Meditasyon yalnızca Budizm’de değil pek çok farklı gelenekte bulunan bir şeydir; meditasyonun çoğu yönü Hint kökenli geleneklerin tümünde bulunsa da, burada tartışmamızı meditasyonun Budizm içinde sunulma şekliyle sınırlayacağız.
Meditasyon Nedir?
“Meditasyon” kelimesi kendimizi alıştırmak anlamına gelir. Meditasyona karşılık gelen Tibetçe kelime, “gom (sgom),” faydalı bir alışkanlık geliştirmeyi çağrıştırır. Sanskritçe orijinali olan “bhavana” ise, daha çok, birşeyin fiilen gerçekleşmesini sağlamak çağrışımına sahiptir. Belirli bir faydalı zihinsel durum veya tutum vardır ve bunu gerçekleştirmek, yani başka bir deyişle, bu zihinsel durumun kendi düşünme ve yaşama biçimimiz içerisinde etkili olmasını isteriz. Meditasyonun hangi gelenekte kullanıldığına bağlı olarak faydalı alışkanlıkların neler olduğu ve bunları gerçekleştirme sebebi ile hedefi talimatlarda belirtilir. Ancak Hint kökenli tüm geleneklerde süreç üç aşamadan oluştur: önce işitme veya dinleme, sonra düşünme ve sonra fiilen meditasyon yapma (Bkz: Meditasyon Nedir?).
Öğretileri Dinleme
Diyelim ki şefkatli olma faydalı alışkanlığını geliştirmek istiyoruz. Şefkat geliştirmek veya mevcut bir şefkat duygusunu artırmak için öncelikle bu konudaki bazı öğretileri dinlememiz gerekir. Eski Hindistan’da bu öğretilerin hiçbiri yazılı değildi. Bunlar, tamamen sözel olarak aktarılıyordu. Bu nedenle, meditasyon öğrenen birinin önce öğretileri dinlemesi gerekirdi. İşte bu yüzden ilk adım “dinleme” olarak geçer.
Elbette, günümüzde çeşitli öğretileri okuyabiliriz – birinin bunları bize şahsen anlatmasını işitmemize gerek yoktur – ama bunun ardındaki ilke oldukça anlamlıdır. Eski zamanlarda herşeyin ezberlenmesi gerekirdi ve dinleyicinin birinin anlattığı şeyin doğru olduğundan emin olması gerekirdi. Öğretiyi ezberden anlatan kişi bunu doğru hatırlamıyor olabilirdi. Araya bazı hatalar karışmış olabilirdi ve bu da ciddi bir sorun yaratabilirdi.
Ayırıcı Farkındalık
O halde, öğretileri dinlerken “dinlemeden kaynaklanan ayırıcı farkındalığı” geliştirmemiz gerekir. Tibetçe “sherab” (Skt. prajna) terimi sıklıkla “bilgelik” olarak çevrilir ama “bilgelik” kelimesi çok net değildir; net ve kesin bir anlamı yoktur. Bir grup kişi “bilgelik” kelimesini duyarsa, her biri bunun gerçekte ne anlama geldiği konusunda farklı bir fikre sahip olacağından “bilgelik” terimi “sherab” terimini çok net olarak anlamamıza yardımcı olmaz. İşte bu nedenle, “sherab” terimini “ayırıcı farkındalık” olarak çevirmeyi tercih ediyorum.
Ayırıcı farkındalık, “ayırt etmek” olarak çevirdiğim bundan önceki bir zihinsel etmene bağlıdır. Çoğu kişi bu terimi “tanıma” olarak çevirir ama “tanıma” da yeterince hassas değildir. “Tanıma”, bir nesneyi daha önceden bildiğiniz ve tekrardan tanıdığınız anlamına gelir; bu tam doğru değildir. “Ayırt etme” bir şeyi “bu olmayan” her şeyden ayırt ederek “bu” olarak belirtme anlamına gelir. “Bunu” “bu olmayandan” veya “bunu” “şundan”, her şeyin, biz bir şeyin farkında olduğumuzda kavradığımız belirli, kendine özel özellikleri veya tanımlayıcı işaretleri olduğu için ayırabiliriz. Buna basit bir örnek, bebeklerin “aç” ve “aç değil” arasında ayrım yapabilmesidir. Bebeklerin bu iki farklı fiziksel duyum için kelimelere ihtiyaçları olmadığı gibi, “aç” ve “aç değil” kavramlarını çok derinden anlamalarına gerek yoktur. Buna rağmen, bu iki durumdan her birinin benzersiz bir tanımlayıcı özelliği, yani belirli bir fiziksel duyumu olduğu için ikisi arasındaki farkı ayırt edebilirler.
