Mutluluğun Kaynağı

Mutluluğun kaynağı içimizdedir. Zihinlerimiz huzurlu, dış görünüşümüz olumlu aynı zamanda gerçekçi ve düşüncelerimiz başkalarına karşı nezaket göstermeye odaklanmış halde olduğunda ne güçlükle karşılaşırsak karşılaşalım bize güç ve cesaret veren bir mutluluk hissi deneyimleriz. Buddha’nın dediği gibi, eğer mutlu olmak istiyorsak zihinlerimizi eğitmemiz gerekir.

Sıradan Mutluluk: Değişimden Kaynaklanan Acılar

Kimileri Budizm’i tüm deneyimlerimizi acı çekmekle özdeşleştiren ve mutluluğu kesinlikle kabul etmeyen olumsuz bir din olarak karakterize etmiştir. Fakat bu yanlış bir görüştür. Budizm’de sıradan, olağan mutluluğumuzdan değişimden kaynaklanan acılar olarak bahsedildiği doğrudur. Bu ifade bu türde mutluluğun tatmin edici olmadığı anlamına gelir: asla sürmez ve hep daha fazlasını isteriz. Bu mutluluk hakiki mutluluk değildir. Söz gelimi dondurma yemek gerçek mutluluk olsaydı, o zaman bir oturuşta ne kadar dondurma yersek o kadar mutlu olurduk. Fakat çok geçmeden dondurma yemenin verdiği mutluluğun mutsuzluğa ve acıya dönüştüğü bir noktaya ulaşırız. Güneşin altında yatmak veya gölgeye geçmek hususunda da aynısı geçerlidir. Değişimden kaynaklanan acılar derken kastedilen budur.

Bununla beraber, Budizm sıradan mutluluğumuzun sınırlılıklarını, değişimden kaynaklanan bu acıları yenmek ve bir Buddha’nın ebediyen neşe dolu mertebesine erişmek için pek çok yöntem sunar. Yine de, sıradan mutluluğumuzun mahzurlarına rağmen, Budizm sıradan mutluluğa erişmenin kaynaklarını da açıklar. Budizm’de bu öğretinin sunulmasının sebebi, temel aksiyomlarından birinin herkesin mutlu olmak istemesi ve kimsenin mutsuz olmak istememesi olmasıdır. Üstelik herkes mutluluğun arayışında olduğundan ve sıradan varlıklar olarak sıradan, olağan mutluluk dışında bir mutluluk bilmediğimizden, Budizm bize buna nasıl kavuşacağımızı söyler. Ancak bu mutluluk dileği ve ihtiyacı sıradan mutluluğun en temel düzeyinde karşılandığı zamandır ki daha ileri düzeydeki ruhani pratiklerle mutluluğun daha derin, daha tatminkar düzeylerini amaçlamaya başlayabiliriz.

Ne var ki, maalesef, büyük Hintli Budist Usta Shantideva’nın Bodhisattva Davranışına Haiz Olmak (Tib. sPyod-‘jug, San. Bodhicharyavatara, İng. Engaging in Bodhisattva Behavior) (I.28) adlı eserinde yazıya döktüğü gibi:

Acılardan sakınmak isteyen zihinlerine rağmen, bodoslama dalarlar acılara. Mutluluğu dileseler de, naiflik yüzünden (Tib. gti-mug, San. moha), yok ederler kendi mutluluklarını düşmanmış gibi. 

Diğer bir deyişle, mutluluğu dilesek de bunun kaynakları konusunda naifizdir ve dolayısıyla kendimiz için daha fazla mutluluk yaratmak yerine, yalnızca daha fazla mutsuzluk ve keder yaratırız.

Mutluluk bir Histir

Pek çok türde mutluluk olmasına rağmen, burada sıradan mutluluğa eğileceğiz. Bunun kaynaklarını anlamak için öncelikle “mutluluk” kelimesinin ne anlama geldiği konusunda net olmamız gerekir. Hepimizin arzuladığı bu mutluluk (Tib. bde-ba, San. sukha) nedir? Budist analiz uyarınca mutluluk zihinsel bir etmen; diğer bir deyişle, belli bir nesnenin belli bir şekilde farkında olduğumuz bir tür zihinsel faaliyettir. Daha geniş kapsamlı bir zihinsel etmen olan “his”sin (Tib. tshor-ba, San. vedana) bir bölümü olup, tamamen mutludan tamamen mutsuza kadar uzanan geniş bir spektrumu kapsar.

