Manevi Bir Hedef İçin Çalışmak
Manevi bir hedefe doğru ilerlemenin iki yolu vardır:
- İnanç temelli olarak – bu hedefe ulaşmanın mümkün olduğuna inanıyoruz. Bu inanç temelinde hedefe ulaşmak için çalışırsınız ve eğitiminizde ilerledikçe, sonunda bu hedefe ulaşmanın mümkün olduğuna ikna olursunuz. Örneğin, amacınız ıstırabın üstesinden gelmek ve onu sonsuza kadar ortadan kaldırmak ise ve bunun mümkün olduğuna dair inancınız varsa, bu hedef doğrultusunda çalışırken ıstırabınız azalmaya başlarsa hedefinize ulaşmanın mümkün olduğuna ikna olursunuz. İlerlemenizin bir parçası olarak, daha sıkı çalışır ve daha fazla meditasyon yaparsınız ve bu sayede hedefin mantıksal açıdan ulaşılabilir olduğuna da ikna olursunuz.
- İkna olma temelinde – önce muhakeme ve mantık yoluyla hedefin ulaşılabilir olduğuna ikna olursunuz ve sonra ona ulaşmak için çalışırsınız.
Klasik Budist formülü içine dahil edersek, bunlar bodhichitta'yı geliştirmek için iki genel yöntem olarak tartışılan iki yaklaşımdır.
İlk olarak, henüz gerçekleşmemiş ama gerçekleşmesi mümkün olan kendi gelecekteki aydınlanmamızı hedefleyen göreceli bodhichitta'yı geliştiririz. Bunu herkese faydalı olmak için yapmak istiyoruz, çünkü herkese gerçekten yardımcı olabilmemizin tek yolunun, neden ve sonucu tam olarak anlamamız ve başkalarına yardım etmenin en etkili yollarını bildiğimiz bir zihin yapısına sahip olmak olduğunu görüyoruz. Ayrıca, bu hedefe ulaşmanın mümkün olduğuna dair inancımız var.
Gelişmeye devam ederek ilerledikçe, en derin bodhichitta olarak adlandırılan şeyi geliştiririz; bu, boşluk anlayışına – varlıkların imkansız şekillerde var olmadığı gerçeğine atıfta bulunur. Gerçekliği anlıyoruz ve zihnin doğasının fanteziyi projeksiyonlamadığını ve sadece gerçekliğin kendisini algılayabildiğini görüyoruz. Bunu anlayarak, hedefin mantıksal açıdan ulaşılabilir olduğuna ikna oluyoruz. İnancımız daha sonra ikna olma duygusuna dönüşür.
Diğer yaklaşım, önce aydınlanmanın mümkün olduğunu anladığımız bu gerçeklik anlayışını geliştirmektir – yani ilk önce en derin bodhichitta aşaması geliyor. Bu temelde, aydınlanmaya erişebileceğimize inanıyoruz ve bu iknalık durumu sayesinde hedefe ulaşmaya çalışıyoruz. Bu ikinci yaklaşım, büyük Hintli öğretmen Nagarjuna'nın "Bodhichitta Üzerine Bir Yorum" (San. Bodhichitta-vivarana) adlı metinlerinden birinde mevcuttur.
Bu yaklaşım, baktığımız ayette, Dört Yüce Gerçeği iki hakikatten ve Dört Yüce Gerçekten nasıl türetiriz - Üç Değerli Taş'ta sunulmuştur. Bu sunumun amacı, gerçekliğe dayandıkları için özgürlüğün ve aydınlanmanın mümkün olduğunu anlamamıza yardımcı olmaktır.
- Özgürlük, kontrolsüz bir şekilde tekrar eden yeniden doğuştan sonsuza kadar özgür olma anlamına gelir: samsaradan tamamen özgür, böylece sonsuza dek ıstırap çekmekten kurtulabiliriz. Özgürlüğe erişmiş olanlar, "arhatlar", özgürleşmiş varlıklar olarak bilinirler.