Ayırıcı farkındalık ayırt etmeye bir kesinlik etmeni ekler: “Kesinlikle budur ve şu değildir.” Öğretileri dinlerken veya bunları okurken ihtiyaç duyduğumuz şey bu kesinliktir. “Bu gerçek öğretidir, sahte bir öğreti değildir” diyebilme güvenine ihtiyacımız vardır. Aslında, “bu gerçek öğretidir” diyebilmek çok zordur çünkü metinleri kendi başlarına anlamak çok kolay değildir. Normalde, bize bunları açıklayacak bir kitap ya da öğretmene ihtiyaç duyarız. Ama söz konusu öğretmenin güvenilir, hakiki bir öğretmen olduğunu nasıl bilirsiniz? Birisi Budizm veya sevgi ve şefkat hakkında ders veriyor olabilir ama belki de verdikleri bilgiler gerçekte Budizm’in söyledikleriyle çelişmektedir. Ayırıcı farkındalığı kullanarak, duyduğumuz veya okuduğumuz öğretinin tam olması gerektiği gibi olduğu konusunda çok emin olmamız, bunun hakiki öğreti olduğundan çok emin olmamız gerekir.
Bir öğretinin gerçekten Budist bir öğreti sayılması için belirli koşulların bulunması gerekir. Öğretinin yazarı veya öğretiyi veren kişinin, gereken şekilde yetkin bir öğretmen olduğunu araştırma yoluyla belirleyebildiğimiz birisi olması gerekir. Bunu belirlemek için başkalarına sormamız gerekir, örneğin: “Bu kişinin kendi geçerli öğretmeni var mı ve ikisinin arasındaki ilişki nasıl? Bu kişinin öğretmeni geriye doğru bakıldığında geçerli bir öğretmenler ekolünden geliyor mu?” Bunlar araştırılması gereken önemli sorulardır. Rasgele bir kitabı elimize alıp, sırf ünlü biri yazdı diye bunun güvenilir bir kaynak olduğunu düşünmemeliyiz. Aynı ilke, birinin konuşmasını dinleme konusunda da geçerlidir.
Öğretilerin Bağlamını Belirlemek için Ayırıcılığı Kullanma
Ayrıca, Budist öğretilerin her biri için bir bağlam, öğretilerin geldiği bir felsefi ekol vardır. Bir öğretinin bağlamının ne olduğunu bilmek önemlidir. Bunun sebebi, farklı Budist sistemlerde, örneğin “karma” gibi aynı teknik terim için farklı açıklamalar olmasıdır. Ayrıca, belirli bir sistemde karma hakkındaki bu öğretiler, o sistemin Dharma’da bulunan örneğin, kavrama kuramı gibi ilgili pek çok başka konu hakkındaki açıklamalarıyla bağlantılıdır. Öğretileri işittiğimiz diğer öğretilerle birlike anlayabilmek için bunların hangi sistemden geldiklerinden emin olmamız gerekir.
Kelimelerin kullanıldığı bağlamı bilmek günlük konuşmalarda bile önemlidir. Örneğin, “bon” kelimesini işittiniz. Bu Tibet’teki Budizm öncesi geleneğin adıdır. Ama Fransızca’da “bon”, “iyi” anlamına gelir. Dolayısıyla dil bağlamının farkında değilseniz, “bon” kelimesini ilk duyduğunuzda kafanız karışabilir. Acaba bu kişi Fransızca bon’dan mı bahsediyor yoksa bağlam Tibet mi? Hangi dilde olduğunu bilmeden yalnızca kelimenin sesini esas almak yanılmanıza yol açabilir.
Budist teknik terimler söz konusu olduğunda bağlamı bilmek daha da büyük bir önem taşır. Örneğin, varolmama (boşluk) konusunu öğreniyor olabilirsiniz, bu da bir Hint Budist ekolünde bir şekilde, farklı bir ekolde ise başka bir şekilde açıklanabilir. Aynı Hint Budist felsefe ekolü dahilinde bile, varolmama çeşitli Tibet Budizm ekolleri tarafından çok farklı şekillerde yorumlanır.
Aynı konunun bu kadar farklı açıklamaları olması Budizm etüt eden Batılılar için en çok kafa karışıklığına yol açan husustur. Modern çağda, özellikle de İnternet ile tüm farklı Asya Budist geleneklerine erişimimiz olması yeterince kafa karıştırıcıdır. Ama aynı ülkenin – örneğin, Tibet – Budist geleneği dahilinde bile, pek çok farklılık ve farklı yorum bulunur.
Gelin bununla ilgili bir örnek vereyim. Diyelim ki belirli bir öğretmenle karma’nın ayrıntılı bir açıklamasını etüt etmekteyiz. Öğrendiğimiz şeyle ilgili kafa karışıklığı yaşamamak için bütün diğer sistemlerdeki açıklamaları öğretmenin yaptığı açıklamadan ayırmamız gerekir. Örneğin, Hindu değil, Budist yorumu öğrenmekte olduğumuzu bilmemiz gerekir. Budist açıklamalar arasından Pali Theravada geleneğinden olan açıklamayı değil, Hint Sanskrit geleneklerinden gelen açıklamayı etüt etmekteyiz. Hint Sanskrit gelenekleri arasından, Chittamatra bakış açısını değil, Vaibhashika bakış açısını etüt etmekteyiz. Ayrıca, Vaibhashika sunumunun Gelug açıklamasını öğreniyoruz, Kagyu açıklamasını değil. Tam bağlamı bilmemiz gerekir çünkü karma’nın farklı açıklamaları felsefi bağlama bağlı olarak büyük farklılık gösterir. Bir Dharma konusunun Gelug açıklamasını bir Kagyu sistemine uydurmaya çalışırsak kafamız çok karışabilir. Ve tüm açıklamaları büyük bir çorba gibi birbirine karıştırırsak, kafamız daha da karışır.
