Hotan Kuşatmasının Analizi

Tangutlar Arasında Siyasi ve Dinî İklim

947’de Moğolistan, Mançurya ve kuzey Han Hanedanlığı’nın bazı bölümlerinde Kitan Liao Hanedanlığı’nın kurulması ve 960’da Kuzey Song’un Han Hanedanlığı’nın geri kalanıyla tekrar birleşmesinden sonra, Tangutlar hem kuzeyden hem de doğudan sıkışmış bulunuyorlardı. Güney Gansu Ningşia’da ve batı Şansi’de, Orta Asya’dan Çangan’a doğrudan giriş kapısında, İpek Yolu’nun doğu ucunda Kuzey Song egemenliğinde bulunan stratejik bir bölgeyi işgal ediyorlardı. Batıdan gelen ticaret Tsongka üzerinden Gansu Koridoru’ndan geçerek Tangutları baypas edebilse de, Tangutların toprakları en dolaysız yolu kapsıyordu ve bu bölgeyi ellerinden almaya can atan pek çok devlet bulunuyordu. Ne var ki Tangutlar tüm saldırılara direniyorlardı. Hem Kitanlara hem de Kuzey Song’a karşı verilen uzun savaşlardan sonra, Tangut hükümdarı Jiqian (hükümdarlık dönemi 982 – 1004) 982’de kendini Çincede Şişia, Tibetçede Minyag olarak bilinen ilk bağımsız Tangut Hanedanlığı’nın (982 – 1226) ilk imparatoru ilan etti.

Gelecek elli yıl boyunca, İpek Yolu’nun daha fazlasını kontrol etmek için imparatorluklarını batıya doğru genişletmek isteyen Tangutlar yakın komşuları Sarı Uygurlar ile Tsongka Tibetlilerinin ittifakına karşı bitmek bilmez savaşlar verdi. Kuzey Song sarayı her ikisiyle de dostane ilişkilere sahipti ve onları Kitan etkisinden uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Sonuç olarak, Tangutlar hem Han Çinlileriyle hem de kuzeyde sürekli tehdit oluşturan Kitanlarla düşmanca ilişkilerini sürdürdüler.

Budizm Tangutlara ilk olarak yedinci yüzyılda Tang Hanedanlığı’ndan gelmişti. Tibet’te İmparator Langdarma’nın (hükümdarlık dönemi 836 – 842) Budizm’e uyguladığı zulümden kaçan üç Tibetli keşiş Tsongka’ya vardığında, Gewasang (Tib. dGe-ba gsang) unvanını verdikleri yerel bir Budiste dinsel öğretilerde bulundular. Bu öğrencinin daha sonra eğitimini sürdürmek için Tangut topraklarına gitmiş olması Budizm’in bu dönemde Tangutlar arasında, en azından soylu sınıfında oldukça yayılmış olduğunu göstermektedir.

Tangutların geleneksel dini Konfüçyusçu olmayan türde bir atalara tapınma ile Moğol bozkırlarıyla ilişkili çoğu Orta Asya halkının benimsediği bir Şamanizm ve Tengricilik formunun karışımıydı. Göktürkler gibi Tangutlar da hükümdarlarının gücünün kaynağı olduğuna inanılan bir kutsal dağ kültüne sahipti. Tangut imparatoru Jiqian, tahta çıktıktan sonra ataları için bir tapınak yaptırarak yerel geleneğini onurlandırmış ve böylelikle coşkulu bir popüler destek kazanmış olsa da, Budizm’e de saygı duyuyordu. Örneğin oğlu, müstakbel imparator Deming’e (hükümdarlık dönemi 1004 – 1031) küçükken Budist metinleri okutmuştu.

Tibet Bölgelerindeki Durum

Bu arada orta Tibet 842’de Langdarma’nın öldürülmesi akabinde çıkan iç savaşı yavaş yavaş atlatıyordu. Son imparatorun evlatlık oğlunun ve onun haleflerinin birkaç zayıf hükümdarlıklarından sonra, Tibet 929’da iki krallığa bölündü. Biri orta Tibet’te ortalama bir siyasi düzeyde varlığını sürdürürken, diğeri olan Ngari Hanedanlığı (Tib. mNga’-ris) batıdaki eski Zhang-zhung topraklarında yer etti. Sonrasında ikisi de Tsongka’daki keşişlerin Budist manastır geleneğini yeniden canlandırmaya ilgi duydu.