- Aydınlanma, tüm sınırlı varlıklara yardım etmenin ve aynı zamanda özgürlüğe ve aydınlanmaya ulaşmanın en etkili yollarını anlamanızı engelleyen tüm belirsizliklerden sonsuza kadar özgür olma durumunu ifade eder. Aydınlanmış varlıklar "Budalar" olarak bilinir.
Sadece bunun mümkün olmadığına, sadece Buda Sakyamuni'nin değil, bizim de özgürlüğe ve aydınlanmaya ulaşabileceğimizi anladığımızda, bu manevi pratiğimizde bize büyük bir güç ve istikrar verir. Bunu anlamak o kadar da kolay değil, ama kimse kolay olduğunu söylememişti ki!
İki Gerçek
İlk seansımızda birinci satırı tartıştık:
Temeli oluşturan, her şeyin var olma şekli olan iki gerçeğin anlamını bilerek,
Tüm tartışmanın dayandığı temel, her şeyin nasıl var olduğu ve işlediğiyle ilgili iki gerçeğin sunumudur – diğer bir deyişle, her şeyin nasıl var olduğudur. Her şey hakkındaki bu iki gerçek geçerli ve doğrudur:
- Göreceli gerçek: Varlıklar nedenlere ve koşullara bağlı olarak ortaya çıkarlar. Elbette, parçaları ve onları ifade eden kavramlar gibi, varlıkların bağlı olduğu başka seviyeler de vardır. Burada asıl nokta, neden ve sonuçtur, deneyimsel anlamda, özellikle de karmanın kompulsifliği ile ilişkili olarak mutluluk ve mutsuzluk deneyimimiz açısından neden ve sonuç.
- En derin gerçek: her şey birbirine bağlı olarak ortaya çıkmıyormuş gibi görünse de, yine de imkansız varoluş yollarının bu aldatıcı görünümleri gerçeklikle uyuşmuyor. Bizim projeksiyonlarımıza karşılık gelen hakiki bir gerçeklik mevcut değil. Neden ve koşullardan bağımsız olarak tamamen kendi başına var olan şeylerin bu yokluğu, "boşluk" olarak bilinir.
Dört Yüce Gerçek
Buda, iki gerçeğin geçerliliğini temel alarak Dört Yüce Gerçeği anlamış ve formüle etmiştir. Bu, ikinci satırda gösterilir:
Dört gerçek aracılığıyla emin oluyoruz ki, kontrolsüz bir şekilde tekrar eden yeniden doğuşlara dahil oluyoruz ve bunu tersine çevirebilmemiz de mümkün.
Dört Yüce Gerçek, yüksek düzeyde farkındalığa sahip varlıklar tarafından doğru olarak kabul edilir. Bu ilginç bir nokta, çünkü bu gerçekleri doğru olarak görenlerin sadece Budalar olmadığı, aynı zamanda Budalık'tan önce, aslında oldukça uzun bir süre önce belli bir aşamaya ulaşanlarında bu gerçekleri doğru olarak gördüğü anlamına geliyor. Bu durum kavramsal olmayan bir boşluk bilişine veya başka bir deyişle en derin gerçekliğe sahip olduğumuzda ortaya çıkar. Bu anlayış tamamen doğru ve belirleyicidir. Kavramsal olmadığı için, varlıkları kategoriler aracılığıyla algılamadığımız anlamına gelir.
Örneğin "köpek" gibi bir kategori üzerinden düşündüğümüzde, elimizde bir köpeği temsil bir şey olur. Bu temsil her insan için biraz farklı olabilir, ancak sokakta veya herhangi bir yerde bir köpek gördüğümüzde, onu bu kategori üzerinden algılarız. Sahip olduğumuz köpek imgesi aracılığıyla – belirli bir görsel olmasa da olur – köpek algısını oluştururuz. Bir şeyi kavramsal olmayan bir şekilde algıladığımızda, herhangi bir kategorinin filtresi veya onu temsil eden bir şey yoktur. Bu yüzden buna "çıplak biliş" deniyor. Nesneleri onlara özel kutulara koymadan algılarsınız.