Öğretmenlerimden biri, Geshe Ngawang Dhargyey, Batılılarla ilgili çok içgörülü bir şey söylemişti.“Siz Batılılar, sürekli olarak ikisini de pek iyi anlamadığınız iki şeyi karşılaştırmaya çalışıyorsunuz. Sonuçta, kafanız daha fazla karışıyor”, demişti. Bundan öğrenmemiz gereken ders, farklı sistemleri karşılaştırmanın yalnızca bir sistemi iyi bildiğimiz durumda anlamlı olduğudur. Ancak o sistemi çok iyi bildiğinizde tüm diğer sistemlere bakıp farkları görebilirsiniz, daha önce değil.
Dolayısıyla karma veya boşluk ya da Budizm’deki başka herhangi bir konu üzerine meditasyon yapmak istiyorsak, işitmeden ayırıcı farkındalık geliştirmemiz gerekir. Bu, aşağıdakileri doğru ve kesin bir şekilde bilmeyi gerektirir:
- Bunlar sözlü olarak ifade edilen kelimelerdir, başka bir şey değil.
- Bunları söyleyen kişi bu konuda güvenilir ve doğru bir bilgi kaynağıdır, güvenilmez birisi değildir.
- Bu açıklamanın yapıldığı felsefi sistemdir, başka bir felsefi sistem değil.
İşitmeden kaynaklanan ayırıcı farkındalığa sahip olduğumuzda bir sonraki adıma geçmeye hazırız demektir.
İşittiğimiz Şey Hakkında Düşünme
Bir sonraki adım düşünmeden kaynaklanan ayırıcı farkındalıktır. “Düşünme” ne anlama gelir? Burada düşünme, bir şeyin ne anlama geldiğini anlamaya çalışmak demektir. Peki ama bir şeyi “anlamaya” çalışmak ne demektir? Tibetçe terimin tanımı genellikle “anlamak” veya “kavramak” gibi çevrilir: “bir şeyi doğru ve kesin bir şekilde bilme.”
İşin aslı şudur ki, zihinsel faaliyet ve zihni tasvir etmek için kullanılan Sanskritçe ve Tibetçe kelimelerin çoğunun orijinal dillerinde, bizim Batı dillerimizde kullandığımız kelimelerden oldukça farklı anlamları vardır. Orijinal Asya dillerini ve söz konusu Asya dili bağlamında kelimelerin anlamını etüt etmiş olmak bu yüzden çok faydalıdır. Bu, yalnızca sözlük anlamını okumakla kalmayıp, dilin kendisiyle çalışmak, tanımları öğrenmek vs. anlamına gelir. Bunu yaparsanız Budist öğretileri anlamak için çok güçlü bir analitik araca sahip olursunuz.
Konuşulmuş Olan Kelimeleri Anlama
Bu “anlamak” kelimesi öğretileri dinlemekle ilgili olarak da kullanılabilir. Bu bağlamda, “Bu kelimeleri söylediğinizi anlıyorum” gibi cümlelerde karşımıza çıkar. Bu cümlede vurgu “siz” üzerineyse, sizin gerçekte bu kelimeleri söylediğinize dair hiçbir şüphemiz olmadığını belirtir. Sizin bunları söylemediğinizi ya da başka birisinin söylediğini düşünmüyoruzdur. Bunları söylediğinizi duyduk ve işitmemizde hiçbir sorun olmadığından tam anlamıyla eminiz.
Vurgu “bu kelimeleri” üzerineyse, “Bu kelimeleri söylediğinizi anlıyorum” farklı bir anlama gelebilir: “Söylediğiniz kelimeleri anlıyorum. Kelimelerin ve cümlelerin altında yatan anlamı tam anlamamış olabilirim – bu farklı bir süreç; ama bu kelimeyi ve bu tümceyi ve bu cümleyi söylediğinizi doğru şekilde anladım.” Söylenen sözleri doğru şekilde duyduğumuzdan emin olmamız gerekir. Bir kayıt varsa onu dinleyebiliriz. Konuşanın sesi ve kayıt netse, kelimeleri doğru duyduğumuzdan emin olabiliriz. Pek net değillerse, başkalarından yardım isteyebilir, onların ne işittiğini öğrenerek kendi işittiklerimizle karşılaştırabiliriz. Öğretilerin kayıtlarına güvendiğimiz durumda bu gerçekten önemlidir. Dolayısıyla, işitmeden gelen ayırıcı farkındalığı kullanarak kelimelerin ne olduğunu doğru ve kesin bir şekilde anladığımızı belirleyebiliriz.
