Bu akşam benden feragat etme – sorunlarımızdan kurtulma konusunda kararlı olma hakkında – ve bu konuyu özellikle de burası, yani Moskova gibi büyük bir şehirde yaşamanın getirdiği stres bağlamında ele alarak bir konuşma yapmam istendi. Ama bence bu konuyu analiz etmeye başladığınızda, modern dünyada karşılaştığımız sorunların büyük bir çoğunluğunun sadece büyük bir şehirde yaşamakla sınırlı olmadığını görüyorsunuz.
Aşırı Stimülasyon – Bir Stres Kaynağı
Tabii ki büyük bir şehirde, bir köyde bulamayacağınız örneğin kirlilik ve trafik gibi sorunlarımız var, ancak bunlar stresimizi artıran yegane faktörler değildir. Daha derinlemesine baktığımızda, modern dünyadaki çoğu insanın nerede yaşadıklarına bakılmaksızın karşılaştıkları ortak sorunları buluyoruz ve bence bunu geçmişe nazaran çok daha fazla şeye erişimimizin olması gerçeğine bağlayabiliriz; modern dünyada önümüzde daha fazla seçenek, daha fazla bilgi, daha fazla TV kanalı, aralarından seçim yapabileceğimiz daha fazla film, daha fazla ürün vb. var. Çoğu insan üzerinde cep telefonu taşıyor ve bu nedenle yeni e-postalar, devamlı gelen mesajlar, sohbetler gibi şeylerle ilgili çok fazla bildirim alıyoruz ve her şeye bakmamız gerektiğini hissettiğimizden üzerimizde bir stres oluşuyor; her şeye anında cevap vermemiz gerekiyor, çünkü diğer insanlar onlara hemen geri dönüş yapmamızı bekliyorlar. Ve bu şeyler, diğer insanlarla bağlantı kurmanın önemli olduğu zamanlarda bizi onlarla etkileşimde tutma açısından bazı faydalara sahip olmasına rağmen, bazen bize çok fazla gelmeye başlıyorlar; bu devamlı böyledir ve bu konuda düşünürseniz çok güvensiz bir hale geldiğinizi görürsünüz, bu durumun arkasındaki zihniyet “Hiç bir şeyi kaçırmak istemiyorum. Önemli bir şey olabilir. Dışarıda kalmak istemiyorum.”
Ve böylece kendimizi neler olup bittiğini her zaman kontrol etmeye mecbur hissediyoruz, ama elbette ki bu bizi asla güvende hissettirmiyor, çünkü her zaman yeni bir şey, yeni bir mesaj ve yeni bir sohbet söz konusu olabiliyor. Bir şey izlemeyi seçersek, diyelim YouTube'da veya TV'de bir şeyler izleyeceksiniz – Burada Moskova'da kaç tane kanalınız var bilmiyorum, ancak Avrupa ve Amerika'da yüzlerce kanal var ve bu yüzden bir şey izlerken rahat edemiyorsunuz çünkü “belki başka bir kanalda daha iyi bir şeyler vardır” diye düşünüyorsunuz ve içimizdeki “belki de diğer kanallarda çok daha iyi bir şey var ben onu kaçırıyorum” düşüncesi yüzünden sürekli bir şeyleri aramaya mecbur hissediyoruz.
Sanal Dünyalarımızda Onay Görme ve Kabul Edilme Arayışı
Bu tür şeylerin nerede yaşadığımızdan bağımsız olarak stresimizi arttırdığını düşünüyorum; büyük bir şehirde veya köyde yaşamak farketmeksizin modern dünyamızda durum böyle. Bir çeşit topluma, bir çeşit arkadaş grubuna ait olmak istiyoruz; Facebook sayfamızda paylaştığımız her şey için "beğeni" görmek istiyoruz, beğenileri alınca bir şekilde kabul edildiğimizi ve onaylandığımızı hissediyoruz, ancak bu bizi sakinleştirmeye yetmiyor. Aldığımız beğenilerin sayısı bizi asla memnun etmez, her zaman daha fazlasını istiyoruz veya bunu “gönülden beğendiler mi acaba?” diye düşünüyoruz. Sonuçta sadece bir düğmeye basarak beğendiler ya da belki de beğen butonuna basan şey aslında bir makinedir (ödeme yaparak beğenilerinizin sayını artırabilirsiniz). Ve bir beklenti içinde heyecanlanıyoruz, telefonumuza bir bildirim geldiğinde; belki de özel bir şeydir diye düşünüyoruz.
