Arapların MS yedinci yüzyılın ortalarında İslam’ı Orta Asya’ya getirmelerinden çok önce, Budizm bu bölgede yüz yıllardır gelişip serpilmişti. Budizm, Bilhassa Hindistan ve Han Hanedanlığı arasındaki ticareti sağlayan ve Bizans’tan Roma İmparatorluğu’na uzanan İpek Yolu boyunca son derece yaygındı. İslam’ın karşılaştığı tarihsel geri planı daha iyi anlamak için şimdi kısaca Budizm’in dünyanın bu bölgesine nasıl yayıldığını özetleyelim.
Coğrafya
Güncel coğrafi bölgeleri temel alırsak, Orta Asya’da erken dönemde Budizm’in hakim olduğu bölgeler çeşitli dönemlerde aşağıdakileri içermiştir:
(1) Hint ve Pakistan yönetimindeki Keşmir,
(2) kuzey Pakistan dağ vadileri; örneğin Gilgit,
(3) Swat Vadisi dahil olmak üzere, Pakistan Pencap’ı ve Hindukuş Dağları’nın güneyinde kalan doğu Afganistan,
(4) Ceyhun’un güneyinde Afgan Türkistan’ı ve nehrin kuzeyinde Batı Türkistan’ın güneyi (güney doğu Özbekistan ve güney Tacikistan) dahil olmak üzere, Hindukuş’un kuzeyinde Ceyhun Akarsu Vadisi,
(5) kuzey doğu İran ve güney Türkmenistan,
(6) Ceyhun ve Seyhun nehirleri arasında kalan bölge, bilhassa orta Batı Türkistan (doğu Özbekistan ve batı Tacikistan),
(7) Seyhun’un kuzeyindeki bölgeler, bilhassa Batı Türkistan’ın kuzeyi (Kırgızistan ve doğu Kazakistan),
(8) Çin Halk Cumhuriyeti’nde güney Sincan, bilhassa Doğu Türkistan’ın güneyi, Tarım Havzası çevresinde Taklamakan Çölü’nün hem kuzeyi hem güneyi,
(9) kuzey Sincan, Tiyanşan ve Altay Dağları arası,
(10) hepsi Çin Halk Cumhuriyeti’nde olmak üzere, Tibet Özerk Bölgesi, Çinghay, güney doğu Gansu, batı Siçuan ve kuzey batı Yünnan,
(11) Çin Halk Cumhuriyeti’nde İç Moğolistan, Moğolistan Cumhuriyeti (Dış Moğolistan) ve Rusya, Siberya’daki Buryat Cumhuriyeti.
Bu bölgelerin tarihsel isimleri şöyleydi:
- Başkenti Srinagar olan Keşmir,
- Gilgit,
- Büyük şehirleri Hayber Geçidi’nin Pakistan Pencap tarafında Takkasila, Afgan tarafında ise Kabil olan Gandhara; Swat bölgesine Uddiyana deniyordu
- Oxus Akarsu Vadisi boyunca uzanan, günümüz Mezar-ı Şerif yakınlarındaki, merkezi Belh’te bulunan Baktriya,
- En büyük şehri Merv’le, sonradan Horasan olan Part; güney Türkmenistan’daki bölümüne bazen Margiana denir.
- Oxus ve Jaxartes Nehirleri arasındaki, sonradan Maveraünnehir olan Soğd Bölgesi ile başlıca şehirleri, kabaca batıdan doğuya sıralarsak, Buhara, Semerkant, Taşkent ve Fergana,
- belirli bir adı yok ama başlıca merkezi Issık Gölü’nün güney kenarındaki Suyab’tır,
- belirli bir adı yok ama Tarım Havzası’nın güney kenarı boyunca uzanan başlıca vaha kentleri, batıdan doğuya doğru, Kaşgar, Yarkent, Hotan ve Niya; kuzey kenarında uzanan Kuça, Karaşar ve Turfan ve iki hattın doğuda birleştiği nokta olan Dunhuang,
- Çungarya, başlıca şehri günümüz Urumçi yakınlarında, Turfan’da Tiyanşan Dağları’dan geçen geçit üzerindeki Beşbalık olmak üzere,
- Tibet ve başkenti Lhasa,
- Moğolistan.