Kelimelerin Anlamını Anlama
Şimdi, düşünme – üç aşamalı anlama sürecindeki ikinci adım – kelimelerin ne anlama geldiğini anlamak demektir ve elbette, bu kesinlikle şarttır. Bir şeyi faydalı bir alışkanlık olarak geliştireceksek yalnızca kelimeleri bilmemiz yeterli değildir, kelimelerin anlamını da bilmemiz gerekir. Örneğin, bazı kişiler Tibetçe dizeleri zikrederler ama bunların aslında ne anlama geldikleri konusunda hiçbir fikirleri yoktur. Kelimelerin ne anlama geldiğini bile bilmiyorsanız bir şeyi nasıl faydalı bir alışkanlık olarak geliştirebilirsiniz?
Pek çok Tibet Budizmi öğretmeninin Tibetçe dua ve çeşitli pratikleri zikretmenizi tavsiye ettiklerini göreceksiniz. Elbette, yüzyıllar öncesinden gelen bir ritüele katılmanın faydaları vardır: bir geleneğe ait olduğunuzu hissedersiniz ve farklı ülkeler ve dillere sahip kişilerin aynı şeyi söyleyip zikrettiğini bilmek rahatlatıcıdır. Ama Tibetçe kelimelerin anlamını anlamadıkça Tibetçe zikretmek kelimelerin söylediğiyle ilgili faydalı bir alışkanlık geliştirmemize yardımcı olmaz. Dolayısıyla anlamı anlamamız ve anlamın doğru ve kesin olması gerekir. Bu, bir şeyin ne anlama geldiğini ne anlama gelmediğinden ayırmak için ayırıcı farkındalık kullanmak demektir. Kelimelerin gerçekte ne anlama geldiğiyle ilgili kesin bir anlayışa ulaşabilmek için bunu bir analiz ve mantıksal akıl yürütme süreciyle yaparız.
Bir Öğretideki Kelimelerin Ne Anlama Geldiği Konusunda İkna Olma
Kesin bir anlayışa ulaşma konusundaki bu nokta oldukça müşkül bir konuyu gündeme getirir: bir konuda gerçekte nasıl ikna oluruz? Açıkça görülmeyen ve duyularla bilinmesi mümkün olmayan bir şey konusunda ikna olmamız için mantığa güvenmemiz gerekir. Ama kendilerine mantıksal bir argüman sunulduğunda akıl yürütmenin kanıtladığı şeye inanmayan kişiler vardır. Bazı durumlarda mantıksal sonuç olsa bile sonuca inanmak istemezler. Biz de böyle biriysek, bu Dharma etüdümüzde pek çok engele yol açabilir.
Ama, mantıkla elde edilen sonuçları kabul ettiğimizi varsayalım. Gelin analiz ve mantık yürütme sürecine bir örnek olarak gelip geçiciliği ele alalım. Kanıtlamak ve dolayısıyla anlamak istediğimiz, nedenler ve koşullara bağlı olarak yaratılan veya üretilen her şeyin sonuçta sona ereceğidir. İster bir bilgisayar, bir araba, bedenimiz veya kişisel bir ilişkiden bahsediyor olalım, bu, nedenler ve koşullara bağlı olarak üretilmiştir. Ve bu nedenler ve koşullar her an yenilenmediğinden bunlar tarafından üretilen ve bunlara bağlı olan ürün kaçınılmaz olarak bozulacaktır.
Buna örnek olarak satın aldığınız ve sonuçta bozulan veya arızalanan şeyleri düşünebilirsiniz; örneğin sonuçta bozulan yeni arabanız veya yetiştirdiğiniz ve sonuçta bozulan çiçekler ya da meyve. Bu kuralın istisnası yoktur. Üretilen veya imal edilen ve sonsuza kadar dayanan hiçbir şey yoktur. Yaratıldıysa – yani daha önce varolmuyorsaydı – o zaman bozulacaktır. Neden? Yeni olarak ortaya çıkan bir şey, yalnızca nedenler ve koşullara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Ama bir şey ortaya çıktıktan hemen sonra, ilk ortaya çıkışını destekleyen neden ve koşullar değişir. Bunlar da başka nedensel etmenlere bağlı olarak ortaya çıktıkları için değişirler. Bu nedenle, o öğenin takip eden her anda ortaya çıkmaya devam etmesini desteklemek üzere varlıklarını sürdüremezler. Başka bir deyişle, bir şeyin ortaya çıkması için olan neden ve koşullar artık mevcut olmadığında, bu destekleyen etmenlere bağlı olarak ortaya çıkan şey bozulur. Varlığının ilk ortaya çıktığındakiyle aynı durumda sürmesini destekleyen etmenler olmadığında bozulur. Başka neden ve koşullardan etkilendiğinden durumu değişir.