“His” dediğimiz şeyin tanımı nedir? His, deneyimleme (Tib. myong-ba) niteliğine sahip bir zihinsel etmendir. Bir nesneyi veya durumu onu gerçekten o nesnenin veya durumun deneyimi haline getiren deneyimlemeye ilişkin zihinsel etmendir. Bir nesneyi veya durumu, mutluluktan mutsuzluğa uzanan spektrumun bir yerinde herhangi bir his olmaksızın, gerçek anlamda deneyimlemeyiz. Bilgisayar veri alıp bunları işler ama bilgisayar bunu yaparken mutluluk veya mutsuzluk hissetmediğinden, bilgisayar verileri deneyimlemez. Bilgisayarla zihin arasındaki fark budur.

Belli bir düzeyde mutluluk veya mutsuzluk hissi, ya bir duyusal nesneye ilişkin bilişe – bir görüntü, ses, koku, tat ya da haz veya acı gibi fiziksel bir duyumsama – veya bir şey düşünürken olduğu gibi, bir zihinsel nesneye ilişkin bilişe eşlik edebilir. Bunun dramatik veya aşırı olması gerekmez. Son derece düşük bir düzeyde de olabilir. Esasında, yaşamımızın her ânına belli düzeyde bir mutluluk veya mutsuzluk hissi eşlik eder – rüyasız bir derin uykudayken bile, bunu nötr bir hisle deneyimleriz.

Mutluluğun Tanımı

Budizm’de mutluluğun iki tanımı vardır. Bir tanesi bir nesneyle olan ilişkimizle tanımlanırken, diğeri bizzat hissin kendisine ilişkin zihin durumuyla olan ilişkimizle tanımlanır.

  • Birincisinde mutluluk bir şeyin tatmin edici bir şekilde deneyimlenmesi olarak tanımlanır ve bu şeyin gerçekten faydalı olup olmamasından bağımsız olarak bize faydalı olduğu inancına dayanır. Mutsuzluk ise bir şeyi tatmin edici olmayan, eziyet verici bir şekilde deneyimlemektir. Bir şeyi ne tatmin edici ne eziyet verici bir şekilde deneyimlediğimizde ona ilişkin deneyimimiz nötrdür.
  • İkincisinde ise mutluluk, sona erdiği zaman tekrar karşılaşmak istediğimiz o his olarak tanımlanır. Mutsuzluk da, ortaya çıktığı zaman gitmesini istediğimiz o his olarak tanımlanır. Nötr bir his ise, ortaya çıktığında veya sona erdiğinde, ne gitmesini ne kalmasını arzuladığımız o hissi teşkil eder.

Bu iki tanım birbiriyle ilişkilidir. Bir şeyi tatmin edici bir biçimde deneyimlediğimizde, nesneyi deneyimleme şeklimiz söz konusu nesnenin hoşa giden bir biçimde – kelimenin tam anlamıyla – “aklımıza gelmesidir” (Tib. yid-du ‘ong-ba, San. manapa). Nesneyi kabul ederiz ve rahatlıkla ilgi odağımız olmaya devam eder. Bu, söz konusu nesneye ilişkin deneyimimizin bize faydalı olduğunu hissettiğimiz anlamına gelir: bizi mutlu eder; kendimizi iyi hissetmemizi sağlar. Bundan dolayı, bu deneyimin bize sunduğu faydanın devam etmesini ister ve eğer sona erecek olursa, geri dönmesini arzularız. Amiyane tabiriyle, nesneden ve nesnenin deneyiminden keyif aldığımızı söyleyebiliriz.