Bu isimlerden pek çoğu tarih boyunca değişmiş olmakla beraber, bizler karışmaması için bu adlandırmaya bağlı kalacağız. Çin Halk Cumhuriyeti’nin Gansu, İç Moğolistan, etnik Tibet bölgeleri, Mançurya ve güneydeki dağ kabilelerinin bölgeleri dışında kalan alana, etnik Han halkının ana vatanı olan “Han Hanedanlığı” diyeceğiz. Cemmu ve Keşmir, Himaçhal Pradeş, Hindistan Pencap, Racasthan veya Hindistan Cumhuriyeti’nin doğu Bengal’in doğusunda kalan eyaletlerini dışarıda bırakmak suretiyle, bilhassa Ganj Düzlüğü’ne “kuzey Hindistan” diyeceğiz. “İran” hali hazırda İran İslam Cumhuriyeti’nin sınırları içinde kalan bölgeler ve “Araplar” da bütün Arap Yarımadası ile güney Irak’ın halkları anlamında kullanılacaktır.
Batı ve Doğu Türkistan
Shakyamuni Buddha’nın yaşadığı zamana ilişkin olarak farklı geleneklerin farklı tarihler vermesine rağmen, çoğu Batılı alim MÖ 566 ve 486 yılları arasında yaşamış olduğunu kabul eder. Buddha başta öğretilerini kuzey Hindistan’da Ganj Düzlüğü’nün orta bölgesinde veriyordu. Takipçileri mesajını yavaş yavaş çevre bölgelere yayarken, buralarda çok geçmeden rahip ve rahibelerden oluşan manastır düzenleri oluşmaya başladı. Böylelikle Budizm zamanla Buddha’nın öğretilerini muhafaza eden ve sözlü olarak aktaran örgütlü bir dine dönüştü.
Budizm başlangıçta MÖ üçüncü yüzyılın ortasında Maurya Kralı Ashoka’nın (hükümdarlık dönemi MÖ 273 – 232) çabalarıyla kuzey Hindistan’dan Gandhara ve Keşmir’e yayılmıştır. Bundan iki yüzyıl sonra ilk kez olarak Batı ve Doğu Türkistan’a (Türkistan) ilerleyerek, MÖ birinci yüzyılda Gandhara’dan Baktriya’ya ve Keşmir’den Hotan’a yayılmıştır. Bu dönemde Keşmir’den Gilgit’e ve kuzey Hindistan’dan da günümüz Sind bölgesi ile doğu İran üzerinden güney Pakistan’daki Belucistan’a ve Part’a geçmiştir. Geleneksel Budizm tarihlerine bakılırsa, Shakyamuni Buddha’nın doğrudan öğrencileri arasında Baktriya’dan iki tüccar bulunuyormuş. Fakat bunların kendi memleketlerinde bu erken dönemde Budizm’i kurmuş olduklarına dair kanıt bulunmamaktadır.
MS birinci yüzyıl itibarıyla Budizm Batı Türkistan’a iyice nüfuz etmiş, Baktriya’dan Soğd bölgesine kadar yayılmış bulunuyordu. Bu yüzyılda ayrıca Gandhara ve Keşmir’den geçerek Kaşgar’a ve Gandhara, Keşmir ve Hotan’dan geçerek de Niya’daki Kroraina krallığına kadar, Tarım Havzası’nın güney kenarı boyunca yayılmıştır. Kroraina dördüncü yüzyılda çöle terk edilmiş ve halkının çoğu Hotan’a yerleştirilmiştir.