Bunun diğer bir örneği kişisel ilişkilerdir. Biriyle bir ilişki pek çok neden ve koşullara bağlı olarak ortaya çıkar. Örneğin, ben belirli bir yaştaydım, diğer kişi belirli bir yaştaydı, hayatımda bu oluyordu, diğer kişinin hayatında bu oluyordu, toplumda şu oluyordu. Tüm bu etmenler ikimizin karşılaşması ve bir ilişki geliştirmesini destekledi. Ama bu koşullar kalıcı değildiler; sürekli olarak değiştiler. Yaşımız ilerledi, hayatlarımızda farklı şeyler olmaya başladı. Çok uzun bir süre birlikte olsak bile birimiz diğerinden daha erken öleceğiz. Nedenler ve koşullara olan bağımlılığından dolayı aramızdaki ilişki sürekli olarak değişecek ve sonsuza kadar süremez. Mantıkla ulaştığımız sonucun bu olmasına rağmen, bu gerçeği kabul etmek istemeyiz.
Başka bir örnekte, bir bilgisayar satın alırız ve sonsuza kadar çalışmaya devam etmesini ve hiç bozulmamasını bekleriz ama bozulur. Neden bozuldu? Üretildiği için bozuldu. Bozulduğu veya arızalandığı sırada ne olduysa bu yalnızca sona ermesi için olan koşuldu. Bozulmasının gerçek sebebi üretilmiş olmasıydı. Bu, “Bu insan neden öldü? Ölmelerinin sebebi doğumlarıydı”, demek gibidir. “Hayatın tanımını biliyor musun? %100 ölüm oranına sahip cinsel yoldan bulaşan bir hastalıktır”, diyen şaka gibi. Maalesef bu doğrudur! Gelip geçiciliği anlamaya çalışmak gibi, bir konu hakkında düşünürken mantık kullansak bile çoğu zaman büyük miktarda direnç vardır. Bazen sunulan bilgilere inanmak istemeyiz. Gelip geçiciliğin yaşamın gerçeklerinden biri olduğunu kabul etmek istemeyiz. İşte bu yüzden bir konuyla gerçekten derinden çalışmak için mantığın üzerinden tekrar tekrar geçmemiz gerekir.
Düşünme süreci aracılığıyla, bir “anlayışa” ulaşırız – buna “düşünmeden kaynaklanan ayırıcı farkındalık” denir. Kelimelerin anlamını doğru şekilde anlar ve bu konuda kesinlik sahibi oluruz. Başka bir deyişle, mantıksal bir süreçten geçmiş ve bu kelimenin ne anlama gelmediğini hariç bırakmışızdır. “Gelip geçicilik bilgisayarımın belki de bozulacağı anlamına gelmez. Bir noktada kesinlikle bozulacağı anlamına gelir.” Dolayısıyla, “yaratılan her şeyin bozulacağı” gerçeği konusunda ne kadar ikna olduğumuzdan bağımsız olarak, en azından gelip geçiciliğin en anlama geldiğini doğru olarak anlarız.
İşittiğimiz Öğretinin Doğru ve Faydalı Olduğu Konusunda İkna Olma
Bundan sonra, yalnızca işittiğimiz kelimelerin anlamı konusunda değil ama bu anlamın doğru olduğu konusunda ikna olmamız gerekir. Gelip geçicilik örneğimiz durumunda, terimin anlamını anlayabiliriz ama gerçekten doğru olup olmadığına inanıyor muyuz? Gerçekten ikna olduk mu? Gelip geçicilik hakkında düşünmekte sebat eder ve bu kurala hiçbir istisna bulamazsak, o zaman gelip geçiciliğin temel bir kanun olduğuna gerçekten inanmaya başlarız. Düşünce süreci şöyle gelişebilir: “Kesinlikle öleceğim. Doğmuş olan herkes öldü. Doğmuş olup da ölmemiş olan hiç bir kimse yok. Bu nedenle, benim ölmeyeceğime inanmak için bir neden var mı? Hayır yok.”
Bir noktada öleceğimiz konusunda ikna olursak, bu yaşamı olabildiğince anlamlı kılmaya çalışırız. Genellikle birisi ölüme yakın bir deneyim yaşadığında, “Hey, hala hayattayım ve yaşamımın geriye kalanını olabildiğince anlamlı kılmak istiyorum”, der. Ama ölümlülüğümüz konusunda ikna olmak ve geriye kalan zamanımızı iyi kullanma inancını geliştirmek için bir ölüme yakın deneyim yaşamayı beklememiz gerekmez.
Dolayısıyla, düşünme aracılığıyla önce anlamı doğru ve net bir şekilde anlarız. Sonra, bunun doğru olduğuna ikna oluruz. Ve son olarak, bunu gerçekten özümsemenin ve yaşamda işlev görme şeklimizin bir parçası haline getirmenin bizim için faydalı olacağına inanmamız gterekir.