Tsongka’da Budizm, Langdarma’nın baskısından etkilenmeden gelişmeye devam etmişti. 930’da bu bölgedeki Tibetliler Budist metinlerinin kendi dillerinden Uygurcaya tercüme edilmesine yardımcı olmaya başladılar. Bu, Kitanların ikinci yazı sistemi olarak Uygur yazısını kabul etmelerinden beş yıl sonraydı ve dolayısıyla Kitanlar üzerindeki Uygur kültürel etkisinin doruklarına ulaştığı bir dönemdi. Tsongka Tibetlilerinin Uygurlarla yaptıkları işbirliğinin yalnızca kuzeydeki yakın komşuları Sarı Uygurlarla mı sınırlı olduğu yoksa daha batıdaki Karahoca Uygurlarıyla da bu şekilde bir işbirliği yapıp yapmadıkları kesin olarak bilinmemektedir. İki Türk halkı aynı dili ve kültürü paylaşıyordu.

Tibetliler ve Uygurlar arasındaki dinsel iletişim ve tercüme çalışmaları onuncu yüzyılın ikinci yarısında, bilhassa Tibetlilerin ve Sarı Uyguların savaşta Tangutlara karşı ittifak kurduğu dönemde arttı. Han Çinli hacı Wang Yande Tangut İmparatorluğu’nun kurulduğu 982 yılında Sarı Uygur başkentine ziyarette bulunmuş ve burada elliden fazla manastır bulunduğunu kaydetmiştir.

Kral Yeshey-wo’nun Batı Tibet’te Budizm’i Canlandırma Çabaları

Budist manastır ekolü onuncu yüzyılın ortalarında, Tsongka’dan kalkıp Kham’a yerleşen üç orta Tibetli keşişle, orta Tibet’te tekrar canlandı. Akabinde batı Tibet’in Ngari kralları Budizm’i önceden olduğundan bile daha iyi duruma getirmek için çok büyük çaba sarf ettiler. 971’de Kral Yeshey-wo, Rinchen-zangpo’yu (958 – 1055) ve yirmi bir genci din ve dil eğitimi almaları için Keşmir’e gönderdi. Bunlar ayrıca kuzey Hindistan’ın orta bölgesindeki Vikramashila Manastır Üniversitesi’ni de ziyaret ettiler.

Bu dönemde Keşmir, Karkota egemenliğini izleyen Utpala Hanedanlığı’nın (856 – 1003) son aşamalarında bulunuyordu. Utpala dönemi Keşmir’de pek çok iç savaşa ve şiddete tanıklık etmişti. Budizm’in kimi yönleri Hinduizm’in Şaivit formuyla karışmıştı. Bununla beraber, onuncu yüzyılın başında, Keşmir Budizm’i kuzey Hindistan manastır üniversitelerinde Budist mantığın canlanmasıyla yeni bir ivme kazanmıştı. Kral Kshama Gupta’nın (hükümdarlık dönemi 950 – 958) döneminde, bu hırslı Hindu hükümdarı pek çok manastırı yakıp yıktığında Budizm kısa süreli bir gerilemeye uğramıştı. Bununla beraber, Rinchen-zangpo’nun ziyaret ettiği dönemde Budizm yavaş yavaş yeniden canlanmaktaydı.