MS ikinci yüzyılda Budizm Tarım Havzası’nın kuzey kenarlarına da ulaşmış, Baktriya’dan Kuça ve Turfan’daki Toharyalılara kadar gelmiştir. Bazı kaynaklara göre, buradaki Toharyalılar eski bir batı Hint-Avrupa dili konuşan bir Kafkas halkı olan Yuezhilerin torunlarıydı. MÖ ikinci yüzyılda, daha sonra Toharyalılar olarak bilinecek olan Yuezhi gruplarından biri batıya göç etmiş ve Baktriya’ya yerleşmiş bulunuyordu. Bunun sonucunda, Doğu Baktriya “Toharistan” adıyla bilinir oldu. Fakat aynı ismi paylaşmalarına rağmen, Doğu Baktriya’nın Toharyalıları ile Kuça ve Turfan’ın Toharyalıları arasında hiçbir siyasi bağ bulunmuyordu.
Bu Batı ve Doğu Türkistan bölgelerinin pek çoğunda ve bilhassa da Baktriya, Soğd, Hotan ve Kuça’da İran kültürü varlık gösteriyordu. Dolayısıyla, Orta Asya Budizm’i Zerdüşt kültüründen özellikleri farklı derecelerde barındırıyordu. Zerdüştlük, İran’ın eski diniydi. Ortak Zerdüşt unsurları hem Baktriya, Soğd ve Kuça’da gelişen Hinayana Budizmi’nin Sarvastivada formunda hem de Hotan’da egemen olan Mahayana Budizmi’nde bulmak mümkündü.
Han Hanedanlığı
Han Çinlileri MÖ birinci yüzyıldan MS ikinci yüzyıla kadar Tarım Havzası’nın vaha kentlerinde askerî garnizonlara sahipti. Budizm ise ancak bu sömürgeler bağımsızlıklarını geri kazandıktan sonra Han Hanedanlığına yayılmıştır.
MS ikinci yüzyılından ortalarından itibaren Budizm ilk olarak Part üzerinden Han Hanedanlığına ulaşmıştır. Daha sonra Orta Asya’nın diğer Budist topraklarıyla kuzey Hindistan ve Keşmir’den gelen keşişlerle daha geniş bölgelere yayılmıştır. Orta Asyalı ve kuzey Hindistanlı keşişler Han Çinlilerinin Sanskritçe ve Gandhari Prakritçe metinleri Çinceye tercüme etmelerine yardımcı olmakla beraber, Orta Asyalılar başlangıçta kişisel kullanımları için bu orijinal Hintçe versiyonları tercih etmişlerdir. İpek Yolu üzerinde topraklarından geçen uluslararası kervanlarla sürekli haşır neşir olduklarından, çoğu yabancı diller konusunda güçlük çekmiyordu. Bununla beraber, Orta Asyalılar Han Çinlileri için tercüme yaparken asla Zerdüşt unsurları aktarmamışlardır. Han Çinli Budizm’i bundan ziyade pek çok Taoist ve Konfüçyusçu kültürel özellik almıştır.
Altı Hanedanlık Dönemi (MS 220 – 589) boyunca, Han Hanedanlığı kabaca kuzey ve güney arasında bölünmüş pek çok kısa ömürlü krallığa ayrılmıştır. Bunu takip eden, çoğu Han olmayan Çinli hanedanlıklar – Türklerin, Tibetlilerin, Moğolların ve Mançuların ataları – kuzeyi istila edip burada hüküm sürerken, güneyde daha geleneksel Han Çinli medeniyeti egemen olmayı sürdürmüştür. Kuzey’de Budizm ibadet odaklı olup devlet kontrolünün kaprislerine tabiyken, güneyde bağımsız olup felsefi sorgulama ağırlıklıydı.