Bir nesneyi eziyet verici bir biçimde deneyimlediğimizde, nesneye ilişkin bu mutsuzluk deneyimi hoşa giden bir biçimde “aklımıza gelmez” (Tib. yid-du ma-‘ong-ba, San. amanapa). Nesneyi kabul etmeyiz ve ilgi odağımız olmaya devam etmesi sırasında kendimizi rahat hissetmeyiz. Nesneye ilişkin deneyimimizin bize faydası olmadığını ve hatta canımızı yaktığını hissederiz. Sona ermesini isteriz. Amiyane tabiriyle, nesneden ve nesnenin deneyiminden keyif almadığımızı söyleyebiliriz.


Video: Dr Alan Wallace — “Mutluluk Nedir?”
Altyazı seçeneğini aktif hale getirmek için lütfen video ekranının alt sağındaki “CC” ibaresine tıklayınız. Altyazı dilini değiştirmek için lütfen “Settings/Seçenekler” kısmına tıklayıp daha sonra “Subtitles/Altyazı” seçeneğini tıklayarak tercih ettiğiniz dili seçiniz.

Bir Nesnenin Niteliklerinin Abartılması

Kendimizi bir nesneyle rahat hissetmek ne demektir? Bir nesneyle rahat olduğumuzda, naif olmaksızın ve onun iyi niteliklerini veya kusurlarını abartmaksızın ya da inkar etmeksizin, onu olduğu gibi kabul ederiz. Bu nokta bizi yine rahatsız edici duygular (Tib. nyon-rmongs, San. klesha; kederli duygular) konusuna ve bunların bir nesneyi mutlulukla mı yoksa mutsuzlukla mı deneyimlediğimiz hususuyla ilişkilerine geri getirir.

Bir grup rahatsız edici duygu şehvet, bağımlılık ve açgözlülüğü içerir. Her üçüyle de, bir nesnenin iyi niteliklerini abartırız. Şehvet ile, nesneye sahip değilsek onu elde etmek isteriz. Bağımlılık ile, nesneye sahip olduğumuzda onu kaybetmek istemeyiz; açgözlülük ile, nesneye sahip olsak bile daha fazlasını isteriz. Bu rahatsız edici duygulara sahip olduğumuzda nesnenin kusurlarını genellikle görmezden geliriz. Bunlar mutlu zihin durumları değildir zira nesneyi tatminkar bulmayız; yani nesneyle tatmin olmayız. Onu olduğu gibi kabul etmeyiz.

Söz gelimi çok bağlı olduğumuz kız veya erkek arkadaşımızı gördüğümüzde, bu görüntüyü mutlulukla deneyimleyebiliriz. O kimseyi görmek bizi tatmin eder; onu tatmin edici buluruz. Fakat bağımlılık baş gösterdiği andan itibaren, onun ve onunla olmanın iyi niteliklerini abartmaya ve onsuz olmanın olumsuz niteliklerini abartmaya başladığımızda, kendimizi tatmin olmamış ve mutsuz hissederiz. Onu yalnızca şimdi görmekle yetinip o ânın tadını çıkarmayı kabullenmez, daha fazlasını ister ve onun gitmesinden dehşete düşeriz. Sonuç olarak, sevdiğimizi görmeyi şimdi birdenbire tatminsizlikle, huzursuzlukla ve mutsuzlukla deneyimleriz.

Bir diğer grup rahatsız edici duygu itim, öfke ve nefreti içerir. Bunlarla, nesnenin kusurlarını veya olumsuz niteliklerini abartır ve nesneye sahip değilsek ondan kaçınmak; nesneye sahipsek ondan kurtulmak; nesneyle ilişkimiz sona erdiğinde ise tekrarlamamasını isteriz. Bu üç rahatsız edici duygu genellikle korkuyla karışıktır. Bunlar da mutlu zihin durumları değildir zira nesneden tatmin olmayız. Onu olduğu gibi kabul etmeyiz.

