Bir Durumun Gerçekliğini Gözden Geçirmenin Önemi
İçsel huzur, zihinsel sükûnete bağlıdır. Fiziksel deneyim her zaman zihinsel huzuru belirlemez. Eğer zihinsel huzura sahipsek, o zaman fiziksel boyut çok da önemli olmaz.
Peki, içsel huzuru dua yoluyla mı geliştiririz? Hayır, sanmıyorum. Fiziksel egzersizle mi? Hayır. Sadece bilgi edinerek mi? Hayır. Duygularımızın sesini boğarak mı? Hayır. Ama zorlayıcı bir durumla karşılaştığımızda, eğer tam bir farkındalık içinde olası bir eylemin ve sonuçlarının yarar ve zararlarını değerlendirerek durumla yüzleşebiliyorsak, o halde zihinlerimiz rahatsız değildir ve bu bir içsel huzur halidir.
O halde, şefkat ve gerçekçi bir yaklaşıma sahip olmak son derece önemlidir. Beklenmedik gelişmeler ortaya çıkıp bizde büyük çapta korkuya neden olduğunda, bunun nedeni gerçekçi olmayan halimizdir. Aslında tüm neticelere göz atmamışızdır ve demek ki ortada bir farkında olmama ve anlamama hali vardır. Korkumuz yeterince inceleme yapmamış olmamızdan ileri gelir; yukarı ve aşağı dâhil tüm yönlere bakarak resmin bütününü görmemiz gerekir. Gerçeklik ve görünüm arasında daima bir boşluk bulunur; durumu her yönden incelememiz gerekir.
Bir şeye baktığımızda onun olumlu mu olumsuz mu olduğunu görmek mümkün değildir. Ama ancak [o şeyi bütünüyle inceler ve] o şeyin hakkındaki hakikati kavrarsak, olumlu mu olumsuz mu olduğunu değerlendirebiliriz. O halde içinde olduğumuz durumların mantıklı bir değerlendirmesini yapmamız gerekir. Eğer incelemeye arzulardan başlarsak, “Bu ve şu sonucu istiyorum,” diye; o zaman incelememiz önyargılı olacaktır. Hindistan’ın Nalanda Okulu her zaman kuşkucu olmamızı ve din dâhil tüm alanları objektif bir biçimde araştırmamızı söyler.
Zihnimizi Başkalarına Açmanın Önemi
Şimdi, huzur eksikliği ve tatminsizliğe gelirsek; bunlar aşırı benmerkezci motivasyonun ürünüdür. Bir bireyin acıyı gidererek mutluluğa ulaşmaya hakkı vardır. Ama sadece kendimizi düşünürsek, zihin olumsuz hale gelecektir. O zaman ufak bir sorun kocaman hale gelir ve dengemizi yitiririz. Başkalarına da kendimize verdiğimiz kadar değer verirsek, zihnimiz de daha açık ve geniş olacaktır. Sonuç olarak da ciddi bir sorun bile o kadar mühim gözükmeyecektir. Demek ki duygularımız olaylara hangi kapsamda baktığımızla büyük oranda farklılık gösterir.
Öyleyse, huzurlu olabilmek için gereken iki önemli unsur vardır. İlki; gerçekliğin farkındalığıdır. Eğer olaylara gerçekçi bir biçimde yaklaşabilirsek, beklenmedik sonuçlar da olmayacaktır. İkincisiyse; “içsel kapılarımız”ı açan şefkattir. Korku ve kuşku bizi başkalarından uzaklaştırır.
Dış Görünüşümüze Karşı Kayıtsız Olmak
[Huzurumuzu yitirmemize neden olan bir diğer husus da dış görünüşümüzdür.] Pekin’i ilk ziyaret ettiğimde, pek deneyimim yoktu. Biraz gergin ve endişeliydim. Ama sonra bazı insanları gördüm; kendi görünüşleriyle fazlasıyla meşgul olanların yüzleri, bir şeyler ters gittiğinde kıpkırmızı oluyordu. Eğer açık ve bir şeylerin ters gitmesine aldırmıyorlarsa; sorun yoktu.