Budist manastırlarına verilen devlet desteğini kıskanan Taoist ve Konfüçyusçu nazırların etkisiyle, Hint dini 574 ve 579 yılları arasında kuzey Çin krallıklarının ikisinde baskı görmüştür. Bununla beraber, üç buçuk yüzyıllık bölünmüşlük sonrasında Han Hanedanlığını tekrar birleştiren ve Sui Hanedanlığını (589 – 618) kuran Wendi kendine evrensel Budist imparator (San. chakravartin) diyordu. Çin’in kendi hükümdarlığıyla (589 – 605) bir Budist “Saf Diyar” cennetine dönüşeceğini ilan eden Wendi’yle birlikte Hint inanışı daha önce görmediği bir yükselişe geçmiştir. Tang Hanedanlığının (618-906) önceki imparatorlarından bazıları Taoizm yanlısı olmakla beraber, onlar da Budizm’i desteklemeye devam etmiştir.
Doğu ve Batı Göktürk İmparatorlukları
Beşinci yüzyılın başlarından itibaren Ruanruan halkı merkezi Moğolistan’da bulunan ve Kuça’dan Kore’nin sınırlarına kadar uzanan muazzam bir imparatorluğa hükmediyordu. Budizm’in İran etkisindeki Hotan ve Toharya formlarının bir harmanını benimseyerek bunu Moğolistan’a taşımışlardı. Gansu’da Ruanruan bölgesinde yaşayan Göktürkler daha sonra 551’de Ruanruanları yenmiştir. Kurdukları Göktürk İmparatorluğu iki yıl içerisinde doğu ve batı olarak ikiye ayrılmıştır.
Moğolistan’da egemen olan Doğu Göktürkleri burada Budizm’in Ruanruan geleneğine ait Hotan/Toharya formunu sürdürmüşler, bunu kuzey Han Çinli unsurlarla birleştirmişlerdir. Çeşitli Budist dillerinde yazılmış pek çok Budist metni kuzey Hindistan, Gandhara ve Han Hanedanlığı’ndan ama bilhassa da Turfan’daki Soğd bölgesinden keşişlerin yardımıyla Göktürkçe’ye tercüme etmişlerdir. Soğdlular, İpek Yolu’nun başlıca tüccarları olduklarından, doğal olarak keşişleri de pek çok farklı dili konuşmaktaydı.
Göktürk Budizm’inin belli başlı özelliği sıradan halka hitap etmesi ve Buddha’nın etrafında pek çok popüler, yerel halkın benimsediği tanrıları bünyesinde barındırması olup, bunlara hem geleneksel şamanik tanrılar, hem de Tengricilik ve Zerdüştlük tanrıları dahildi. Tengricilik, Moğol bozkırlarının çeşitli halklarının benimsediği Budizm öncesi geleneksel inanç sistemidir.
Batı Göktürkleri başlangıçta Çungarya ile Batı Türkistan’ın kuzeyine hükmediyordu. 560 yılında İpek Yolu’nun batıdaki bölümünü Ak Hunlardan (Eftalitler) ele geçirerek zamanla Kaşgar, Soğd bölgesi ve Baktriya’ya göç etmişler, Afgan Gandhara’ya da belli ölçüde yerleşmişlerdir. Yayılmaları boyunca pek çokları Budizm inancını, bilhassa da bunun fethettikleri bölgelerdeki özel formlarını benimsemiştir.
Batı Göktürkleri Geldiğinde Batı Türkistan’da Budizm’in Durumu
Budizm, Batı Göktürklerinin göçünden yüzyıllar önce, Batı Türkistan’ın ortası ve güneyinde birbirini takiben Greko-Baktriyan, Saka, Kuşan, İran Sasani ve Ak Hun egemenliği altında gelişmeye devam etmiştir. 399 ve 415 yılları arasında bu bölgede seyahat eden Han Çinlisi bir hacı buranın aktif manastırlarla dolu olduğunu kaydetmiştir. Bununla beraber, bir buçuk yüzyıl sonra Batı Göktürkleri bu bölgeye geldiklerinde, Budizm’in bilhassa Soğd’da zayıflamış olduğunu görmüşlerdir. Görünüşe göre Ak Hunların hükümdarlığı sırasında Budizm düşüşe geçmiştir.