Sanskritçe'deki yüksek düzeyde gelişmiş varlıklar veya aryalar, gerçekliği "şimdi gerçeği görüyorum" gibi bir "gerçeklik" kutusuna koymadan algılar. Varlıkları herhangi bir kutuya veya kategoriye koymak zorunda kalmadan, algıladıkları şeyi – gerçekliği – tam, doğru ve dakik bir şekilde anlarlar. Bu o kadar da kolay bir şey değil. Varlıkları içine koyduğumuz kutuları sözle ifade etmesek bile, biz insanlar genelde her şeyi bu şekilde algılarız. Hepsini kutulara koyarız, sanki her şey kutularda kendi başlarına, diğer şeylerden izole bir şekilde var oluyormuş gibi.
Burada kavramsal biliş üzerinde daha fazla durmaya gerek yok. Mesele şu ki, gerçekliği bu şekilde algılamak için Buda olmanıza gerek yok. Gerçekliği kavramsal olmayan bir şekilde algıladığımızda, Dört Yüce Gerçeğin doğru olduğunu göreceğiz ve onlardan tam emin olacağız.
Bu dört gerçek nedir? İlki ıstıraptır. İkincisi, ıstırabın sebebidir. Üçüncüsü, ıstırabı ve onun sebeplerini durdurmaktır. Dördüncüsü, ıstırabı durdurmaya götürecek olan yol veya anlayıştır. Bunlara "gerçek ıstırap", "gerçek neden" vb. gibi gerçekler de deniyor.
Tüm bu tartışma yeniden doğuş bağlamında gerçekleşiyor – başlangıçsız ve sonsuz zihinsel süreklilikler. Temelde yeniden doğuş var. Varlıkların an be an bireysel deneyiminden bahsettik. Neden ve sonuç temelinde işliyorsalar, o zaman başladıkları mutlak bir sıfır noktasına, yani başlangıca sahip olamazlar. Aynı şekilde, varlıkların sonda hiçbir şeye dönüştüğü bir bitiş anı da söz konusu olamaz. Bu imkansız. Neden ve sonucun sadece temel gerçeğinden hareket edersek, bireysel zihinsel sürekliliklerin başlangıcı veya sonu olmadığı ve bu nedenle yeniden doğuşun doğru olması gerektiği sonucuna varmalıyız.
Gerçek Istırap
Gerçek ıstırabın üç yönü vardır:
- Birincisi, acı çekmenin ıstırabı olarak isimlendirdiğimiz olağan mutsuzluğumuzdur. Hepimiz mutsuzluğu deneyimlemişizdir. Mutsuzluk acıyla, ıstırapla aynı şey değildir. Mutluluk ve mutsuzluk ile zevk ve acı farklı şeylerdir. Zevk ve acı fiziksel hislerdir, mutluluk ve mutsuzluk ise mental durumlardır. Birisi acı çekebilir ama bundan mutlu olabilir, örneğin güçlü bir fiziksel egzersizden sonra hissettiğiniz acıdan zevk alabilirsiniz. Öte yandan çok mutsuz da olabilirsiniz, örneğin seks yapmaya zorlandığınız zaman. Yani bunlar iki farklı değişkendir. Burada hepimizin bildiği ve her türlü ıstırapla dolu daha kötü yeniden doğuş türleri olarak tanımlanan mutsuzluktan bahsediyoruz.
- İkinci tip, değişimin verdiği acıdır ve bu tip ıstırap sıradan mutluluğumuzu ifade eder. Sıradan mutluluğumuzun sorunlu tarafı şu ki, asla uzun sürmez veya bizi tatmin etmez. Her zaman daha fazlasını isteriz ve öte yandan eğer elimizde belirli bir şeyden çok fazla varsa o zaman canımız sıkılır ve sonunda mutsuz oluruz. Kolay bir örnek vermek gerekirse, mesela en sevdiğiniz yiyeceklerden çok fazla yemek yemek; sonunda sizi hasta eder. O zaman artık daha fazla yemek istemezsiniz ve kendinizi mutsuz hissedersiniz. Yani sorun şu ki, sıradan mutluluğumuz tatmin edici veya uzun ömürlü değildir. Sıradan hayatımız bir aşağı bir yukarı, çalkantılı bir şekilde devam eder ve bazen mutlu, bazen de mutsuz oluruz – ama nasıl olacağı konusunda kesin bir şey yok. Çevremizde neler olup bittiği farketmeksizin, bir sonraki anda nasıl hissedeceğimizi asla bilemeyiz. Birdenbire mutsuz, sıkılmış veya depresif hissedebiliriz. Sürekli olarak iniş ve çıkışlardan geçeceğiz.