Söz gelimi, kanal tedavisi oluyorsak deneyimimizin nesnesi fiziksel bir acı hissidir. Fakat olumsuz niteliklerini abartmaksızın onu olduğu gibi kabul edersek, işlem sırasında mutsuz olmayız. Acıyı deneyimleme şeklimiz olarak nötr bir his duyabiliriz: bunu işlem sürdüğü sürece kabul eder ve dolayısıyla bir an önce bitmesi için dua etmeyiz. Dişçi frezle işini bitirdiğinde, daha fazla devam etmesini istemeyiz. İşlemin acısını, itim veya çekim veya naiflikle değil, itidal ile karşılarız. Esasında, işlem sırasında gelecekteki diş ağrılarının yol açacağı acıları önlediğimiz düşüncesine odaklanarak mutlu olabiliriz.

Unutmayın ki bir şeyden mutlu veya tatmin olmak bir şeyi ihtiyaç sebebiyle daha fazla veya daha az istemeye engel değildir. Bu bizi asla hiçbir şeyi iyileştirmeye veya kendimizi ya da yaşamdaki hallerimizi iyileştirmeye çalışmayacağımız şekilde pasif yapmaz. Örneğin işle ilgili bir projeyi sonuna kadar götürüp bitirmiş olmakla veya bir ameliyattan sonra iyileşmekle kaydettiğimiz ilerlemeyi kabul edebilir, ondan tatmin duyabilir ve bunun sonucunda mutlu olabiliriz. Fakat ihtiyaç sebebiyle, o âna kadar başardıklarımızdan mutsuz olmaksızın hâlâ yeni ilerlemeler kaydetmeyi isteyebiliriz. Yeterincesine sahip olmadığımız ve daha fazlasına ihtiyaç duyduğumuz doğruysa, aynı durum tabağımızdaki yemek miktarı veya bankadaki paramızın miktarı için de geçerlidir. Yeterince yiyeceğimiz olmamasının veya bankada yeterince paramız olmamasının olumsuz yönlerini abartmaksızın veya daha fazlasına sahip olmanın faydalarını yadsımaksızın, bu konuda mutsuz olmadan da daha fazla yiyecek veya para elde etmek için çaba gösterebiliriz. Bunu başarırsak, bu iyi bir şeydir. Başaramazsak da bunda üzülecek bir şey yoktur; bir şekilde idare ederiz. Fakat denemeye devam ederiz. En önemlisi de, daha fazlasını elde etmeye çalışır ama bunu başarı beklentilerinden veya başarısızlık kaygılarından kaynaklanan zihinsel dağınıklık olmadan yaparız.

Shantideva bunu eserinin sabır hakkındaki bölümünde (VI.10) çok güzel ifade eder:

Çaresi varsa bir şeyin, neden perişan olalım bu yüzden? Yoksa da çaresi, neye yarar perişan olmak bu yüzden? 

Mutluluğun Başlıca Kaynağı Olarak Yapıcı Davranışlar

Uzun vadede mutluluğun ana sebebi yapıcı davranışlardır. Bu, davranışımızın kendimiz ve başkaları üzerindeki uzun vadeli etkisini düşünmeksizin şehvet, bağımlılık, açgözlülük, itim, öfke, naiflik, vs. gibi rahatsız edici duyguların etkisi altında hareket etmekten, konuşmaktan veya düşünmekten imtina etmek anlamına gelir. Mutsuzluğun ana sebebi olan yıkıcı davranışlar, işte bu türde davranışlardan imtina etmemek, aksine bu gibi davranışlarda bulunmaktır. Söz gelimi, hasretle arzulamaya ilişkin olarak, mağazada gördüğümüz bir nesnenin iyi niteliklerini abartır, bunun hukuki sonuçlarını göz ardı ederek, gidip onu çalarız. Öfke söz konusu olduğunda, eşimizin söylediği bir sözün olumsuz niteliklerini abartır ve bunun ilişkimiz üzerindeki olası etkisini göz ardı ederek, ona bağırıp çağırır ve zalimce sözler söyleriz.

Rahatsız edici duyguların etkisi altına girmekten kaçınmaya çalışarak hareket etmek, konuşmak ve düşünmek gelecekte de bu gibi etkilere kapılmaktan kaçınma alışkanlığını geliştirir. Bunun sonucunda, gelecekte rahatsız edici bir duygu doğacak olsa bile kendimize bunu temel alarak hareket etmeyiz; böylece rahatsız edici duygunun gücü nihayetinde zayıflayarak sonunda bir daha doğması neredeyse imkansız hale gelecektir. Öte yandan, rahatsız edici duygular temelinde ne kadar çok hareket edersek, bunlar gelecekte o kadar çok ortaya çıkar ve o kadar güçlü olurlar.