Ak Hunlar çoğunlukla sadık Budistlerdi. Söz gelimi, 460 yılında Ak Hun hükümdarı Buddha’nın cübbesinden bir parçayı Kaşgar’dan kutsal bir sunu olarak kuzeydeki Çin saraylarından birine göndermiştir. Bununla beraber, 515 yılında, Ak Hun hükümdarı Mihirakula, söylendiğine göre sarayındaki kıskanç Maniheist ve Hristiyan Nasturi fraksiyonlarının etkisiyle Budizm’e zulmetmeye başlamıştır. Bundan en büyük zararı Keşmir, Gandhara ve kuzey Hindistan’ın batısı görmüş ama ayrıca daha sınırlı da olsa Baktriya ve Soğd bölgesi de olumsuz olarak etkilenmiştir.
Yaklaşık 630 yılında, Hindistan’a hac ziyaretinde bulunan bir sonraki önemli Han Çinli hacı Xuanzang, Soğd’daki Batı Göktürk başkenti Semerkant’a geldiğinde, burada pek çok ruhban olmayan Budist olmasına rağmen, yerli Zerdüştilerin bunlara düşmanca davrandıklarını görmüştür. Belli başlı iki Budist manastırın boş ve kapalı olduğunu bildirmiştir. Fakat 622 yılında, Xuanzang’ın Semerkant’ı ziyaretinden birkaç yıl önce, buranın Batı Göktürk hükümdarı Tong Yagbu Kağan, buraya ziyarete gelmiş olan kuzey Hindistanlı bir keşiş olan Prabhakaramitra’nın rehberliğinde Budizm’i resmen benimsemiştir. Xuanzang kralı şehrin yakınlarındaki terk edilmiş manastırları tekrar açmaya ve hatta yeni manastırlar yaptırmaya teşvik etmiştir.
Kral ile ondan sonra gelenler Çinli keşişin tavsiyesini dinleyerek Soğd bölgesinde; yalnızca Semerkant’ta değil, Fergana vadisi ile günümüz batı Tacikistan’ında da yeni manastırlar inşa etmiştir. Ayrıca Budizm’in Soğd ve Kaşgar formlarının bir karışımını Batı Türkistan’ın kuzeyinde yaymışlardır. Burada günümüz Kazakistan’ının güneyi, kuzey batı Kırgızistan’daki Çu Nehri Vadisi ile güneydoğu Kazakistan’da günümüz Almatı’sı yakınlarındaki Semireciye’de yeni manastırlar inşa etmişlerdir.
Xuanzang, Soğd bölgesinin aksine, Batı Göktürklerinin egemenliğinde olan diğer belli başlı bölgeler haricinde Kaşgar ve Baktriya’da pek çok Budist manastırının gelişip serpildiğini kaydetmiştir. Kaşgar’da yüzlerce manastır ve on bin keşiş bulunurken, Baktriya’da bunların sayısı daha azdır. Bütün bölgenin en büyük manastırı Baktriya’nın en büyük şehri olan Belh’teki Nava Vihara (Nevbahar) manastırıydı. Bu manastır tüm Orta Asya’nın en büyük Budist yüksek öğrenim merkezini teşkil ediyor, Baktriya’da ve Part İmparatorluğu’nda ise bunun yine navavihara denilen uydu manastırları bulunuyordu.
Üniversite gibi işletilen Nava Vihara yalnızca hali hazırda bilimsel metinler üretmiş olan keşişleri bünyesine kabul ediyordu. Yerel Zerdüşt geleneğine uygun olarak gösterişli ipek cübbelerle donatılmış ve cömertçe muhteşem mücevherlerle bezenmiş müthiş güzellikteki Buddha heykelleriyle meşhurdu. Pek çok öğretmen gönderdiği Hotan’la bilhassa yakın ilişkileri bulunuyordu. Xuanzang’a göre Hotan’da o zamanlar yüz manastır ve beş bin keşiş bulunuyordu.