- Üçüncü tip ıstırap, her yerde mevcut ıstırap olarak isimlendirilir ve mutsuzluğumuzun ve sıradan mutluluğumuzun iniş ve çıkışlarını deneyimlememizin temelinde duran şeydir. Temeli, Sanskritçe'de samsara olarak bilinen, kontrolsüz bir şekilde tekrar eden varoluşumuz veya yeniden doğuşumuzdur. Yaşamın iniş ve çıkışlarını veya sıradan mutluluk ve mutsuzluğu deneyimlemenin temeli olan bir tür beden ve zihinle defalarca, tekrar tekrar yeniden doğuyoruz. Bu gerçek ıstırabımızdır, bizim gerçek sorunumuzdur. Gerçekliği derinden incelersek, göreceğimiz asıl ıstırap budur.
Istırabın Hakiki Nedenleri
Gerçekliğe bakarsanız, deneyimlediklerimizin sürekli iniş çıkışlı olduğu gerçeğini görürsünüz, sürekli iniş çıkışları olan bir temel mevcut. Bunu gördüğümüzde, bunun bir nedenden kaynaklanması gerektiğini anlayacağız. Göreceli gerçeğin ana teması, her şeyin sebeplerden kaynaklanmasıdır, öyleyse, ayette bahsedildiği gibi, sürekli olarak kontrolsüz bir şekilde tekrar eden yeniden doğuşlara dahil olmamızın gerçek nedeni nedir? Başka bir deyişle, bu süreç nasıl işliyor? Bu tekrarlayan döngüyü sürekli hale getiren nedenler nelerdir?
Son seansımızda, mutsuzluk deneyimliyorsak bunun yıkıcı davranışların sonucu olduğunu ve diğer yandan, sıradan bir mutluluk deneyimliyorsak bunun yapıcı davranışların bir sonucu olduğunu söylemiştik. Buna, sık sık kompulsiflik olarak da tercüme ettiğimiz karma’yı da ekliyoruz. Dolayısıyla, kompulsif yıkıcı ve kompulsif yapıcı davranışlarımız var. Bu, bir Buda'nın yapıcı davranışı ile karıştırılmamalıdır – ama yine de kompulsiftir, egomuza dayalı bir şekilde kompulsif olarak devamlı iyilik yaparız veya kompulsif olarak sürekli mükemmel olmaya ve her şeyi doğru yapmaya çalışırız. Bu oldukça nevrotiktir.
Kompulsif bir şekilde hareket ediyorsak, bunun nedeni, daha önce kompulsif yıkıcı davranışlar kapsamında tartıştığımız rahatsız edici duyguların ve tutumların etkisi altında olmamızdır. Öfkeden birini öldürürüz; açgözlülükten bir şeyler çalarız; naiflikten, eylemlerimizin hiçbir sonucu olmadığını düşünürüz "Yakalanmayacağım. Sorun değil. Bir şey çalarsam eğlenceli olacak!"
Bu kompulsif yıkıcı davranışın arkasında, genellikle "cehalet" olarak çevrilen bilinçsizlik yatar. Bu aptal olduğumuz anlamına gelmez, sadece kafamızın karışık olduğunu ima eder. Neyin farkında değiliz? Birincisi, neden ve sonucun farkında değiliz, eğer gerçekten anlasaydık ve ikna olsaydık, yıkıcı şekillerde davranmazdık. İçgüdüsel olarak bunun acı çekmemize neden olacağını bilirdik, ki ıstırap bir ceza değil, sadece yarattığımız nedenlerin sonucudur.
