak onların mutluluğu ile ilgileniyorsunuzdur. Bunun dinden gelmesi de gerekmez, aslında biyolojik faktörlere bağlıdır.

Dolayısıyla kendimi adadığım şeylerden biri de insanlara şunu söylemek, onlarla şunu paylaşmak: “Bizler sosyal hayvanlarız”. Şimdi, özellikle de bugünün dünyasında, küresel ekonomi ve çevre sorunları ile dünya nüfusunun neredeyse yedi milyar kişiden oluşması karşısında, her bireyin menfaati bir diğerininkine bağlıdır. Bu gerçeğe göre, “biz” ve “onlar” kavramları alakasızdır. Tüm insan ırkını tek bir insanlık ailesi olarak değerlendirmek zorundayız. İnsanlara sıklıkla tüm dünyanın benim, bizim bir parçamız olduğu tutumunu geliştirmelerini söylüyorum. “Biz” ve “onlar” arasında keskin bir sınır çizildiğinde bu daima şiddete yol açıyor. Eğer tüm insanlığı “ben”in, “biz”in bir parçası olarak görebilme yeteneğini geliştirebilirsek, o zaman şiddete de yer ve zemin kalmayacaktır.

Öncelikli çabam, diğer pek çok arkadaşımın da yaptığı gibi, geçen yüzyıla XX. yüzyıla baktığımızda bir şiddet yüzyılıydı diyoruz. O yüzyıl boyunca 200 milyon insan, yaşanan şiddet neticesinde öldürüldü. Diğer Nobel Barış Ödülü adaylarıyla birlikte katıldığım bir toplantı için gittiğim, insanlar üzerinde kullanılan ilk atom bombasının atıldığı Japonya’daki Hiroşima’dan henüz döndüm. Gerçekten korkunç! O yüzyıl insanlar üzerinde nükleer silahlar bile kullanıldı! Yani o yüzyıl, bir sürü gelişmeye rağmen bir şekilde kan dökülen yüzyıl haline geldi. Şimdi, eğer bu yoğun şiddet, bu yoğun kan dökücülük insani sorunları çözmekte gerçekten etkili olsaydı, bir fayda getirseydi, tamam, o zaman belki biraz mazur gösterilebilirdi ama hiçbir fayda sağlamadı. O halde, geçmiş deneyimimizin ışığında, XXI. yüzyılın bir iletişim yüzyılı olması için gerekli her tür gayreti göstermeliyiz. Tüm insan ırkını kapsayan ortak bir birlik hissi geliştirmeye ihtiyacımız var. Farklı milliyetler, farklı kültürler, ırklar, dini inanışlar – bunların ikincil olduğunu düşünüyorum. Önemli olan, hepimizin en temelde aynı insanlar olmamız.

Bazen bugün karşılaştığımız sorunların sayısına bakınca bunların özünde kendi yaratılarımız olduğunu düşünüyorum. Bunlar, yani bizim yarattığımız bu sorunlar, ortaya çıkıyor; çünkü temel seviyeyi unutup ikincil seviyeye haddinden fazla vurgu yapıyoruz. Demek ki daha mutlu ve barışçıl bir dünya inşa etmek için vakit şimdidir, insani temelin önemi üzerinde durmak zorundayız. Bizlerin ve herkesin mutlu olmaya eşit şekilde hakkı vardır ve her bireyin menfaati diğerlerininkine bağlıdır. Bu yüzden diğerlerinin menfaatini gözetmek zorundayız. Kendimiz için en büyük faydayı sağlamanın en uygun yolu budur.

Dolayısıyla kendimi adamış olduğum ikinci sorumluluğum bu. İlki dinlerarası uyumu teşvik etmek; ikincisiyse temel insani değerleri teşvik etmek. Ölünceye kadar kendimi bu ikisine adamaya devam edeceğim.

Sizler, siz gençler ve öğrenciler, ilk önce sizleri tebrik etmeme izin verin. Zannediyorum ki gösterdiğiniz büyük çaba sonucu bugün hepiniz derecelerinizi kazandınız. Belki de, sanırım heyecandan son birkaç gün biraz uykusuz kaldınız ve sanırım hepiniz bu gece rahat bir uyku çekeceksiniz. Her neyse, size tebriklerimi sunmak istiyorum ve sizlere şunları söylemek, şunları paylaşmak istiyorum: Hayat kolay değil, hiçbir şeyin garantisi yok. Bir sürü sorunla karşılaşacaksınız ama hepimiz insan toplumunun üyeleriyiz. Bu yüzden ne tür bir sorunla yüzleşirsek yüzleşelim bunların üstesinden gelme yetimiz var. Demek ki özgüven ve iyimserlik çok temeldir. Ve gençler olarak daha sabırlı olmalısınız. Bazen gençler olarak istediğiniz her şeyi hemen olsun istiyorsunuz. Biraz güçlük veya engelle karşılaşınca da hemen moraliniz bozuluyor. Bir Tibet deyişi vardır: “Dokuz kez başarısızlık dokuz kez gayrettir.” Bu çok önemlidir, lütfen bunu aklınızda tutun.

Bir şey daha var: Sizler gerçekten de XXI. yüzyıla ait olan kuşaksınız. Ben XX. yüzyıla aidim ve buradaki bazı profesörler ve bakanlar da sanırım XX. yüzyıla ait. XXI. yüzyılın henüz sadece 10 yılı geçti, önünde 90 yıl daha var. Bu yüzyıla gerçekten şekil verecek olanlar sizlersiniz; kendinizi buna hazırlamalısınız. Daha iyi, daha barışçıl, daha mutlu bir dünya yaratmak için vizyonunuz olmalı ve bunun için sadece eğitim değil, ahlaki prensipler de gerekir. XX. yüzyıla ve hatta bu yüzyılın da başında yarattığımız sorunlara bakıyorum da, bunlar eğitimsizlikten değil, ahlaki prensiplerin eksikliğindendi. O halde mutlu ve barışçıl bir dünya yaratmak için eğitim ve ahlaki etik birarada olmalıdır.

Etik konusunda, bunun pek çok boyutu var. Bir tanesi dini inançtır. Daha temelde, dini inanç olmadan; sadece insani deneyimlere, sağduyuya ve en yeni bilimsel verilere dayanarak da sıcakkanlılık ve açıklığın, kişinin kendi sağlığı dâhil sınırsız faydası bulunduğuna ikna olabilirsiniz. Herkes kendi sağlığı ile ilgilidir. Sağlıklı olmanın en büyük etkeni de huzurdur. O halde, şefkatli hisleri geliştirmek üzere gayret sarf etmek kişinin fiziksel sağlığı ve mutlu bir aile için de en önemli etkenlerden biridir.

Eğitim açısından, zaten en yüksek dereceyi elde ettiniz. Şimdi, lütfen kendi içsel değerlerinize, yani gerçek insani değerlere ve etiğe daha fazla dikkat edin. Rektör yardımcısı da zaten etikten ve hümanist yaklaşımdan söz etti; bunlar gerçekten çok çok önemli ve bunları sizinle paylaşmak istedim. Hepsi bu, çok teşekkürler.

Top