Gördüğümüz gibi, bir nesneyi mutlulukla deneyimlediğimizde onu naiflik, şehvet, bağımlılık, açgözlülük, itim veya öfke gibi rahatsız edici duygular olmaksızın deneyimleriz. Nesneye ilişkin deneyimimiz onun gerçek doğasını olduğu gibi kabul etmeye ve iyi veya kötü noktalarını abartmamaya dayanır. O halde şeyleri bu şekilde deneyimleme tarzı yine insanların, şeylerin veya durumların iyi veya kötü noktalarını abartmaksızın gerçek doğalarını kabul etmeye dayanarak hareket ettiğimiz, konuştuğumuz ve düşündüğümüz yapıcı davranışlarda bulunma alışkanlığından ileri gelir.

Mutluluk Potansiyellerinin Olgunlaşmasına Yönelik Koşullar

Demek ki nesneleri veya düşünceleri – mutlulukla veya mutsuzlukla – deneyimleme tarzımız nesnenin veya düşüncenin kendisi tarafından belirlenmez. Gördüğümüz gibi, önceki uzun süreli davranışlarımızla bu şeylerin olumlu veya olumsuz yönlerini abartmaktan veya yadsımaktan kaçınma alışkanlığını geliştirmişsek, kanal tedavisi yaptırmanın ıstırabını bile mutlu bir zihin durumuyla deneyimleyebiliriz. Mutluluğun tanımına geri gelecek olursak, işlemin bize faydalı olduğunu düşünerek, onu tatmin edici bir biçimde deneyimleriz.

Rahatsız edici duyguların etkisi altında hareket etmekten, konuşmaktan veya düşünmekten kaçınma alışkanlığını ve böylece nesneleri ve düşünceleri mutlulukla deneyimleme potansiyelini geliştirmiş olsak bile, söz konusu potansiyelin olgunlaşarak mutluluk deneyimine dönüşmesi için yine de bazı koşulların gerçekleşmesi gerekir. Gördüğümüz gibi, deneyimimizin nesnesi zorunlu olarak nesneyi mutlulukla mı yoksa mutsuzlukla mı deneyimlediğimizi belirlemez. Bundan ziyade, bir nesneyi mutlulukla deneyimlemek, söz konusu nesne ne olursa olsun, onun olduğu şeyin esas gerçekliğini kabul etme tutumumuza bağlıdır; bu nesne kanal tedavisinin verdiği fiziksel acı hissi veya sevdiğimiz kişiyi görmek şeklinde olabilir. O halde gördüğümüz, duyduğumuz, kokladığımız, tattığımız, fiziksel olarak duyumsadığımız veya düşündüğümüz nesne ne olursa olsun, tutumumuz veya zihin durumumuz o anda kendimizi mutlu veya mutsuz hissetmemiz bakımından kritik öneme sahiptir.

Ayrıca bir nesnenin olduğu şeyin gerçekliğini kabul ettiğimizde ve bu konuda naif olmadığımızda, o zaman nesnenin iyi veya kötü niteliklerini abartmadığımızı veya yadsımadığımızı ve dolayısıyla nesneyi şehvetle, açgözlülükle, bağımlılıkla, itimle veya öfkeyle deneyimlemediğimizi gördük. Dolayısıyla herhangi bir anda mutluluğun olgunlaşmasını tetiklemeye yardımcı olan şey, naif olmamaktır.

Naiflik

Herhangi bir mutsuzluk anında, naifliğimiz illa ki deneyimlediğimiz nesneye ilişkin naif olmakla sınırlı olmayabilir. Naifliğin çok daha geniş bir kapsamı vardır. Naifliğimiz bizzat kendimizi de hedef alabilir. Bir sorunu müthiş bir mutsuzlukla deneyimliyorsak, naiflik yüzünden yalnızca kendimize takılıp kalır ve hatta bu sorunu yaşayan tek kişi olduğumuzu dahi zannedebiliriz.