Budizm kısa süre önce, yüzyıllar boyunca batı Tibet’le yakın ilişkilere sahip olmuş Hotan’da doruğa ulaşmış olmakla beraber, Rinchen-zangpo’nun gittiği yıl Kaşgar’da Hotanlılar ve Karahanlılar arasında silahlı mücadele başlamıştı. Hotan artık Budist çalışmaları için emniyetli bir yer değildi. Üstelik, Tibetliler Sanskritçeyi Hint alt kıtasındaki kaynağından öğrenmek ve bunları orijinal dilinden bizzat tercüme etmeyi arzuluyorlardı. Sanskritçe Budist metinlerinin Hotancaya tercümeleri genellikle uyarlama olduğundan, Budist doktrini hakkında kafa karışıklığının hakim olduğu Tibetliler daha hassas bir tercüme peşindeydiler. Bu sebeple, Budizm Keşmir’de de riskli bir konumda bulunmasına rağmen, burası Tibetlilerin güvenilir bir eğitim alabilecekleri nispeten güvenli ve en yakın yegane merkezi teşkil ediyordu.

Keşmir’deki ve kuzey Hindistan Ganj Düzlüklerindeki seyahati ve eğitimi yalnızca Rinchen-zangpo ve Legpay-sherab (Tib. Legs-pa'i shes-rab) tamamlayabildiler. Yeshey-wo, 988’de batı Tibet’e döndükten sonra, Rinchen-zangpo’nun pek çok metinle Tibet’e geri göndermiş olduğu Keşmirli ve Hintli keşişlerle hali hazırda çeşitli Budist tercüme merkezleri kurmuş bulunuyordu. Vikramashila’dan davet edilen keşişler ikinci bir rahiplik silsilesi başlattılar.

Onuncu yüzyılın son yıllarında Rinchen-zangpo, o dönemde günümüz trans-Himalaya Hindistan’ındaki Ladakh ve Spiti’nin büyük bölümlerini de içeren batı Tibet’te çok sayıda manastır yaptırdı. Ayrıca sıradan Tibet halkına Budizm’i sevdirmek amacıyla bu manastırları dekore etmeleri için sanatçılar davet etmek üzere iki kez daha Keşmir’e ziyarette bulundu. O sırada Keşmir’de hüküm süren hanedanlık değişmiş, İlk Lohara Hanedanlığı kurulmuştu (1003 – 1101). Hanedanlık değişimi barışçıl olarak meydana geldi ve Keşmir Budizm’i için bir sorun oluşturmadı.

Karahanlıların Hotan kuşatması, Rinchen-zangpo’nun geri dönüşünden altı yıl önce 982’de başlamış bulunuyordu. Geri döndüğü sırada, pek çok Budist hali hazırda mülteci olarak Tibet’e kaçışmaya başlamışlardı; bu da kuşkusuz orada Budizm’in tekrar canlanmasına katkıda bulunmuştur. Bunlar olasılıkla Kaşgar’dan ve Karahanlıların ikmal hattında bulunan Kaşgar ile Hotan arasındaki bölgeden gelenlerdi. Kaçanların çoğu Tibet’e giderken yol üzerinde Ladakh’tan geçmiş olsa gerektir ama çok daha kolay ve kısa bir alternatif olmuş olacak şekilde batıya dönüp yakındaki Keşmir’e yerleşmediler. Bunun sebebi olasılıkla Yeshey-wo’nun güçlü egemenliği ve himayesi karşısında Ngari Krallığı’nın siyaseten ve dinsel olarak daha dengeli görünmüş olmasıdır. 821’de zulümden kaçmak isteyen Hotanlı keşişler de batı Tibet’e sığınmışlardı.

Hotan’a Tibet Askerî Yardımı

Kaşgar’ın Karahanlıları 930’larda Budizm’den İslam’a geçtiklerinde, Batı Tibet Ngari Krallığı yalnızca birkaç yaşındaydı. 929’da bir veraset meselesi yüzünden orta Tibet’le bölünme sonucunda bir siyasi antite olmuş olan Ngari başlangıçta askerî bakımdan zayıftı. Karahanlılarla dinsel farklılıklar sebebiyle düşman olmayı göze alabilecek konumda bulunmuyordu. Sağ kalmak için komşularıyla ilişkilerinin dostane olması gerekiyordu.