Batı Göktürklerinin Düşüşü
Yedinci yüzyılın ortalarında Batı ve Doğu Türkistan’daki bu bölgelerde Batı Göktürklerinin egemenliği zayıflamaya başladı. İlk olarak Göktürkler Baktriya’yı Gandhara’ya hükmeden bir diğer Türki Budist halk olan Türki Şahlara kaptırdı. Xuanzang, Budizm’in Gandhara’daki durumunun, Batı Göktürkleri 591 yılında Kabil’in kuzeyinde ve yakınlarındaki Kapisha’da bir manastır kurmuş olmalarına rağmen, Baktriya’dan daha kötü olduğunu görmüştü. Hayber Geçidi’nin Kabil tarafında, günümüz Celalabad’ının hemen güneyindeki başlıca manastır olan Nagara Vihara’da Buddha’nın kutsal kafatası kalıntısı muhafaza ediliyor ve burası Budist dünyanın en kutsal hac mekanlarından birini teşkil ediyordu. Ne var ki buranın keşişleri materyalist olmuştu ve hacıların her birinden kutsal emaneti görmek karşılığında bir altın sikke alıyorlardı. Bütün bölgede tek bir etüt merkezi bulunmuyordu.
Pencap tarafında ise, keşişler salt manastır disiplin kurallarını uyguluyor ve Budist öğretilere ilişkin hemen hiçbir şey bilmiyorlardı. Söz gelimi, Xuanzang Swat Vadisi’nde (Uddiyana) manastırların pek çoğunun harabeye dönmüş olduğunu ve hâlâ ayakta olanlarda ise keşişlerin yalnızca doğaüstü varlıklardan korunma ve güç talep etmek için ayinler gerçekleştirmekle yetindiğini görmüştü. Herhangi bir etüt veya meditasyon geleneği kalmamıştı.
Daha önce buraya gelmiş olan bir Han Çinlisi seyyah olan Songyun, Mihirakula’nın zulmünden beş sene sonra 520’de Swat’ı ziyaret etmişti. Bu sırada manastırların henüz serpilmeye devam ettiğini kaydetmişti. Ak Hun hükümdarı, görünüşe göre anti-Budist politikasını krallığının daha ücra bölgelerinde o kadar kuvvetli bir biçimde uygulamıyordu. Swat’taki manastırların daha sonra düşüşe geçmesi, iki Çinli hacının ziyaretleri arasındaki yüzyıl boyunca meydana gelen bazı şiddetli depremlerden ve sellerden kaynaklanıyordu. Dağlık vadinin yoksullaşması ve Gilgit’ten Doğu Türkistan’a yapılan ticaretin kesilmesiyle, manastırlar tüm ekonomik desteklerini ve diğer Budist kültürlerle temaslarını kaybetmişti. Budist anlayıştan geriye kalan ne varsa, ona da yerel batıl inançlar ve şamanik pratikler karışmıştı.
650 yılında Kaşgar’ın Tang Hanedanlığı’nın kurulduğu 618 yılından beri imparatorluklarını genişletmekte olan Han Çinlilerinin eline geçmesiyle Batı Göktürk İmparatorluğu iyice küçüldü. Tang kuvvetleri, Kaşgar’ı egemenlikleri altına almadan önce, Doğu Göktürklerinden Moğolistan’ı ve daha sonra Tarım Havzası’nın kuzey kenarı boyunca uzanan şehir devletlerini almıştı. Büyümekte olan Han tehdidine karşı ve Batı Göktürklerinin kendilerini korumak konusundaki acizlikleri sebebiyle, Kaşgar ile güney tarafındaki bağımsız Hotan karşı koymadan teslim oldular.