Örneğin diyelim ki işimizi kaybettik. Gerçek şudur ki dünyada işini kaybetmiş olup şu anda işsiz olan milyonlarca kişi vardır. Durumumuzu örneğin gelip-geçiciliğe ilişkin olarak naif olmaksızın düşünebiliriz. Sebeplerden ve koşullardan doğan tüm fenomenlerin başka sebeplerden ve koşullardan etkileneceğini ve nihayetinde son bulacağını unutmayız. Bunun son derece yardımı dokunabilir. Fakat daha da etkili bir yöntem olarak, düşüncemizin kapsamını daha da genişletebilir ve yalnızca kendimizin değil, bunu yaşayan diğer herkesin de işlerini kaybetmesi sorununu düşünebiliriz. Şöyle düşünmemiz gerekir: “Bu yalnızca benim sorunum değil; bu muazzam sayıda insanın sorunu. Bir çözüme ihtiyaç duyan tek kişi ben değilim; diğer herkes de çözüm arıyor. Herkesin bu gibi sorunların ve mutsuzluğun üstesinden gelmesi gerekiyor.” İşte esasında gerçek budur.

Naif olmayan bu düşünme tarzıyla, kendimize acımak yerine, başkalarına yönelik şefkat (Tib. snying-rje, San. karuna) geliştiririz. Zihnimiz artık kısıtlı bir şekilde yalnızca kendimize takılıp kalmaz, benzer durumdaki diğer herkesi düşünmek suretiyle çok daha açık olur. Başkalarının da kendi sorunlarını yenmelerine yardımcı olma dileğiyle, kendi şahsi sorunlarımızın önemi azalır ve bunlarla nesnel bir şekilde baş edebilecek cesareti ve kuvveti geliştiririz. İşimizi kaybetmeyi elbette istememişizdir ama itidalli bir şekilde durumun gerçekliğini kabul eder ve başkalarını düşünmek suretiyle, şimdi artık onlara yardım etme fırsatına sahip olduğumuz için belki mutlu bile olabiliriz.

Şefkat ve Mutluluk Arasındaki İlişki

O halde şefkat bir nesneyi veya durumu mutlulukla deneyimleme potansiyellerimizi tetiklemeye yönelik temel etmenlerden biridir. Peki ama bu nasıl çalışır? Şefkat başkalarının kendi acılarından ve acılarının sebeplerinden azat olmaları dileğidir; tıpkı kendimiz için de aynısını dilediğimiz gibi. Fakat başkalarının acılarına ve mutsuzluğuna odaklandığımızda, doğal olarak buna üzülür, mutsuz oluruz. Yahut hislerimiz bloke olmuştur ve hiçbir şey hissetmeyiz. Her halükarda, onların acıları bizi mutlu etmez. O halde şefkat nasıl olur da mutlu bir zihin durumunu getirir?

Bunu anlamak için altüst edici (Tib. zang-zing) hisler ile altüst edici olmayan hisleri (Tib. zang-zing med-pa) birbirinden ayırmamız gerekir. Burada bu terimleri tam tanımlarıyla değil, teknik olmayan daha günlük anlamlarıyla kullanıyorum. Aradaki fark, mutluluk, mutsuzluk hissi veya nötr hislerin bizzat hissin kendisine ilişkin olarak naiflik ve zihin karışıklığıyla karışmış olup olmadığıdır. Unutmayın ki genel olarak mutluluğu mutsuzluktan ayırt ederken söz konusu olan değişken, deneyimlediğimiz nesneye ilişkin olarak naif olup olmadığımızdı. Burada ise, söz gelimi mutsuzlukla deneyimlediğimiz bir nesnenin niteliklerini abartmıyor veya yadsımıyor olsak bile, bu mutsuzluk hissini yine de bir tür katı ve hakikaten var olan “şey” haline getirebiliriz; kafamızın üzerinde asılı duran kara bir bulut gibi. Sonra bu hissin olumsuz niteliklerini abartır ve bunun örneğin “korkunç bir depresyon” olduğunu hayal eder ve onda hapsolduğumuzu düşünürüz. Bu durumda, naiflik mutsuzluk hissini olduğu gibi kabul etmemektir. Sonuç itibarıyla, mutsuzluk hissi yoğunluğu değiştikçe kendi de anbean değişen bir şeydir: başka bir şeyden etkilenmeden, hakikaten kendi başına var olan bir tür yekpare ve katı bir nesne değildir.