Tüm bunlar – anlamı anlamak, doğru olduğuna ikna olmak ve faydalı olduğundan emin olmak – düşünmeden kaynaklanan ayırıcı farkındalığı geliştrmenin bir parçasıdır. Bu çok önemli bir süreçtir ve oldukça uzun sürer. Sessizlik içinde oturmamız ve işittiğimiz veya okuduğumuz öğretiler hakkında derin düşünmemiz gerekir. Bunu yapmadan, örneğin gelip geçicilik üzeirne meditasyon yapmaya çalışırsak, muhtemelen orada öylece oturur ve ne yapacağımızı bilmeyiz. Sonra, “kopup gitme” dediğimiz bir sersemlik haline düşeriz ve bunu meditasyon sayarız. Bu kesinlikle meditasyon değildir. Öyleyse meditasyon nedir?
Üç Tür Meditasyon
Öğretileri dinlemek ve onlar hakkında düşünerek bunlarla bağlantılı ayırıcı farkındalığı geliştirdiğimiz gibi, meditasyon da bize “meditasyondan kaynaklanan ayırıcı farkındalık” dediğimiz şeyi sağlar. Bu farkındalıkla, geliştirmek istediğimiz faydalı zihinsel durumu tam konsantrasyonla üretebilir ve bunu tüm diğer zihinsel durumlardan net ve kesin bir şekilde ayırabiliriz. Bu ayırıcı farkındalığı elde etmek için, istenen zihinsel durumu tekrar tekrar üreterek kendimizi bu istenen zihinsel duruma alıştırırız. Bunu yapabileceğimiz pek çok farklı meditasyon türü vardır ama gelin en yaygın üçüne bir bakalım.
Bir Nesneye Odaklanma
İlk meditasyon türü bir nesneye odaklanmaktan oluşur. Herhangi bir türde nesneye odaklanabiliriz ve geliştirmeye çalıştığımız şey nesne üzerinde konsantrasyondur. İster nefes alıp vermenin duyumlarına veya imgelediğimiz bir Buddha’ya veya zihnin doğasına odaklanıyor olalım, bunların tümü bir nesneye odaklanmaktır. Bu arada bu üçü, Tibet Budizmi’nde konsantrasyonu geliştirmek için en yaygın olarak kullanılan üç nesnedir.
Bu türde meditasyonun önemli bir farklı biçimi bir nesne üzerinde konsantrasyon ile odaklanmak ve bu konsantrasyon sırasında nesneyi, örneğin, gelip geçici oluşu gibi farklı bir şekilde ayırt etmeye çalışmaktır. Bu nesneye ayırt edicilikle odaklanıldığında, nesnenin gelip geçici olduğu gerçekten de daha güçlü bir şekilde kavranır. Bu, özellikle de bir şeye sanki sonsuza dek sürecekmiş gibi bağlanmanın üstesinden gelmekte işe yarar.
Başka bir kullanışlı örnek de şöyledir: Birisiyle bir arkadaşlığınız veya ilişkiniz var ve sizi aramıyor ya da ziyaret etmiyor ve siz çok sinirleniyorsanız. Bu örnekte: “Arkadaşımın hayatındaki tek kişi ben değilim. Hayatında benden başkaları da var. Dolayısıyla zamanını sadece bana ayıracağı ve başka kimseye ayırmayacağını beklemek tamamen mantık dışı olur”, gerçeğini anlamanız ve ve bu konuda tamamen ikna olmanız gerekir. Burada, olanak dışı birşeyin hayal edilmiş yansıtmasıyla mücadele ediyorsunuz, bu yansıtma “Arkadaşımın hayatında benden başkası yok”tur. Ve dolayısıyla, arkadaşınız sizinle yeterince zaman harcamadığı için sinirlendiğinizde, ona: “Hayatında benden başka kişiler ve şeyler var” ayırıcılığıyla odaklanmaya çalışırsınız.
Meditasyondan bahsettiğimizde bir tür mistik, sihirli süreçten bahsetmeyiz; hayaller dünyasına gitmiyoruz. Bunun yerine meditasyon yaşamımızdaki acı, zorluklar ve sorunlarla baş etmek için çok pratik yöntemler içerir.
O halde ilk meditasyon türü ya sadece konsantrasyon veya arkadaşımıza odaklanma örneğinde olduğu gibi bir tür anlayış ve ayırıcılıkla olmak üzere bir nesne üzerinde belirli bir şekilde odaklanmaktır.
Bir Zihinsel Durum Üretme
İkinci meditasyon türü, örneğin, sevgi veya şefkat gibi belirli bir zihinsel durum üretme ve bunu hissetmeye odaklı kalmadır. Vurgu, bu sevgi veya şefkati kendisine karşı hissetmeyi hedeflediğimiz nesne değildir, burada vurgu daha çok bir duygu veya hissi geliştirmektir.
Bir Niyet Üretme
Üçüncü meditasyon türü nesneyle ilgili bir hedefe ulaşma niyetiyle bir nesneye odaklanmaktır; örneğin, henüz gerçekleşmemiş olan kendi aydınlanmamıza, “Buna erişeceğim” niyetiyle odaklanmak. Buna “bodhichitta meditasyonu” denir. Bazen “uyanan zihin” olarak çevrilen bodhichitta’ya odaklandığımızda, odaklandığımız şey ne genel olarak aydınlanma, ne de Buddha’nın aydınlanmasıdır; bunun yerine, kendi bireysel aydınlanmamıza odaklanırız. Kendi aydınlanmamız henüz oluşmamıştır ama Buddha doğası potansiyellerimiz ve çok emek vererek oluşabileceği konusunda ikna olmuş durumdayız. Dolayısıyla bu üçüncü meditasyon türünde, erişmek için güçlü bir niyetle gelecekteki bir hedefe odaklanırız.