Mesela, 1954 yılında Pekin’deyken Hindistan Büyükelçisi beni görmeye odama ziyarete geldi. Çinliler çiçekler, meyveler ve daha bir sürü şeyle hazırlık yapmışlardı ve Çinli bir tercümanımızın olmasında ısrar ettiler. Kendi memurlarımdan bazılarının İngilizce bilmesine rağmen, konuşma Tibet dilinden Çince’ye ve Çince’den İngilizce’ye devam etti. Bir zaman sonra bir meyve yığını devrildi ve o âna kadar oldukça donuk ve resmi olan Çinli görevliler, dizlerinin ve ellerinin üzerine çökerek yerde emeklemeye başladılar. Eğer görünüşlerine aldırmasalardı bir sorun yoktu ama bu durum onlar için çok utanç vericiydi.
Bir keresinde Mexico City’deki bir dinlerarası diyalog toplantısında Japon bir rahip vardı. Elindeki tespihin ipi kopmuştu. Tesbihin tüm boncukları yere saçılmış olsa da tesbihini çekmeye devam etti; çünkü onları yerden toplayamayacak kadar utanmıştı. Görünüşünü fazlasıyla önemsediği için çok rahatsız olmuştu.
Her neyse; şefkat, özveri, açıksözlülük, dürüstlük – bunlar içsel sükûnet ve dış görünüşümüzle ilgili endişelenmemek için oldukça önemli. Özel olduğumu asla söylemiyorum; ama deneyimlerime göre binlerce kişinin önünde nasıl davranmam gerektiğine dair hiçbir endişe duymuyorum. Bunun gibi konferanslarda binlerce kişiyle konuşuyorum ve bu benim için birkaç kişiyle konuşmak gibi. Eğer bir hata yaparsam, unutuyorum, sorun değil. Eğer başkaları hata yaparsa da aynı, sadece gülümsüyorum.
İçsel Dönüşüm
İçsel dönüşüme gelirsek; içsel dönüşüm, duygusal bir boyuttan söz etmek demektir. Yaşla birlikte doğal olarak gelen veya dış koşullarla şekillenen çeşitli içsel dönüşümler vardır. Bu tarz dönüşümler otomatik biçimde olur. Diğerleri belli bir çaba sarfetmekle olur ve bizim de gerçekleştirmek istediğimiz budur: İsteklerimiz doğrultusunda içsel bir dönüşüm gerçekleştirmek. Asıl anlamı budur.
Şimdi; bir sonraki hayatımızdan, selamete ermekten veya cennetten değil, bu hayatta tüm zorluklara ve sorunlara rağmen nasıl daha mutlu ve sakin kalabileceğimizden bahsediyoruz. Bunun için ele almamız gereken asıl unsurlar öfke, nefret, korku, kıskançlık, şüphe, yalnızlık, stres vs.’dir. Tüm bunlar en basitinden sahip olduğumuz zihinsel tutumlarla ilişkilidir. Bunlar çok fazla benmerkezci olmamızdan kaynaklanır. Bizim için, bunları deneyimlediğimizde kendimiz en mühim şeydir ve bu kıskançlık yaratır. Kendimizle bu kadar böbürlendiğimizde en ufak rahatsızlık bile öfkeye neden olur ve bu öfkeden de korku ortaya çıkar. Başkalarını önemsemeyiz, sadece kendimize önem veririz. Ve başkalarının da sadece kendilerini önemsediğini ve bizi hiç umursamadıklarını düşünürüz; bu yüzden de kendimizi yalnız hissederiz. “Başkalarına güvenemem,” diye düşünürüz ve başkalarının önünde, yanında hatta arkamızda olanlara karşı bile şüpheci oluruz.