Fakat daha geç dönem Tibet Budist tarihlerine göre, Ngari kralı Yeshey-wo, on birinci yüzyılın başlarında kuşatma altındaki Hotan’ın yardımına koştu. Bu kuşkusuz Budizm’i savunmak için olduğu kadar, Karahanlıların siyasi olarak daha da yayılmasından duydukları korku sebebiyle de atılmış bir adımdı. Tibetliler ve Karluk/Karahanlılar yüzyıllar boyunca müttefik olmuş olmalarına rağmen, hiçbir zaman birbirlerinin topraklarını tehdit etmemişlerdi. Ayrıca Tibet, Hotan’ı daima meşru etki alanı dahilinde kabul ediyordu. Dolayısıyla Karahanlılar bu alanın sınırını bir kez aştıklarında iki millet arasındaki ilişkiler değişti.

Geleneksel Budist tarihlerine göre, Kral Yeshey-wo Karahanlılar (Tib. Gar-log, Tr. Karluk) tarafından esir alındı ama kullarının fidye ödemesine izin vermedi. Onlara hapiste ölmesine izin vermelerini ve bu parayı kuzey Hindistan’dan yeni Budist öğretmenler, bilhassa da Vikramashila’dan Atisha’yı davet etmek için kullanmalarını salık verdi. On birinci yüzyılın başında pek çok Keşmirli usta batı Tibet’i ziyaret ediyordu ve bazıları da buradaki Budist pratiğin giderek dejenere olmasına yol açıyorlardı. Bu durum Tibet’te Langdarma’nın zamanında manastır öğrenim merkezlerinin yakılıp yıkılması sebebiyle zaten kötü bir düzeyde olan Budist kavrayışını iyice karıştırdığından, Yeshey-wo bu karmaşayı düzeltmek istiyordu.

Yeshey-wo’nun kendini feda edişinin bu dindar anlatısında pek çok tarihsel tutarsızlık bulunmaktadır. Hotan kuşatması 1006’da sona ermiş, Yeshey-wo da Budist metinlerinin tercümelerini düzenlemek için 1027’de sarayından son bir ferman yayınlamıştır. O halde savaş sırasında hapiste ölmemiştir. Rinchen-zangpo’nun biyografisi uyarınca, kral kendi başkentinde hastalıktan ölmüştür.

Yine de bu uydurma anlatı dolaylı olarak batı Tibetlilerin o dönemde kuvvetli bir askerî güç teşkil etmediklerini göstermektedir. Hotan kuşatmasını kaldırmada etkili olamadılar ve gelecekte Karahanlıların İpek Yolu’nun güney Tarım kolu boyunca daha da yayılmasına önemli bir tehdit oluşturmadılar. Burada yaşayan Tibet göçebelerini savunamayacaklardı.

Karahanlıların Olası Askerî Stratejisi

Karahoca Uygurları İpek Yolu’nun kuzey kolunu kontrol ediyorlardı. Bu rakip Türki halklar bilhassa savaşçı olmamakla beraber, o dönemde önemli bir askerî güç teşkil eden Kitanların vasallarıydılar. Karahanlılar, söz gelimi yakındaki Kuça’da bulunan Karahoca krallığına saldıracak olsa, Kitanlar şüphesiz savaşa çekilirdi. Yine aynı şekilde savaşçı bir geleneğe sahip olmayan Hotan ise daha da savunmasızdı. Destek sağlamak için bazı Han Çinli saraylarına heyetler göndermekle beraber, temelde izoleydi. Ngari etkin bir savunma konusunda yardımcı olamazdı.

İpek Yolu’nun kuzey kolu, neredeyse bir buçuk yüzyıl boyunca kullanılmadıktan sonra, 938’de Hotanlılar tarafından tekrar açılmıştı ve bir kez daha yeşim ticaretini Han Hanedanlığı’na taşıyordu. Bununla beraber, birkaç Tibetli göçebe haricinde çoğunlukla terkedilmiş ve savunmasız bulunuyordu. Kuzey yolunu ele geçirmek için Kuça’dan Turfan’a kadar bütün Karahoca Uygur vahalarını almak için bir dizi savaş yapmak gerekirken, güney yolunu ele geçirmek için tek bir savaş kazanmak, yani Hotan’ı almak yeterli olacaktı.

