Hint Alt Kıtasına İlk Müslüman Akını

Doğu-Batı Ticaret Yollarının Durumu

Çin’den Batı’ya giden İpek Yolu’nun karasal bölümü Doğu Türkistan’dan Batı Türkistan’a geçiyor, Soğd ve İran’dan geçerek Bizans’a ve Avrupa’ya ulaşıyordu. Alternatif bir yol ise Baktriya, Kabil ve Gandhara’nın Pencap bölgesi üzerinden Batı Türkistan’dan geçiyor, daha sonra gemilerle İndus Nehri üzerinden Sind’e inerek Umman Denizi’ne ve Kızıl Deniz’e ulaşıyordu. Çin ve Orta Asya ticareti Gandhara’dan kuzey Hindistan’a da devam ediyordu.

 Yedinci Haritayı: İpek Yolu
Yedinci Haritayı: İpek Yolu

İpek Yolu Çin’den Sind limanlarına kadar Budist manastırlarıyla doluydu. Bunlar tüccarlar için dinlenme tesisleri teşkil ediyor ve borç sermaye sağlıyordu. Ayrıca Çin’den gelen yarı değerli taşları kesen ruhban olmayan Budist zanaatkarları barındırıyorlardı. Manastırlara başlıca mali desteği Budist tüccarlar ve zanaatkarlar sağlıyordu. Dolayısıyla, ticaret Budist topluluğun temel geçim kaynağını teşkil ediyordu.

İran Arapların eline geçmeden önce İran’a egemen olan Sasaniler karayoluyla kendi topraklarından geçerek taşınan tüm mallar için yüksek bir gümrük vergisi alıyorlardı. Bu sebeple Bizanslılar deniz yoluyla Sind’den Etiyopya’ya geçip oradan karayoluyla devam eden daha az maliyetli yolu kullanmayı tercih ediyorlardı. Fakat 551’de Bizans ipek böcekçiliğiyle tanıştığında Çin ipeğine olan talep düşüşe geçti. Yedinci yüzyılda Arapların gerçekleştirdikleri askerî seferler de İran’dan geçen ticaret karayolu tekrar güvenli hale gelene kadar ticareti baltaladı. Sekizinci yüzyılın başında Han Çinli hacı Yijing, Çin’den Sind’e olan ticaretin Orta Asya’da Emevîler, Tang Çinlileri, Tibetliler, Doğu Türkleri, Türki Şahlar ve Türgişler arasındaki bitmek bilmeyen savaşlar nedeniyle ağır darbe aldığını kaydetmiştir. Bunun sonucunda, Çin malları ve hacılar Malakka Boğazı ve Sri Lanka üzerinden öncelikli olarak deniz yoluyla seyahat ediyorlardı. Dolayısıyla, Emevî istilasının arifesinde Sind’deki Budist topluluklar zor zamanlardan geçmekteydi.

Sind’in İstilası

Emevîler, halifeliklerinin ilk yılları boyunca birçok kez Hint alt kıtasını istila etmeye teşebbüs etmişti. Kuşkusuz, başlıca hedeflerinden bir tanesi ticaret yolunun İndus Nehri vadisinden Sind’in deniz limanlarına inen dalının kontrolünü ele geçirmekti. Gandhara’yı Türki Şahilerin elinden almayı asla başaramadıklarından, onların bölgesinden geçerek Hayber Geçidi üzerinden alt kıtaya girmeye de muvaffak olamadılar. Tek alternatifleri Gandhara’nın etrafından dolanarak Sind’i güneye almak suretiyle Gandhara’ya iki cepheden birden saldırmaktı.

Sekizinci Haritayı: Sind ve Baktriya’ya Emevî Seferleri
Sekizinci Haritayı: Sind ve Baktriya’ya Emevî Seferleri

Sind’i ele geçirmeye yönelik ilk teşebbüsler başarısızlığa uğradı. Bununla beraber Araplar, 711 yılında, Semerkant’ı almalarıyla yaklaşık olarak aynı zamanlarda, nihayet amaçlarına ulaştılar. Bu sırada Emevî İmparatorluğu’nun günümüz doğu İran’ı, Belucistan (Makran) ve güney Afganistan’ı da içeren en doğu illerinin valisi Haccac bin Yusuf’tu. Bin Yusuf, yeğeni ve damadı olan komutan Muhammed bin Kasım’ı hem kara hem denizden iki yönlü olarak saldırmak üzere, yirmi bin askerle Sind’e gönderdi. İlk hedef günümüz Karaçi’si yakınlarındaki Debal kıyı kentiydi.