Tibet
Yedinci yüzyılın ikinci çeyreğinde Tibetliler ülkelerini birleştirmiştir. Kral Songtsen Gampo (San. Srong-btsan sgam-po, hükümdarlık dönemi 617 – 649) kuzey Burma’dan Han Hanedanlığı ile Hotan’a kadar uzanan bir imparatorluk kurmuştur. Buna o zamanlar Katmandu Vadisi’yle sınırlı olan vasal devlet Nepal de dahildi. Songtsen Gampo, imparatorluğunu kurduktan sonra, 640’ların sonlarında ülkesine Budizm’i getirdi. Fakat bu son derece sınırlı bir ölçekte meydana gelmiş olup, Han Hanedanlığı, Nepal ve Hotan’ın çeşitli unsurlarını harmanlıyordu. Tibetliler topraklarını genişletirken, 663 yılında Tang Hanedanlığı’ndan Kaşgar’ı ele geçirerek, aynı yıl Gilgit’te ve batı Tibet’i Baktriya’yla birleştiren Wakhan Koridoru’nda egemenlik kurdular.
Ganj Hindistanı
Budizm en eski zamanlardan beri kuzey Hindistan’ın Ganj Düzlüğü’nde Hinduizm ve Jainizm ile birlikte uyum içinde var olmuştu. MS dördüncü yüzyıldan beri Hindular Buddha’yı yüce tanrıları Vishnu’nun on bedenlenmiş ruhundan (San. avatara) biri olarak kabul ediyordu. Popüler düzeyde, pek çok Hindu Budizm’i kendi dinlerinin başka bir formu olarak görüyordu. İlk Gupta döneminin (320 – 500) imparatorları genellikle her iki inanca da mensup tapınakları, manastırları ve öğretmenleri himaye ediyordu. Felsefi tartışmaların zenginleştiği çok sayıda Budist manastır üniversitesi yaptılar; bunlardan en meşhuru günümüzde Bihar’ın merkezinde bulunan Nalanda’dır. Ayrıca başka Budist ülkelerden kişilerin kendi krallıklarındaki hac mekanlarına girmesine izin verdiler. Söz gelimi, İmparator Samudragupta Sri Lanka kralı Meghavanna’nın (hükümdarlık dönemi 362 – 409), Buddha’nın aydınlanmaya eriştiği yer olan Vajrasana’daki (modern Bodh Gaya) Mahabodhi Manastırı’nı yaptırmasına izin vermiştir.
Ak Hunlar Gandhara ile kuzey Hindistan’ın batı bölümüne neredeyse altıncı yüzyılın tamamı boyunca hükmetmiştir. Mihirakula’nın manastırları yıkımı, Uttar Pradeş’teki günümüz Allahabad’ının batısına yakın Kaushambi’ye kadar uzanmıştır. İkinci Gupta Dönemi’nin (altıncı yüzyılın sonu – 750) başından itibaren Gupta imparatorları verilen hasarı onarmaya çalışmıştır. Fakat Xuanzang yine de Kaushambi’nin batısında kalan pek çok manastırı ziyarete gittiğinde bunları harabe halinde bulmuştur. Ne var ki doğudaki Magadha’da bulunanlar, örneğin Nalanda ve Mahabodhi gelişmeye devam etmekteydi.
Budizm’in en güçlü Gupta hamisi olan İmparator Harşa (hükümdarlık dönemi 606 – 647) imparatorluk sarayında Nalanda’dan bin keşiş barındırıyordu. Budizm’e saygısı o kadar büyüktü ki anlatılana göre Xuanzang’la ilk tanıştığında geleneksel Hindu saygı davranışı olarak Han Çinlisi keşişin ayaklarına dokunmuştu.