Karahanlılar Hotan’ı alarak Hotan’ın batısında Kaşgar üzerinden Soğd’un önemli şehirlerine kadar uzanan imparatorluklarına bağlarlarsa, Orta Asya İpek Yolu’nun Dunhuang’a kadar uzanan ve burada kuzey koluyla birleşen bütün güney kolunun kontrolü de otomatik olarak kendilerine geçecekti. Böylece Karahoca egemenliğindeki kuzey Tarım’dan geçen yola alternatif bir ticaret yolunu kontrol edebilirler ve hem mali bakımdan hem de itibar bakımından muazzam bir kazanç elde ederlerdi. Karahoca üzerinde üstünlük elde etmek için askerî bir sefer yapmalarına gerek kalmaz; bunun yerine, Karahoca Uygurlarını İpek Yolu ticaretinden koparıp atmak suretiyle onları ekonomik olarak alt edebilirlerdi. İpek Yolu’nun güney kolunu ele geçirmeye yönelik bir askerî strateji belirlenmesindeki önemli bir etmen ise doğudaki devletlerin bir Karahanlı inisiyatifine nasıl tepki gösterecekleriydi.

Tangut Bağlantısı

Sarı Uygurlar, bağımsız Guiyijin devletini ele geçirdikleri 890’lardan beri güney Tarım yolunun kuzey koluyla birleştiği doğu ucundaki Dunhuang’ı yönetmişlerdi. 930’lardan beri Kitan egemenliğinde bulunan Sarı Uygur toprakları buradan güney doğuya doğru uzanıyor ve İpek Yolu’nun içinden geçerek devam ettiği Gansu Koridoru’nu kapsıyordu. İpek Yolu daha sonra Tangutların elindeki güney Gansu’dan geçerek Han Hanedanlığı’na giriyor ya da güneye doğru ayrılarak o dönemde Tibet Tsongka Krallığı’nın hakimiyetinde bulunan, Arap-Tibet ticaretinin son noktası Kokonor bölgesine sapıyordu.

Tangutlar bu dönemde Kuzey Hong’a fevkalade düşman olduklarından, topraklarından Han Hanedanlığı’na giden bütün ticareti engelleyerek bizzat bu malların belli başlı alıcısı haline geldiler. Bunun üzerine Çangan’a giden ticaret yolu Tangutların etrafından dolanmak için Sarı Uygur topraklarından güneye giderek Tsongka’ya ve buradan da Han Hanedanlığı’na geçecek şekilde kanalize edildi. Böylece 982’de Tangut imparatoru Jiqian, hanedanlığının kurulmasıyla, Sarı Uygur ve Tsongka topraklarını ele geçirip yayılmak üzere derhal savaş açtı ve Kuzey Song’un batıdaki Orta Asya topraklarına erişimini tamamen kesti.

Klasik “düşmanımın düşmanı dostumdur” stratejisini izleyen Karahanlılar çok geçmeden Tangutlarla iyi ilişkiler kurdular. Tangutların Budizm’i tercihi diplomatik müzakereler açısından bir engel teşkil etmiyor gibiydi. Görünüşe göre, söz konusu olan ekonomik kazanç olduğunda, jeopolitik meseleler dinsel meselelerden ağır basıyordu.

Tangutlarla Olası Askerî Antlaşmalar

Kesin kayıt bulunmamakla beraber, Karahanlıların da Hotan kuşatmasını 982’de başlatmış oldukları gerçeğinden yola çıkarak Karahanlılar ile Tangutların bir antlaşma imzaladıkları sonucuna varmak mantıklı görünmektedir. Şartlara ilişkin olasılıklardan biri, Tangutların Karahanlıların Hotan’ı ve güney Tarım’ı ele geçirmelerine engel olmadıkları takdirde, Karahanlıların da Gansu’nun geri kalanı ile Kokonor bölgesinin Tangutlar tarafından istilasına müdahale etmeyecekleri olabilir. Kitanların, Sarı Uygurların yardımına geldiği durumda, Tangutlar bunları püskürtmek için Karahanlıların olabileceğinden çok daha iyi bir konumda olurdu. Karahanlıların Sarı Uygurlara bizzat saldırması ve Kitanlarla da savaşmak zorunda kalması güney Tarım çöl arazisi boyunca sürdürülemez bir ikmal hattı oluşturmayı gerektirirdi.