İki tür bilinçsizlik vardır – ya yıkıcı davranmanın nihayetinde mutsuzluk getireceğini bilmiyoruz, ya da tam tersi bir biçimde düşünüyoruz: "yıkıcı bir şekilde hareket edersem bu bana mutluluk getirecek. İstediğim şeyi çalarsam, bu beni mutlu edecek. Düşmanımı öldürürsem, mutlu olacağım." Yıkıcı bir şekilde hareket ettikten hemen sonra kendimizi mutlu hissedebiliriz - "Ah, sonunda o sivrisineği öldürdüm, şimdi rahatlayabilirim!" – yine de, uzun vadeli sonuçlara gelirsek ne olursa olsun mutsuz hissetmemiz, bunun gibi yıkıcı davranışlardan kaynaklanmaktadır. Yıkıcı davranışlar, neden ve sonucun farkında olmamaktan, başka bir deyişle göreceli gerçeğin farkında olmamaktan kaynaklanır. Tüm bunlar anlaşılması kolay şeylermiş gibi davranmayacağım, çünkü kolay falan değiller, ama bunlar üzerinde çalışabileceğimiz konular.
Bu konuyu özetlersek, sık sık mutsuz hissetmemin sebebi neden ve sonuc ilişkisini anlamamış olmamdır. Zihnim öfke, açgözlülük, kıskançlık vb. rahatsız edici hislerle dolu olduğunda, beni yıkıcı bir şekilde kompülsif davranışlarda bulunmaya iter. Bu kendi kendine zarar veren bir tavır, çünkü sonuç olarak çoğu zaman mutsuz hisseden kendim oluyorum. Anlamamız gereken husus bu.
Tecrübe ettiğimiz mutluluk aynı zamanda bir bilinçsizlikten gelir, ama bu durumdaki bilinçsizlik, varlıkların en derin gerçeğine dair bilinçsizliktir. Daha açık bir şekilde söylemek gerekirse, farkında olmamanın altında yatan şey hem yapıcı hem de yıkıcı davranışlardır. Yıkıcı davranışlar söz konusu olduğunda, hem en derin gerçeğin hem de göreceli gerçeğin farkında değiliz. Yapıcı davranışlarde ise sadece en derin gerçeğin farkında değiliz. Kafamızda "ne yapmalıyım? Kendi yoluma gitmek istiyorum! Endişeliyim" diyen bir ses var. Sanki içimizde konuşabilen, gerçek bir küçük "ben" var gibi. Ancak bu gerçeklikle uyuşmuyor. Böyle bir şey mevcut değil. Düşüncelerimizin sadece sözlü bir bileşeni vardır, şikayet eden ve endişelenen küçük bir "ben" yoktur. Nasıl var olduğumuzun farkında olmadığımızda, en derin gerçekliğin farkında olmuyoruz ve içimizdeki bu fantazi "ben" projeksiyonu ile özdeşleşiyoruz. Gerçekliğe karşılık gelmediği için bu konuda kendimizi güvende hissetmiyoruz. Bu yüzden kendimizi güvende tutmaya çalışıyoruz ama elbette ki bu durumda bunu yapmamız imkansız.
O hayali küçük "ben"i güvende tutmak için kullandığımız mekanizmalardan biri, rahatsız edici duygularımızdır. "Bir şey elde edebilirsem, güvende olacağım" diye düşünürüz ve bu yüzden içimizde açgözlülük, bağlılık ve şehvet gibi hisler uyanır. Sonra, "Bunu kendimden uzaklaştırabilirsem, güvende olacağım" diye düşünürüz ve böylece öfke ve tiksinti duyarız. Ya da naif olabilir ve şöyle düşünebiliriz: "Beni tehdit eden şeyler aslında yokmuş gibi davranırsam, bu beni güvende tutacak." Bu temelde, artan stres seviyemizi görmezden gelmek gibi yıkıcı davranışlar sergileriz. Öfke temelinde başkalarını bağırır, incitir ve hatta öldürürüz. Açgözlülükle, bir şeyler çalar ve başkalarını inciten uygunsuz cinsel davranışlara girişiriz. Naiflik sonucu işkolik oluruz, sağlıksız besleniriz ve hiç egzersiz yapmayız. Yani tüm bunlar en derin gerçek – nasıl var olduğumuz – ve sebep ve sonuç ilişkisi hakkındaki naifliğimizden ileri geliyor.