Başkalarının acılarını düşünürken hiçbir şey hissetmediğimiz durumu da benzer bir analize tabi tutabiliriz. Bu durumda, kendimizi üzgün veya mutsuz hissetmenin olumsuz niteliğini abarttığımızda, hissetmekten korkar ve bloke ederiz. Sonrasında nötr bir his duyarız; ne mutsuzluk ne mutluluk hissederiz. Fakat daha sonra bu nötr hissi de abartır; bunu katı ve somut bir şey olarak, içimizde oturan büyük ve katı bir “hiçbir şey” olarak hayal ederiz; bu da içtenlikle bir şey hissetmemizi engeller.

Şefkat geliştirmek için, başkalarının içinde bulunduğu güç durumların, örneğin işimizi kaybettiğimizde bizim de içinde bulunduğumuz durum gibi, üzücü olduğunu yadsımamak önemlidir. Bu üzüntüyü hissetmekten korkmak veya onu bloke etmek ya da bastırmak sağlıksız olur. Bu üzüntüyü hissetmemiz gerekir ama başkalarının acılarıyla empati kurabilmek, başkalarının acılarından özgür olmalarını derinden ve samimiyetle dilemek ve bunun üstesinden gelmelerine yardımcı olmaya çalışacak sorumluluğu üstlenmek için, altüst edici olmayan bir şekilde hissetmemiz gerekir. Budizm’i n nasihati kısaca şudur: “Hissettiğiniz üzüntüyü katı ve somut bir ‘şey’ haline getirmeyin; bunu büyütmeyin.”

Zihni Sessizleştirmek

Üzüntüyü altüst edici olmayan bir şekilde deneyimlemek için, zihnimizi her tür zihinsel dağınıklıktan ve donukluktan kurtararak sessizleştirmemiz gerekir. Zihinsel dağınıklık söz konusu olduğunda, dikkatimiz dışarıdan gelen rahatsız edici düşüncelere kayar; örneğin kaygı, kuşku, korku dolu düşünceler veya daha hoşumuza gideceğini umduğumuz beklentilerle dolu düşünceler. Zihinsel donukluk söz konusu olduğunda, zihinsel bir sis bulutunda kaybolur ve hiçbir şeye dikkat etmez oluruz.

Budizm zihin durumlarımızı zihinsel dağınıklıktan ve donukluktan kurtarma yöntemleri konusunda oldukça zengindir. En temel yöntemlerden biri nefesimize odaklanmak suretiyle sakinleşmektir. Zihinsel dağınıklık ve donukluk minimum düzeyde olduğunda, zihinlerimiz de sakin ve dingin olur. Böyle bir durumda, başkalarının sorunlarına ve acılarına ve bizim de onlar hakkındaki hislerimize yönelik her türlü abartıyı, itimi veya kayıtsızlığı da daha kolaylıkla yatıştırabiliriz. O zaman başlangıçta kendimizi üzgün hissetsek bile, bu durum altüst edici değildir.

Fakat nihayetinde zihnimiz daha da rahatlayıp sakinleştiğinde, doğal olarak hissettiğimiz mutluluğun düzeyi de düşük olur. Sakin bir zihinsel ve duygusal durumda, zihnin doğal sıcaklığı ve mutluluğu kendini gösterir. Yapıcı davranışlarda bulunmak suretiyle mutluluk deneyimleye yönelik yeterince güçlü potansiyeller geliştirmişsek, sakin zihin durumumuz bunların da olgunlaşmak üzere tetiklenmelerine yardımcı olur.