O sırada Sind’in Hindular, Budistler ve Jainlerden oluşan karma bir halkı bulunuyordu. Xuanzang burada yirmi altı bin keşişle birlikte dört yüzün üzerinde Budist manastırı bulunduğunu kaydetmiştir. Kentsel tüccar ve esnaf sınıfının büyük bölümünü Budistler teşkil ederken, Hindular genellikle kırsal alanda çiftçilik yapıyorlardı. Bölgeyi kırsal kökenli bir Hindu brahmin olup devlet yönetimine el koymuş olan Chach yönetiyordu. Chach, tarıma destek veriyor ve ticareti korumakla ilgilenmiyordu.

Hindular, siyasi ve dinî liderleriyle birlikte, muazzam Emevî ordusuyla çarpışmış savaşçı bir kasta sahipti. Oysa hiçbir savaş geleneği veya kastı bulunmayan ve Chach’ın politikalarından memnun olmayan Budistler yıkımdan kaçınmaya ve karşı koymadan teslim olmaya hazırdı. Komutan bin Kasım’ın orduları galip geldi ve anlatılana göre yerel halkın büyük bir kısmını katlederek kuvvetli direnişlerine ceza olarak şehre büyük zarar verdiler. Bu kayıtların ne derece abartılı olduğunu bilmek güçtür. Sonuçta Araplar, Sind’den geçen ticareti artırmak ve bundan kazanç sağlamak için mali bakımdan güçlü bir Sind’i korumak istiyorlardı. Bununla beraber, Emevîler başlıca Hindu tapınağını yerle bir ederek yerine bir cami dikmişlerdir.

Emevî kuvvetleri daha sonra günümüz Pakistan Haydarabad’ı yakınlarındaki Nirun’a sefere çıktılar. Şehrin Budist valisi kendi isteğiyle teslim oldu. Fakat burayı ele geçiren Müslümanlar, yine timsal olsun diye, burada da başlıca Budist manastırının yerine bir cami inşa ettiler. Şehrin geri kalanına zarar vermediler.

Hem Budistler hem de Hindular Araplarla işbirliği yapmakla beraber, Budistler Hindulardan daha çok işbirliği yapmıştır. Böylece, Sind kasabalarının üçte ikisi karşı koymadan istilacılara teslim olarak antlaşma yaptılar. Direnç gösterenler saldırıya uğrayarak cezalandırıldı; teslim olan ya da işbirliği yapanlar ise hem güvenliğe hem de din özgürlüğüne kavuştu.

Sind’in İşgali

Vali Haccac’ın rızasıyla, komutan bin Kasım hoşgörü politikası gütmeye başladı. Budistlere ve Hindulara korunan vatandaş (zimmi) statüsü verildi. Emevî halifesine sadık oldukları ve cizye ödedikleri müddetçe inançlarını pratik etmelerine ve toprakları ile mülklerini ellerinde tutmalarına izin veriliyordu. Pek çok Budist tüccar ve esnaf ise kendi istekleriyle İslam’ı benimsemişlerdir. Müslüman mahallelerden rakipler çıkmaya başladıkça, din değiştirip daha az vergi ödemenin avantajlı olacağını düşündüler. Zimmi tüccarların cizye vergisine ek olarak tüm mallar için çifte gümrük ödemeleri gerekiyordu.

Diğer yandan, komutan İslam’ı yaymakla belli ölçüde ilgilenmekle beraber, bu onun esas meselesi değildi. Elbette din değiştirip İslam’ın benimsenmesini hoş karşılıyordu ama en öncelikli derdi siyasi iktidarı kaybetmemekti. Haccac’a askerî seferin muazzam masrafları ve önceki askerî yenilgilerden kaynaklanan borcunu ödemek için mümkün olduğunca çok kazanç elde etmesi gerekiyordu.

Arap komutan amacına yalnızca cizye, toprak ve ticaret vergileriyle değil, aynı zamanda Budistlerin ve Hinduların kendi kutsal mekanlarını ziyaret etmek için ödemek zorunda oldukları bir hac vergisiyle ulaşıyordu. Bu durum belki de Sind’in Budist keşişlerinin, kuzeydeki Gandhara’daki emsalleri gibi, bu dönemin yoz bir âdeti olan hacılardan tapınaklara giriş ücreti alma alışkanlıkları olduğunu ve Emevîlerin de bu gelire el koyduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, Müslümanlar çoğunlukla Sind’de başka Budist veya Hindu tapınağı ya da buralarda saklanan resim veya kutsal emanetleri yok etmemişlerdir zira bunlar hacılar için bir ilgi merkezi teşkil ediyor ve gelir getiriyordu.