Yapıcı davranışlara gelince, burada rahatsız edici duyguların bir temeli olmasa bile, bu davranışların tamamının altında naiflik yatıyor. Mükemmel ya da en iyi olarak, veya en iyi ebeveyn olarak ya da başka bir şekilde, varlığımızı kanıtlamaya ya da göstermeye çalışırız, "Bu, kafamdaki küçük "ben"i güvende hissettirecek" diye düşünürüz – ki bu da asla gerçeklikle uyuşmaz, işe yaramaz. Kendimizi asla güvende hissetmeyiz. Başkalarına yardım etmekten biraz mutluluk duyacak olsak da, bu hala sıradan bir mutluluktur ve bu yüzden uzun sürmeyecektir. Bundan asla tatmin olmayacağız, çünkü kaçınılmaz olarak hala yeterince iyi olmadığımızı, yeterince mükemmel olmadığımızı düşüneceğiz. Hala bir şeyleri kanıtlamamız gerektiğini düşüneceğiz. Tüm bunların nasıl var olduğumuzun en derin seviyesine dair bilinçsizliğimize dayandığı açıktır.
Üçüncü tür ıstırap – mutsuzluğun ve sıradan mutluluğun iniş çıkışlarını deneyimlemenin temeli – için, burada ayrıntılarına girmeyeceğim "bağımlılığı meydana getiren 12 bağlantı" isimli çok karmaşık bir şemamız var, ama bu karmanın nasıl çalıştığı ile ilgilidir.
En basit şekilde açıklamak gerekirse, karma, temelde yıkıcı veya yapıcı olarak belirli şekillerde hareket ettiğimiz kompulsiflik anlamına gelir. Kompulsiflik aslında ne demek? Kompulsif olmak, birinin zorla tırnaklarını yemesi gibi, bir şeyi gerçekten kontrol edemediğiniz anlamına gelir. Bu, bir şeyler yapmayı istemekten kaynaklanır. Kelimenin Tibet karşılığının bağırmak, sarılmak veya yemek yemeyi istemek gibi "bunu yapmak istiyorum, yapmayı arzuluyorum, yapmayı seviyorum" şeklinde anlamları var. İstek sonrasında kompulsiflik faktörü devreye girer ve düşündüğümüz şeyi yaparız. Basitçe, bu, eylemi tekrarlamak için belirli bir eğilim yaratır; yıkıcı bir eylemse mutsuzluğu, yapıcı bir eylemse mutluluğu deneyimleme eğilimi oluşur. Bu eğilim, belirli koşullar altında bir noktada harekete geçer. Olgunlaştığında mutlu hissederiz veya mutsuz hissederiz, ya da tekrar bağırmak isteriz ya da tekrar sarılmak isteriz.
Bu, sürekli devam eden bir şemadır, çünkü bu tür davranışları sürdürmek için içimizde sürekli bir istekle yaşıyoruz. Bu davranış biçimi daha sonra sonsuza dek tekrar eder, çünkü onu sürekli olarak pekiştiriyor ve güçlendiriyoruz. Ve böylece mutluluğu ve mutsuzluğu her zaman inişli çıkışlı olarak deneyimlemeye devam ediyoruz.
Burada sorulması gereken soru şu: Bu eğilimler sonuç üretmek için nasıl harekete geçiyor ve nasıl aynı davranışı tekrar etme isteği oluşturuyor? Bu, çok karmaşık olsa bile 12 bağlantıyla güzel bir şekilde açıklanmaktadır. Bu iniş çıkışları sürekli olarak yaşıyoruz ve bunların çok dramatik olması da gerekmiyor. Uyurken bile, pek iyi uyumadığımız ve o kadar da mutlu olmadığımız bir ara durumda olabiliyoruz. Öyleyse mutsuzluk ve sıradan mutluluk hislerini yaşadığımızda hangi zihin durumunda oluyoruz? Bu durumu ifade etmek için Sanskritçe’de "susuzluk" anlamına gelen trshna kelimesi mevcuttur. Bu kelime genellikle "aşırı arzu" olarak çevriliyor, ancak gerçek anlamı sadece susuzluktur.