Esasen, bunun üzerine düşündüğümüzde, insanlar doğası gereği sıcakkanlı ve dostcanlısıdır. Dostluk eli uzattığımızda çoğu kişi olumlu karşılık verir. Endişe gibi olumsuz duygulara gelince; bunlara karşı durmak için bazı tedbirler almamız gerekir. Örneğin, eğer hava çok sıcaksa dereceyi düşürürüz veya karanlıktan şikâyet ediyorsak ışık yakmaktan başka çare yoktur. Bu fiziksel düzeyde doğrudur. Değişim sadece tersini uyguladığımızda gerçekleşir – doğasından ötürü. Ama bu yalnızca fiziksel düzeyde değil, zihinsel olarak da böyledir. O halde kendi görüş veya bakış açımızı tersiyle değiştirmemiz gerekir. [Örneğin benmerkezciliğe ve şüpheye karşı başkalarını düşünmek ve dostcanlısı olmak gibi.]
Sarı renkli bir çiçeği örnek alalım. Eğer ben bir nedenle “Bu beyazdır,” deyip sonra sarı olarak değerlendirirsem, burada birbiriyle çelişen iki bakış açısı vardır. İkisi bir arada değerlendirilemez. Sarı rengi algıladığımda beyaz rengin algısı ortadan kaybolur. Birbirlerinin tam olarak zıddıdırlar. O halde, içsel dönüşümü sağlamak için uygulanabilir yöntemlerden biri, tam tersi bir zihin durumu ortaya koymaktır.
Bir diğer güçlük de salt bilgisizlik olabilir. Bunun karşı kuvveti de etüd etmek, analiz ve araştırma yapmaktır; zira bilgisizliğin kaynağı gerçeği görmemektir. Öyleyse, bilgisizliğin karşı kuvveti, analiz yetisidir. Benzer biçimde, kendini her şeyden değerli görmenin karşı kuvveti de başkalarını düşünmedir ve bu zihni eğitmeyi [ya da tutumlarımızı değiştirmeyi] olanaklı kılar.
Seküler Etik
Zihni nasıl eğiteceğimize [ya da tutumlarımızı nasıl değiştireceğimize] gelirsek, burada soru bunun için ruhaniliğe ve dine ihtiyacımız olup olmadığıdır ki ben temelde bunun dinle hiç ilgisi olmadığını düşünüyorum.
Ruhanilik içinse, hoş, bunun iki türü vardır: biri din ve inançla ve diğeri de onlar olmadan. Bu ikincisine ben “seküler etik” adını veriyorum. “Seküler” dinin reddi anlamına değil; tüm dinlere karşı eşit bir tutum göstermek ve hepsine saygı duymak anlamına gelir. Örneğin Hindistan anayasası tüm dinlere karşı saygılıdır, yani seküler bir anayasadır. Bu yüzden Hindistan’da Parsi ve Zerdüşt cemaatleri oldukça ufak da olsa – Hindistan’ın birkaç milyarlık nüfusuna oranla yalnızca bir kaç yüz bin üyeleri vardır – orduda ve politik düzlemde eşit konuma sahiptirler.
Seküler etikten bahsettiğimizde, bu herhangi bir inancı olmayanların sahip olduğu etiği de kapsar. Seküler etiği temel alarak etik ve saygıyı, hayvanları da kapsayacak şekilde genişletebiliriz. Seküler ruhaniliğin bir parçası da çevreye karşı duyarlı olmaktır. Öyleyse, seküler olarak, zihnimizi geliştirmemiz, seküler etik anlayışımızı beslememiz gerekir. Gezegendeki altı milyar insan bunu yapmalıdır. Dinî sistemler, bu seküler etik anlayışının gelişmesi için yardımcı olabilirler; zira bunlar da bahsedilen gelişim için ek araçlardır, kesinlikle bu gelişimi indirgemeye yönelik değildirler.
Ve ayrıca, seküler etikten bahsettiğimizde hizipsel olmayan bir tutumdan söz ediyoruz. Eğer herhangi bir dine mensup dindar bir kişi bu seküler etik için çalışırsa, gerçekten inançlı bir uygulayıcı olur. Eğer bunu yapmazlarsa, kilise, sinagog veya camiye de gitseler, samimi inanca sahip birer uygulayıcı olduklarından süphe duyarım.