Saurashtra Seferi

Bu dönemde batı Hindistan’daki en büyük Budist etkinlik merkezi, günümüz Gujrat’ında doğu Saurashtra’nın sahillerinde yer alan Valabhi’de bulunuyordu. Bölge, Ak Hunların eline geçmeden önceki çöküş döneminin sonunda Birinci Gupta İmparatorluğu’ndan ayrılan Maitraka Hanedanlığı (480 – 710) tarafından yönetiliyordu. Xuanzang’a göre, bölgede yüzün üzerinde manastır ve altı bin keşiş bulunuyordu.

Bu kurumların en büyüğü keşişlerin yalnızca Budist dinî konularını değil, tıp ve seküler bilimleri de içeren kapsamlı bir eğitim gördüğü muazzam bir manastır üniversitesi olan Duddha Vihara Kompleksi’ydi. Buradan mezun olanların pek çoğu Maitrakalar için devlet hizmetine giriyordu. Kralları ise manastırların her birine manastırı desteklemeleri için birkaç köy veriyordu. Han Çinli hacı Yijing, Maitraka egemenliğinin son yıllarında Valabhi’yi ziyaret ederek onun süregelen muhteşemliğine tanıklık etmiştir.

Sind’in istila edilmesinden bir yıl önce, 710’da Maitraka krallığı dağılarak büyük kısmının başına Raştrakutalar (710 – 775) geçti. Yeni hükümdarlar kendilerinden öncekilerin yaptığı gibi Budist manastırları himaye etmeyi sürdürdüler. Duddha Vihara’daki eğitim programlarına dokunulmadı.

Çok geçmeden komutan bin Kasım Saurashtra’ya seferler düzenlemeye başladı ve orduları Raştrakuta hükümdarlarıyla barışçıl antlaşmalar yaptılar. Orta Hindistan’dan Bizans’a ve Avrupa’ya deniz ticareti Saurashtra limanlarından geçiyordu. Araplar, bilhassa da Hintlilerin buradaki ticareti Sind limanlarından kaçınmak için Gandhara’dan başka yöne çevirmek istemelerine karşı burayı da vergilendirmek istiyordu.

Müslüman askerler, bu dönemde Valabhi’deki Budist kurumlarına hiçbir zarar vermedi. Bunlar gelişmeye ve Sind’den gelen mülteci keşişleri barındırmaya devam etti. Takip eden yıllarda gelen trafiği karşılayabilmek için Valabhi’de pek çok yeni manastır yapıldı.

Sind Seferi’nin Değerlendirmesi

Sind’deki Budist manastırlarının Emevîler tarafından yakılıp yıkılması, işgal döneminin başına has ve ender bir olay gibi görünmektedir. Galip gelen komutanlar direnişi cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla bu emirleri vermiştir ve bu durum kuralı teşkil etmemektedir. İlerleyen zamanlarda Saurashtra gibi bölgeler karşı koymadan teslim olduklarında Emevî kuvvetleri manastırları rahat bırakmıştır. Müslüman Araplar Budizm’i ortadan kaldırmak konusunda kararlı olsalardı, bu dönemde Valabhi’ye dokunmazlık etmezlerdi. O halde, Budist manastırlarına karşı yürütülen şiddet eylemlerinin çoğunlukla dinsel değil, siyasi sebepleri olduğu sonucuna varabiliriz. Elbette olaylara katılan münferit bireylerin kendi kişisel motivasyonları da rol oynamış olabilir.

Komutan bin Kasım, Sind’de yalnızca üç yıl geçirdikten sonra Haccac’ın sarayına geri dönerek, Budistlerin ve Hinduların dinlerini kazanç için sömürmek şeklindeki pragmatik politikasını uygulama vazifesini emrinde çalışanlara bıraktı. Fakat gidişinden çok kısa bir süre sonra, yerel Hindu yöneticilerin bölgenin çoğunun hakimiyetini geri kazanmasıyla, Arapların elinde büyük Sind şehirlerinden yalnızca birkaçı kalmış oldu.