Beklentilerimiz olduğundan Facebook sayfamıza gidip “Beğenilerimizin sayı arttı mı?”diye bakmak bizi heyecanlandırır. Ya da kendimi sık sık tanımladığım gibi, bir haber bağımlısına dönüşürüz – daima haberlere bakarız, yeni bir şeyin olup olmadığını, ilginç bir şey bulup bulmadığımızı görmek isteriz, çünkü amacımız hiçbir şeyi kaçırmamak.
Tabii ki bu konuyu daha derinlemesine analiz edersek, o zaman tüm bunların altında yatan şeyin aslında “Ben çok önemliyim, olup biten her şeyi bilmem gerek. Ve herkes de beni beğenmeli” düşüncesi olduğunu görürüz. Budist bakış açısından neden bu kadar önemli olduğumu hissediyorum, neden her şeyi bilmeliyim ve neden herkesin beni onaylanması gerektiği konularına dair oldukça derinlemesine bir analiz yapabiliriz. Neden bu kadar kendimize odaklı olduğumuzu konuşabiliriz, ama bu akşam bu konuya derinlemesine dalmak istemiyorum.
Kendi Durumumuzun Gerçekliğinden Kaçmak
Diğer taraftan, kendimizi genellikle etrafımızdaki durumdan bunalmış gibi hissediyoruz ve mobil cihazımıza bakarak ya da metrodayken ya da dolaşırken müzik dinleyerek bu durumlardan bir kaçış yolu aramaya çalışıyoruz. Kulaklıklarımız daima kulağımızda ve iPod kullanımını ele alırsak aslında burada çok ilginç bir çelişki olduğunu farkederiz. Bir yandan sosyal bir grupta yerimizi almak ve kabul edilmek istiyoruz, diğer yandan da toplum içindeyken, telefonumuzda oyun oynayarak ya da çok yüksek sesle müzik dinleyerek etrafımızdaki herkesi blokluyoruz.
Bu ne anlama geliyor? Bu bir yalnızlık belirtisi alsında, öyle değil mi? Bu toplumsal tanınırlığa sahip olmak istiyoruz; yalnızız, çünkü asla gerçekten kabul edildiğimizi hissetmedik, ancak öte yandan, içinde çok yalnız olduğumuz sanal dünyamıza kaçarak kendimizi kapatıyoruz, değil mi?
Mecburi bir şekilde eğlenmek zorunda olduğumuzu hissediyoruz; hiçbir şeyin olup bitmediği bir zaman anı söz konusu bile olamaz. Bu yine bir çelişkidir, çünkü bir yandan huzur ve sessizlik özlemi duyuyoruz, diğer yandan ise boşluktan, bilginin ya da müziğin yokluğundan korkuyoruz.
Metro ya da herhangi başka bir yerde dış dünyanın stresinden bir şekilde kaçıp uzaklaşmak istiyoruz, bu yüzden telefonumuza, internete ve küçük sanal dünyamıza kaçıyoruz, ama orada bile arkadaşlarımız tarafından onaylanmamız gerek ve saire. Ve tüm bunlar üst üste geldiğinde hiç rahat hissedemiyoruz. Bu konuda gerçekten düşünmemiz gerek: mobil cihazımıza kısılarak, stresle ilgili sorunlarımıza gerçekten bir çözüm buluyor muyuz? Büyük bir şehirde ya da herhangi bir yerde yaşıyor olsak da, aradığınız çözüm bu mu?