Temel olarak, mutsuzluk yaşadığımızda, tıpkı susuzluktan kurtulmak istediğimiz gibi, mutsuzluktan kurtulmak için susuyoruz. Mutluluğu deneyimlediğimizde ondan ayrılmak istemez, aksine ona daha da fazla susarız. Gerçekten susadığınız ve o ilk yudumu içtiğin zamanki gibi – ama bu asla yeterli olmaz, değil mi? Ondan ayrılmak istemezsiniz, gitgide daha fazlasını istersiniz. Burada devreye giren şey, güçlü bir ben kavramıdır, “Bu mutsuzluktan kurtulmalıyım”, “Bu mutluluğu bırakmamalıyım” diye düşünürüz ve bu da karmik eğilimleri harekete geçirir. Her yerde mevcut ıstırabın gerçek nedeni budur. Mutluluğu ve mutsuzluğu deneyimleme eğilimleri, rahatsız edici duygularla birlikte kompulsif davranışlarımızdan kaynaklanır; bunların kendileri de gerçekliğin en derin seviyesine dair bilinçsizlikten – duygularımızın nasıl var olduğunu (duygularımız her zaman değişirler) ve kendimizin gerçekte nasıl var olduğumuzu farkında olmamamızdan kaynaklanırlar.
Bu bilinçsizlik temel nedendir ve hem yapıcı hem de yıkıcı davranışlarımızla bağlantılıdır. Mutlu olma, mutsuz olma eğilimlerimize ve davranışlarımızın tekrar etmesine neden olan baş belası budur. Bu susuzluğa bakarsak, nasıl var olduğumuz ve bu bilinçsizlik içsel olarak bağlantılıdır. Önemli olan tek kişinin "ben" olduğunu ve bu yüzden bu mutluluktan uzak kalmamamız gerektiğini düşünürüz. "Tamam, mutlu ya da mutsuzum... ne olmuş?" demek yerine, mutsuz olmayan kişi olmamam da çok önemli. Sürekli, kontrolsüz bir şekilde tekrar eden yeniden doğuşumuzun gerçek nedeni, sadece iki gerçeğin farkında olmamamızdır.
Istırap Nedenlerinin Hakikaten Durdurulması
Üçüncü gerçek, ıstırap nedenlerinin durdurulduğu ve böylece acı çekmenin de sonlandığı hakiki durmadır. Gerçeklikle ilgili bu bilinçsizliği sonsuza kadar ortadan kaldırmak nasıl mümkün olabilir? Neyin gerçeğe karşılık gelmediğini algılarsanız, bunun temelinin olmadığını görürsünüz. Gerçek hiçbir şeye karşılık gelmiyor ve bu yüzden onu destekleyen hiçbir şey yok.
Örneğin, bir tiyatro prodüksiyonunda bir sahneniz olduğunda, arkasında onu tutan çubuklar olur. Tibet terimi, imkansız olan varlıklara dair projeksiyonlarımızı ayakta tutan bu çubukların orada olmadığına işaret ediyor. Sahneyi tutan hiçbir şey yoksa ne olur? Sahne yere düşer.
Sahip olduğumuz yanlış projeksiyonları gerçek kılan hiçbir şeyin olmadığı gerçeğine odaklanabildiğinizde, pratik yaparak, bu bilinci sonsuza kadar kazanabilirsiniz. Sahnenin tekrar ayakta durmasına imkan yok. Kafamın içindeki bu küçük ben draması, "Ne yapmalıyım?" ve "mükemmel olmalıyım" ve "kendi yolumu bulmalıyım" zamanla yok olacak. Projeksiyonlarımızı gerçek kılan hiçbir şeyin olmadığını gördüğümüzde, zihnimiz artık imkansız projeksiyonlar yapmayı durdurur. Bu temelde, bu eğilimlerin hiçbirini artık etkinleştirmeyeceğiz, çünkü onları harekete geçirecek hiçbir şey olmayacak. Artık "ben, ben, ben, mutlu olmalıyım ve mutsuz olmamalıyım hisleri" olmayacak.