Sevgi Geliştirmek

Daha sonra bu mutluluğu sevgi (Tib. byams-pa, San. maitri) düşünceleriyle güçlendiririz. Sevgi başkalarının mutlu olmaları ve mutluluğun sebeplerini haiz olmaları dileğidir. Böyle bir dilek, şefkatli sempatinin doğal sonucudur. Bir kimsenin ıstırabı ve kederi bizi üzse de, bilfiil onun mutlu olmasını dilerken bu şekilde hissetmek güçtür. Kendimizi düşünmeyi bırakıp bunun yerine bir başkasının mutluluğuna odaklanırsak, kalbimiz doğal olarak sıcaklıkla dolar. Bu da bize kendiliğinden hafif bir neşe hissi verir ve yapıcı davranışlarımızla uzun bir süre boyunca geliştirdiğimiz daha bile fazla mutluluk potansiyelini tetikleyebilir. Böylelikle, sevgi özverili ve samimi olduğunda, buna altüst edici olmayan hafif bir mutluluk eşlik eder ve üzüntümüz kaybolur. Başı ağrıyan bir anne veya baba hasta çocuğunu teskin ederken kendi ıstırabını nasıl unutursa, aynı şekilde bir kimsenin talihsizliği karşısında hissettiğimiz üzüntü de biz ışıl ışıl sevgi düşünceleri saçarken kaybolur.

Özet

Kısaca, Budizm’e göre en temel mutluluk kaynağı şehvet, açgözlülük, itim ve öfke gibi hepsi de naiflikten kaynaklanan rahatsız edici duyguların ve tutumların etkisi altında yıkıcı bir biçimde hareket etmekten, konuşmaktan veya düşünmekten imtina etme alışkanlığı geliştirmektir. Bu gibi yapıcı davranışlar zihinsel devamlılıklarımızda gelecekte mutlu olma potansiyellerini geliştirir. Deneyimlediğimiz herhangi bir nesnenin veya durumun – nesne veya durum ne olursa olsun – iyi veya kötü niteliklerini veya bu deneyimimize eşlik eden mutluluk veya mutsuzluk düzeyini abartmamak veya yadsımamak suretiyle bu potansiyellerin olgunlaşmasını tetikleyebiliriz. Naiflik ve dolayısıyla bağımlılık, itim veya kayıtsızlıktan kurtulduğumuzda, zihnimizi de zihinsel dağınıklıktan ve donukluktan kurtararak sessizleştirmemiz gerekir. Zihnimizi bilhassa kaygılardan veya beklentilerden kurtarmamız gerekir. Bu dingin ve sakin zihin durumunda, daha baştan düşük bir düzeyde mutluluk hisseder ve daha da büyük bir mutluluk hissetmeye yönelik potansiyelleri tetikleriz.

Daha sonra dikkatimizi başkalarının sorunlarına ve onların nasıl bizden de daha kötü durumlarda olabileceklerine vererek zihnimizi açarız. Yalnızca kendimizi düşünmekten vazgeçeriz. Diğer herkes de acılarından azat olabilse bunun ne kadar harikulade olacağını ve onların bunu başarmalarına yardımcı olabilirsek bunun ne kadar müthiş bir şey olacağını düşünürüz. Bu güçlü şefkat doğal olarak sevgi hissini, yani başkalarının mutlu olması dileğini doğurur. Onların mutluluğunu düşünmek kendi mutluluk potansiyellerimizin daha da fazlasının olgunlaşmasını tetikler.

Bu şefkat ve sevgi düşünceleriyle birlikte, düşüncelerimizi böylece Buddhalara veya başka büyük yardımsever kişiliklere çevirebiliriz. Onları örnek almak suretiyle, başkalarına gerçekten yardımcı olmaya çalışma sorumluluğunu üstlenecek esin (Tib. byin-gyis rlabs, San. adhisthana) kaynağını buluruz. Bu da bizim yalnızca başkalarının sorunlarıyla değil, kendi sorunlarımızla da mücadele etme gücünü ve cesaretini kazanmamıza yardımcı olur – ama yine burada da bunları abartmadan veya başarısızlık kaygılarına ya da başarı beklentilerine kapılmadan yapmamız gerekir.

Top