Gündelik Yaşamda Üç Tür Meditasyon
O halde, bu üç tür meditasyon gündelik yaşamımıza katmak istediğimiz faydalı alışkanlıkları geliştirir. Meditasyonun hayatımızla hiçbir alakası olmayan bir tür yan uğraşı olmaması önemlidir. Meditasyon bir tür kaçış değildir; bir oyun değildir; hobi değildir. Yaşamlarımıza getirmek ve her gün kullanmak istediğimiz nitelikleri geliştirmemize yardımcı olan bir yöntemdir.
Gelin az önce bahsettiğimiz örnekleri kullanarak bu üç meditasyonu nasıl uyguladığımızı gösterelim. Bir nesneye odaklandığımız ilk meditasyon türünü pratik ettiğimizde, zihnimizi sakinleştirmeyi öğrenir ve konsantrasyon yeteneğimizi arttırırız. Yalnızca işimiz için değil, biriyle konuşurken de konsantrasyon sahibi olmayı öğreniriz. Zihnimizin bir sürü başka şey düşünmesi yerine o kişiye ve ne söylediğine odaklanmak isteriz. Zihinsel yorumlar olmadan, söylediklerini yargılamadan dinlemek isteriz: “Oh, bu çok aptalca” veya “Keşke artık sussa.” Tüm bu zihinsel gevezeliği susturmak isteriz. Bu kişi ve söylediklerine olan konsantrasyonumuzu ayırıcılıkla de destekleyebiliriz: “Benim gibi sen de bir insansın ve duyguların var; benim de konuşurken hissettiğim gibi sen de konuşurken seni dikkatle dinlemelerini istersin.” Konsantrasyon meditasyonuyla bunu yapmanın alıştırmasını yaparız.
İkinci türde meditasyon olan bir zihinsel durum üretmeyi günlük yaşamımızda sahip olduğumuz sevgi ve şefkati artırmak için kullanabiliriz. Nerede olursak olalım, kiminle olursak olalım sevgi, yani herkesin mutlu olması dileğini üretmek için çaba gösteririz. Burada, sevgi, gerçekten de herkese karşı sevgi anlamına gelir, trafikteki herkese, marketteki herkese, tüm hayvan ve böceklere – herkese. Bu aynı zamanda, herkese karşı saygı geliştirmek anlamına gelir. Herkesin mutlu olmak istemesi ve mutsuz olmak istememesi bakımından herkes eşittir. Ve sinekler dahil, herkesin mutlu olmaya hakkı vardır!
Ve son olarak meditasyonu, yaşamımızın tamamında bizimle birlikte taşıdığımız bir niyet geliştirmek için kullanırız: “Bir hedef için çaba gösteriyorum. Kusurlarımı azaltmaya çalışyorum. İyi nitelikler geliştirmek ve kurtuluş ve aydınlanma için çaba gösteriyorum.” Bu niyet yalnızca minderde oturduğumuz kısa süre boyunca bizimle olmakla kalmaz, yaşamımızın tümüne yayılır.
Tsongkhapa’nın Faydalı bir Zihinsel Durum Geliştirme Konusundaki Öğütü
Büyük bir Tibetli usta olan Tsongkhapa, bu türde meditasyon için bilmemiz gereken her şeyi, yani, meditasyon için bir temel olarak nasıl faydalı bir zihinsel durum geliştireceğimizi çok iyi açıklamıştır.
Neye Odaklandığınızı Bilme
Öncelikle neye odaklandığımızı bilmemiz gerekir. Gelin şefkat örneğini ele alalım. Şefkate odaklandığımızda başkalarının acısına odaklanmış oluruz. Bu, henüz gerçekleşmemiş olan kendi aydınlanmamıza odaklandığımız bodhichitta’dan oldukça farklıdır. Bazı kişiler aslında şefkat üzerine meditasyon yaptıkları halde bodhichitta üzerine meditasyon yaptıklarını sanırlar; şefkat bodhichitta’nin temelidir, ama şefkat ile bodhichitta aynı şey değildir.
Tüm Yönlerini Bilme
Odağımızın tam nesnesini– bu durumda, şefkatin odak nesnesi olarak başkalarının çektiği acı – belirledikten sonra, o nesnenin tüm yönlerini bilmemiz gerekir. Dolayısıyla acının herkesin deneyimlediği farklı yönlerini veya türlerini inceleriz: mutsuzluk, sıradan türde mutluluk, karmanın zorlanımıyla takıntıların denetiminde olma ve kontrol dışı meydana gelen yeniden doğuştan muzdarip olma. Yalnızca birkaç varlığın sınırlı acısına, örneğin, işlerini kaybetmenin zorluklarına odaklanmakla kalmayız. Yüce şefkat durumunda, hayvanlar dahil olmak üzere herkes tarafından evrensel olarak deneyimlenen acının tüm yönlerine odaklanırız.