Eğilimleri harekete geçirecek hiçbir şey yoksa, o zaman artık onlardan kurtulduğunuzu söyleyebilirsiniz. Bir şey, ancak bir sonuç var ise, o sonuca yönelik bir eğilim olarak görülebilir. Başka bir deyişle, eğilim kavramının tamamı, bir sonucun var olmasına bağlıdır. Sonuç yoksa, artık onu üreten bir eğilim de yoktur.
Bu şekilde kontrolsüz bir şekilde tekrar eden yeniden doğuşu tersine çevirebiliriz. Zihinlerimiz başlangıçsız zamandan beri eğilimlerle dolu olsa da, onları harekete geçirecek hiçbir şey yoksa, o zaman artık varolmazlar. Gerçeğe karşı farkındalığımızı, bilincimizi kaybetmediğimizde, daha fazla eğilim üreten kompulsif davranışları geliştirmeyiz. Böylece, kontrolsüz bir şekilde tekrar eden yeniden doğuş ve duygularımızdaki iniş çıkışkarın temeli ortadan kalkar, sonsuza dek yok olur. Bu, söz konusu eğilimler için gerçek bir durma noktası ve özgürlüğe ulaştığımız yerdir.
Hakiki Bir Durdurma İçin Gerçek Zihin Yolu
Dördüncü yüce gerçek genellikle “gerçek yol” olarak çevrilir ve bir yol gibi, sizi bir hedefe götüren zihin veya anlayış durumları ifade eder. Bu, iki gerçeğin doğru ve kararlı anlayışıdır. Buna ne kadar alışırsak, her zaman ona sahip olursak, kontrolsüz bir şekilde tekrar eden yeniden doğuşun hakiki durdurulmasına imkan sağlayan bir yol haline gelecektir.
Sonuç
İki gerçekten dört gerçeğe uzanan uzanan yol bu şekilde.
Samsara'ya nasıl dahil oluruz? Tartıştığımız ayete göre bu, Dört Yüce Gerçeğin ilk ikisi, yani gerçek ıstırap ve onun nedenleri’nde tartışılmıştır. Temelde samsara'ya iki gerçek hakkındaki kafa karışıklığımızdan dolayı dahil oluyoruz. Ya gerçekliği bilmiyoruz ya da gerçekliğin gerçekte olduğundan oldukça farklı olduğunu hayal ediyoruz. Bu durumdan nasıl çıkacağız? Üçüncü ve dördüncü Yüce Gerçekler veya gerçek durdurma ve gerçek zihin yolu ile. Yani gerçekliğin iki gerçeğini bilmediğimizden, Dört Yüce Gerçeğin ilk ikisini ve onu bildiğimiz için de ikinci ikisini elde ediyoruz.
Çok karmaşık bir konu olsa da, Budizm'in tanımladığı ve pratiğimizle hedeflediğimiz hedeflere ulaşmanın gerçekten mümkün olduğuna dair inanç kazanmak için Budist öğretileriyle bu şekilde çalışıyoruz. Her şeyi doğru bir şekilde anladığımızda, bunları ima ettiği diğer tüm şeylerle bir araya getirebiliriz. Ardından meditasyon yoluyla kendimizi ona alıştırırız: gerçekliği görmeyi alışkanlık haline getiririz.
Dinleme, düşünme ve meditasyona dayalı bu temelde, hedeflediğimiz amacın aslında mümkün olduğuna, bunun gerçek olduğuna, ulaşılabileceğine ve yeterince efor harcarsak pratik yoluyla kendimizin de bu amaca ulaşabileceğimize inanabiliriz. Bu şekilde, pratiğimiz çok daha istikrarlı hale gelir, çünkü sadece amaçladığımız şeyin mümkün olabileceğine dair sallantılı bir inanca dayanmakla kalmıyoruz, bundan kesinlikle emin oluyoruz.