647 yılında, Budist karşıtı bir nazır olan Arjuna, Harşa’yı indirerek kısa bir süre için yönetimi ele geçirdi. O sırada hac ziyaretinde bulunmakta olan Han Çinlisi Wang Xuance’ye kötü davranıp yanındakilerin çoğunu öldürterek mallarına el konması emrini verdiğinde, kendisi de Tang imparatoru Taizong’un (hükümdarlık dönemi 627 – 650) sefiri olan keşiş Nepal’e kaçtı. Burada, 641 yılında Tang İmparatoru’nun kızı Prenses Wencheng’le evlenen Tibet imparatoru Songtsen Gampo’nun yardımını istedi. Tibet hükümdarı, Nepalli vasallarının yardımıyla, Arjuna’yı yenerek Gupta egemenliğini yeniden tesis etti. Akabinde Budizm kuzey Hindistan’da ayrıcalıklı bir statüye sahip olmaya devam etmiştir.
Keşmir ve Nepal
Kuzey Hindistan’da olduğu gibi Keşmir ve Nepal’de de Budizm öncelikle Hindu eyaletlerinde gelişmiştir. Xuanzang, Keşmir’de Budizm’in Mihirakula’nın zulmünden sonra, bilhassa o sırada yeni olan Karkota Hanedanlığı’nın (630 – 856) desteğiyle, büyük oranda ayağa kalktığını kaydetmiştir.
Öte yandan Nepal de Ak Hunların egemenliğinden kurtulmuştur. Licchavi Hanedanlığı’nın (386 – 750) hükümdarları Budizm’i kesintisiz olarak desteklemeye devam etmiştir. 643’te Tibet imparatoru Songtsen Gampo, daha önce bu hanedanlığı zorla ele geçirmiş olan Vishnagupta’yı yerinden ederek, Tibet’e sığınmış olup Nepal tahtın vârisi olan Kral Narendra Deva’ya konumunu iade etmiştir. Fakat bu olayın Katmandu Vadisi’nde Nepal Budizm’inin durumu üzerinde pek etkisi olmamıştır. Daha sonra Songtsen Gampo, Kral Narendra Deva’nın kızı olan Prenses Bhrikuti’yle evlenerek iki ülke arasındaki bağları pekiştirmiştir.
Özet
O halde Budizm, yedinci yüzyılın ortalarında Müslüman Araplar geldiğinde Orta Asya’nın hemen hemen her yerinde bulunuyordu. En güçlü olduğu yerler Baktriya, Keşmir ve Tarım Havzası olup Gandhara ve Moğolistan’da popüler olmakla beraber, buradaki halk çok derin bir bilgi düzeyine sahip bulunmuyordu; Tibet ise o sırada Budizm’le henüz tanışıyor, Soğd bölgesinde de Budizm yeniden canlanma dönemine giriyordu. Bununla beraber, Budizm bu bölgede benimsenen tek inanç değildi. Bundan başka Zerdüştiler, Hindular, Hristiyan Nasturiler, Museviler, Maniheistler ile Şamanizm, Tengricilik ve diğer yerel, örgütlenmemiş inanç sistemlerini benimseyenler de mevcuttu. Orta Asya’nın sınırlarında, Han Hanedanlığı’nda, Nepal’de ve Budizm’i benimseyenlerin Taoistler, Konfüçyusçular, Hindular ve Jainlerle barış içinde yaşadığı kuzey Hindistan’da Budizm oldukça güçlüydü.
Müslüman Arapların Orta Asya’ya gelmelerinin arifesinde Gandhara ve Baktriya’da Türki Şahlar hüküm sürerken, Soğd ile Batı Türkistan’ın kuzeyinde bazı bölgeler Batı Göktürklerinin egemenliği altındaydı. Tibetliler Gilgit ve Kashgar’ı yönetiyor, Tang Hanedanlığı da Tarım Havzası’nın geri kalanı ile Moğolistan’a hükmediyordu. Moğolistan’ın Doğu Göktürkleri, Han Hanedanlığı’nın egemenliği ele geçirdiği kısa bir süre boyunca geçici olarak kesintiye uğramışlardı.