Hem Karahanlılar hem de Tangutların askerî saldırılarında başarılı olduğu durumda, kuzey doğu Tibet ve Han Hanedanlığı sınırlarından Semerkant’a kadar, güney İpek Yolu’nun rakipsiz hakimleri olurlar, Kuzey Song ve Karahoca Uygurlarını bu ticaretin ortaklığından kesin surette silerlerdi. Hotanlı Budistler Kaşgar’ın İslam’a karşı koymasını desteklemiş olabilse de, bu durum şüphesiz ki Karahanlılara kuşatmalarını dayatmak için manevi bir koşul sunmakla kalırdı. Fakat o dönemde milletler askerî saldırılarda bulunmak için gerekçeye ihtiyaç duymuyorlardı.

Ayrıca olayların gidişatını Karahanlılar ve Tangutlar arasında Hotan’a ve Gansu Koridoru’na ilişkin bir karşılıklı saldırmama akti varsaymaksızın da açıklamak mümkündür. Bu iki millet İpek Yolu ticaretinin hakimiyetini paylaşmak durumunda kalacak olsa bile, Karahanlı Kağanı kuşkusuz tüm Türk boylarının önderi olarak etki alanına Sarı Uygurları da katmak isterdi. Karahoca Uygurları veya Sarı Uygurlarla doğrudan askerî olarak çarpışmak, olası Kitan müdahalesi yüzünden fazla riskli iseydi, bunların sadakatini kazanmanın başka yolları da bulunuyordu.

Söz gelimi, Karahanlı Kağanı güney Tarım ticaret yolunu ele geçirmekle ve bunu Batı Türkistan’daki topraklarıyla birleştirmekle muazzam askerî ve ekonomik başarılar kazanırsa, iki Uygur grubu da onun ruhani gücünün (kut) üstünlüğüne ikna olurdu. Kağanın zaferini, kutsal Balasagun Dağı’nın muhafızı olarak tüm Türkler üzerindeki haklı gücünün açık bir ifadesi olarak görmek suretiyle, Ötüken’i Kitanlardan geri almaya dair tüm ümitlerinden vazgeçerek bu gerçek önderlerine dönebilirlerdi. Kağanın İslam’ı benimseyip onun Balasagun’u ve güney Tarım’ı almak için gereken doğaüstü gücünü edinmek suretiyle doğru din tercihinde bulunduğunu gördüklerinde, yine doğal olarak – Allah’a teslimiyetin değil, Karahanlı Kağanına teslimiyetin simgesi olarak – Budizm’den İslam’a geçerlerdi.

O halde bu güney Tarım seferinde Kağanın birincil hedefi şüphesiz hakkın yerini bulması veya şehitlerin öcünü almak sebepleriyle İslam’ın yayılması değildi. Birincil hedef çok daha olasılıkla, kısa vadede ekonomik avantaj sağlamak ve toprak kazanmak, uzun vadede ise yabancı bir dinin bir araya getiriciliği sayesinde Türklerin birleşik siyasal sadakatini elde etmek amacıyla dinsel bağlılığını kazanmaktı. Halklarını Budizm’i, Şamanizm’i ve Maniheizm’i benimsemeye yönlendiren önceki Türki hükümdarların izlediği tarihsel örgülenimden ortaya çıkan sonuç budur. Fakat Kağanın gerekçelerinden bağımsız olarak, hiç şüphesiz pek çok Türk İslam’ı samimi olarak benimsemiştir.

Hotan’da Budizm’in Kaybolması

Karahanlıların kuşatmanın ve onu izleyen isyanın akabinde Hotan’ı işgaline ilişkin anlatılarda, yerel halka gelince bir sessizlik hakim olmaktadır. İsyan bastırıldıktan bir yıl sonra, Han Hanedanlığı’na giden Hotan ticaretinde ve vergi heyetinde yalnızca Türki Müslümanlar bulunuyordu. Karahanlıların Türki dili bütünüyle Hotancanın yerini aldı ve devletin tümü İslam devleti oldu. Budizm tamamen kayboldu.