Emevîlerin Baktriya’yı Tekrar Ele Geçirmesi

715’te yeğeninin Sind’deki başarısından cesaret bulan Vali Haccac, Komutan Kuteybe’yi kuzey doğu İran’a saldırmak suretiyle Baktriya’yı geri almaya gönderdi. Komutan galip geldi ve sonrasında önceki başkaldırıya ceza olarak Nava Vihara’ya ağır hasar verdi. Pek çok keşiş doğuya doğru Keşmir’den Hotan’a kaçtı. Karkota kralı Lalitaditya (hükümdarlık dönemi 701 – 738), Baktriyalı Budist nazırının teşvikiyle, bu büyük eğitimli mülteci akınını karşılamak üzere Keşmir’de pek çok yeni manastır yaptırdı. Bunlar Keşmir’deki Budizm’in düzeyini son derece yükselmiştir.

Nava Vihara hızla düzelerek eski haline döndü ve çok geçmeden önceki gibi işlemeye başladı; bu durum Müslümanların Baktriya’daki Budist manastırlarına verdikleri zararın dinsel gerekçelerle yapılmamış olduğunu göstermektedir. Öyle olsaydı, Nava Vihara gibi bir kurumun yeniden inşasına izin vermezlerdi.

Emevîlerin Baktriya’da Türki Şahları ve bunların Tibetli müttefiklerini yenmelerinden sonra Tibetliler taraf değiştirerek siyasi menfaat için bu sefer Araplarla bir oldular. Yirmi iki yıl önce kaybetmiş oldukları Doğu Türkistan’ın vaha kentlerini geri almak için kurdukları diğer ittifaklar başarısızlığa uğramış olan Tibetliler, kuşkusuz Emevîlerle İpek Yolu’nu ele geçirip kontrolünü de paylaşmayı umuyorlardı. Görünüşe göre, söz konusu olan gücünü yaymak ve devletin hazinesini doldurmak olduğunda, dinsel farklar hiçbir rol oynamıyordu.

Komutan Kuteybe, Tibetlilerin yardımıyla, daha sonra Türgişlerin elinden Fergana’yı aldı ama yine Türgişlerden Kaşgar’ı almak üzere bir harekat başlatmak üzere hazırlanırken çatışmada öldü. Araplar bir daha asla doğu Türkistan’a ilerleme fırsatı bulamadılar.

İslam’ı Yaymaya Yönelik İlk Girişimler

Önceki Emevî halifelerinin dinsel hoşgörüye dayanan genel eğilimlerine karşın, II. Ömer (717 – 720) İslam’ı uzak diyarlara ruhani öğretmen (Arap. ulama) göndermek suretiyle yayma politikası başlattı. Fakat Ömer oldukça zayıf bir konumda bulunuyor ve politikasını katı bir şekilde uygulayamıyordu. Söz gelimi Halife, Sind’de yerel liderlerin ancak din değiştirip İslam’ı benimsemek kaydıyla yöneticilik yapabileceklerini ferman etti. Fakat bu dönemde Emevîler Sind üzerindeki etkin siyasi hakimiyetlerini kaybetmiş olduğundan, kararına genellikle kulak asılmadığı gibi kendisi de meseleyi zorlamadı. Din değiştirmiş Müslümanlar Sindli Budist ve Hindularla uyum içerisinde yaşıyordu ve bu eğilim Emevî hükümdarlığının çöküşünden sonra bile devam etti. Bunu izleyen yüzyıllarda kuzey Hindistan’daki Pala Hanedanlığı’na (750 – on ikinci yüzyıl sonu) ilişkin kayıtlarda hâlâ Sindli Budist keşişlerden bahsedilmektedir.

II. Ömer ayrıca tüm Emevî müttefiklerinin İslam’ı benimsemesini ferman etti. Bunun üzerine Tibet imparatorluk sarayından Tibet’e gelip bu yeni inancı anlatacak bir öğretmen talep eden bir sefir gönderildi. Halife, el-Salit bin Abdullah el-Hanefi’yi gönderdi. Bu öğretmenin Tibet’te kişilere din değiştirerek İslam dinini benimsetme konusunda kaydedilmiş hiçbir başarısı olmadığı gerçeği, Emevîlerin dinlerini yayma çabalarında çok ısrarlı olmadıklarını göstermektedir. Hatta Emevîler için Arap aşiretçiliği çokkültürlü bir İslam toplumu oluşturmaktan çok daha büyük önem taşıyordu. Orta Asya’da ele geçirdikleri her yerde dinlerini ve kültürlerini nakletmeyi öncelikle kendileri için yaptılar.

Tibet’in bu Müslüman öğretmeni çok kayda almamasının başka sebepleri de bulunuyordu. Bunların bizzat İslam’ın doktrinleriyle pek ilgisi bulunmuyordu. O halde Tibet’te İslam ve Budizm arasındaki bu ilk karşılaşmanın siyasi arka planına daha yakından bakalım.

Top