Zihnimizin Onunla Nasıl İlişki Kurduğunu Bilme
Bundan sonra, zihnimizin bu nesneyle nasıl ilişki kurduğunu bilmemiz gerekir. Şefkat durumunda, zihnimiz başkalarının tüm acılarına yok olmaları ve bir daha geri gelmemeleri dileğiyle odaklanır. Bu “aman ne korkunç” diyen bir yaklaşım değildir. Bir kez daha, bu düşünce bodhichitta’dan çok farklıdır. Bodhichitta durumunda, henüz gerçekleşmemiş aydınlanmamıza odaklanmakta ve onunla “Buna erişeceğim ve buna erişmem sayesinde başkalarına faydalı olacağım” niyetiyle ilişki kurmaktayız. Bu, başkalarının acılarıyla şefkat ile ilişki kurma şeklimizden çok farklıdır.
Bunu Neyin Geliştireceğini Bilme
Sonra, bu zihinsel durumu geliştirmemize neyin yardımcı olacağını bilmemiz gerekir. Örneğimizde, kendi acımıza karşı aynı niyet veya duyguyu beslemek şefkati destekler. Buna “özgür olmak için duyulan azim” denir ve genellikle “feragat” olarak çevrilir. Kendi acımıza odaklanır ve bu acıdan ve sebeplerinden özgür olma azmine sahiptir. Acının sebeplerinden özgür olma, bizim acı çekmemize sebep olan öfkelenme gibi davranışlardan vazgeçme niyetine sahip olma anlamına gelir. Kendimiz için acıdan özgür olma azmini gerçekten geliştirebilirsek, bu o tutumu, o dileği, kendimize odakladığımız yoğunlukla başkalarına yöneltebilmemizi destekler.
Neyin Bunu Geliştirmeye Engel Olacağını Bilme
Bu zihinsel durumu geliştirmeye neyin engel olacağını da bilmemiz gerekir. Başkalarını ve onların acılarını ciddiye almamak şefkatin gelişmesine engel olur. Bunun önüne geçmek için, “Herkes mutlu olmak ister. Kimse mutsuz olmak istemez. Kimse acıdan özgür olma arzusunda farklı değildir. Hepimiz aynıyız. Ve benim duygularım olduğu gibi herkesin de duyguları var. Acı çeken herkes bundan, benim kendi acımdan muzdarip olduğum kadar muzdariptir. Ben nasıl kendi acımdan özgür olmak istiyorsam onlar da kendi acılarından özgür olmak isterler”, diye düşünmemiz gerekir. Bu şekilde, başkalarına karşı hassasiyet ve saygı geliştiririz. Hassasiyet ve saygı duymadığımız durumda içten şefkat geliştirmede engeller deneyimleriz.
Uygulamasını Bilme
Tsongkhapa bu zihinsel durumu geliştirdiğimizde onu nasıl kullanacağımızı bilmemiz gerektiğini söyleyerek devam eder. Başka bir deyişle, uygulaması nedir? Şefkat geliştirdim, peki sonra? Evet, başkalarıyla ilişkime yardımcı olacak; onların faydası için çalışmama yardımcı olacak ve başkalarına ciddi bir şekilde yardımcı olabilmem için nihai hedef olan aydınlanmaya erişmek için beni gerçekten motive edecek ve itici bir güç oluşturacak. Onlara şimdi yardım etmemi engelleyen şeyin kendi sınırlılığım olduğunu anlıyorum ve bu sınırların üstesinden gelmek istiyorum.”
Neyi Ortadan Kaldıracağını Bilme
Bilmemiz gereken bir sonraki şey şudur: Bu zihinsel durum neyi ortadan kaldıracak veya üstesinden gelecek? Şefkat başkalarını görmezden geldiğim taş kalpli duyguyu ortadan kaldıracak. Başkalarına yardım etmeme tembelliğinden kurtulmama ve kendi üzerimde çalşmayı istememe tembelliğinin üstesinden gelmeme yardımcı olacak. Bu taş kalpli duygunun üstesinden gelerek başkalarına daha çok yardımcı olabilirim. Şefkat geliştirme ve şefkat üzerine meditasyon için tüm bu öğeleri bilirsek o zaman bu meditasyonu gerektiği şekilde yaptığımız konusunda çok emin olabiliriz; tam ne yaptığımızı ve neden yaptığımızı biliriz. Bu meditasyonu yapmak için gerekli şekilde hazırlandık. Aksi takdirde bu, yüzmeyi bilmeden yüzme havuzunun derin bölümüne atlamak gibidir. Sadece, “Otur ve meditasyon yap”, dersek ve ne yapmamız gerektiği konusunda hiçbir fikrimiz yoksa, verimli bir sonuç elde etmememiz olasılığı oldukça yüksektir.