Tibetliler önceki topraklarıyla temaslarını öyle bir kaybettiler ki Tibetçe Hotan demek olan Li kelimesi orijinal anlamını yitirdi ve Nepal’deki, eskiden buranın hükümdarı olan Licchavi hanedanlığının (386 – 750) kısaltması olarak Katmandu Vadisi anlamına gelir oldu. Hotan’la ilgili tüm Budist efsaneleri de, örneğin Manjushri’nin bir dağı kılıcıyla yarmak suretiyle bir gölü boşaltmasıyla kurulduğu anlatılan Katmandu’ya aktarıldı. On ikinci ve on üçüncü yüzyıllara gelindiğinde, Tibetliler bu efsanelerin Hotan’la herhangi bir ilgilerinin olmuş olabileceğini dahi unuttular. Örneğin Kral Yeshey-wo’nun kendini feda edişine dair Tibet Budist anlatıları kralın “Garloglar,” yani Karahanlı Karlukları tarafından hapsedilmesinin tuhaf bir şekilde Nepal’de meydana geldiğini söyler. Nepal’de gerçekten de 1039 ve 1045 arasında bir iç savaş olmuştu ama bu dönemde orada Karluklar şöyle dursun, herhangi bir Türk boyu dahi zor bulunuyordu.

Önceki analizimize ek olarak yukarıda anlattığımızdan da görüleceği üzere, öyle görünüyor ki Hotanlılar arasında Budizm’in yok olması Budistlere zorla İslam’ın benimsetilmesinden ziyade, yirmi dört yıllık kuşatmada halkın kırılması ve akabinde sağ kalanların isyanının bastırılmasıdır. Karahanlıların öncelikli meselesi, tüm Türk boylarını kutsal Balasagun Dağı’nın koruyucuları olarak kendileri etrafında birleştirme çabasının parçası olarak egemenlikleri altında bulunan Türklere din değiştirtmekti; egemenlikleri altında bulunan diğer halklara değil. Örneğin 1043’te on bin Türk’ün kitlesel olarak İslam’ı benimsediği bir din değiştirme töreni gerçekleştirdiler. Buna geleneksel Şamanist tonunu ve dolayısıyla olayın etnik önemini anımsatan yirmi bir bin baş sığırın kurbanı eşlik etti.

Karahanlılar Emevî, Abbâsî ve Samanî örneklerini izleyerek başka dinleri benimseyen Türk olmayan tebaaya korunan tebaa statüsü bahşettiler. Hristiyan Nasturilere ilişkin durum oldukça iyi belgelenmiştir. Karahanlı döneminde Semerkant’ta Nasturi bir metropoliti bulunmaktaydı. Ayrıca, Karahanlı İmparatorluğu’nun 1137’de devrilmesinden sonra, Kaşgar’a da bir metropolit gitti; bu durum egemenlikleri sırasında Nasturi Hristiyanlık’ın mevcut olduğunu ve hoş görüldüğünü göstermektedir. Aynısının buradaki Budizm için de geçerli olmuş olduğu sonucuna varabiliriz; bilhassa da Kaşgar’ın sonraki hükümdarlarının Budizm’i kolladığını ve onların hükümdarlıkları sırasında Kaşgar’ın birden çok Budist devlet adamı çıkardığını düşünürsek.

Hotan’da iki kilisesiyle birlikte küçük bir Nasturi topluluğunun kuşatmanın öncesinde mevcut olduğu ama sonrasında hiçbir bahsinin geçmediği gerçeği, Karahanlıların Hristiyanlık’a karşı hoşgörülerine rağmen, Hotan’ın hem Hristiyan hem Budist yerli halkının çoğunun askerî işgal sırasında ölmüş olduğu sonucunu daha da olası kılmaktadır. Öyle olmasaydı, Kaşgar’daki akrabalarının durumunda olduğu gibi, Hotanlı Nasturiler tarihsel anlatılarda kesinlikle tekrar ortaya çıkarlardı.

Top