Olumsuz Alışkanlık Rutinlerini Tanımak ve Özgür Olma Konusundaki Kararlılığı Geliştirmek
Yapmamız gereken, bu alışılmış rutinlere sıkıştığımızda yaşadığımız mutsuzluğu anlamak ve bunun kaynaklarını belirlemek. Neden bu alışkanlıklara takılıp kalıyoruz?
Daha sonra, bu kaynaklardan kendimizi arındırma yöntemlerini bilerek ve bu yöntemlerin işe yaradıklarından emin olarak mutsuzluktan kurtulmak için gerekli olan kararlılık hissini geliştirmemiz gerek. Ama yapmak istediğimiz şey bu mutsuzluğu ortadan kaldırmak ve sonra bir zombi gibi hiçbir şey hissetmemek değil, yürüyen ölüler gibi şehirde dolaşmak istemiyoruz. Mutluluk sadece mutsuzluğun olmaması anlamına gelmiyor; mutlu olma hissi tarafsız, huzurlu bir duyguya ek olarak gelişen bir şeydir. Kendimize hiçbir şey hissetmemeyi öğretmeye çalışmıyoruz, hedef bu değil.
Daha sonra ise, dış nesnelerin ve durumların yaşadığımız mutsuzluk, acı ve stresin gerçek kaynakları olmadığını bilmemiz gerek. Eğer öyle olsaydı, herkes bunu aynı şekilde deneyimlerdi.
Ve sorun internet değil, mobil cihazlarımız hiç değil. Düzgün bir şekilde kullanıldığında, bu cihazlar elbette hayatlarımızda kolaylaştırmaya çok yardımcı olabiliyorlar. Gerçek sorun, onlara karşı olan tutumlarımızdır, onların ortaya çıkardıkları ve pekiştirdikleri duygulardır, internetin bu harika dünyasını gerçekte nasıl ele aldığımız ve yaşamdaki anlarımızı nasıl ele aldığımızdır.
Gerçekten çok fazla sayıda yıkıcı alışkanlığımız var ve bunların hepsi güvensizlik, kabul edilmeme korkusu, dışarıda bırakılma, kompulsiflik gibi rahatsız edici zihin durumlarının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Ancak bu alışkanlıkların üstesinden gelmek için benimsemeye çalıştığımız stratejiler, örneğin sosyal medyaya kaçmak vb., bizi daha da stresli hale getiriyor; sosyal medya bir geri bildirim döngüsüdür ve sadece “insanlar beni beğeniyor mu?” endişesini daha da artırarak olduğundan daha güçlü bir his haline getirir.
Gençleri ve internet zorbalığını düşündüğümüzde işler daha da kötüleşiyor. İş sadece beğeni almakla bitmiyor, herkes kaç tane beğeni aldığınızı açıkça görüyor, ancak zorbalığa hedef olursanız – “hiç beğeni gelmezse” – tıpkı aksi durumda olduğu gibi insanlar bunu da görürler. Bu korkunç bir şey, öyle değil mi?
İnsanlar sosyal medyada fotoğraflarını paylaşıyorlar, ve dikkat ettiyseniz bu fotoğraflarda hep iyi vakit geçiriyorlar. Kimse kötü zamanlarının resimlerini sosyal medyada paylaşmıyor. Böylece tüm arkadaşlarınızın harika zaman geçirdiğini görüyorsunuz ve kendinize dönüp “zavallı ben, burada, odamda tek başıma oturup telefonuma bakıyorum” diyorsunuz. Bu pek mutlu bir ruh hali sayılmaz, değil mi?
Tüm bu sosyal medya ve benzer yerlerde olup bitenlere dair gerçekçi bir tutum sergilemeye ihtiyacımız var. Facebook sayfanızda aşırı sayıda beğeni almak sizi rahat hissettirmeyecek, o beğeniler bu yeteneğe sahip değil ve bunu kabul etmemiz gerek. Aslında tam tersi bir durum söz konusu. Biz naifiz, bu beğenilerin büyük bir fark yaratacağını düşünüyoruz ve daha fazla beğeni için içimizde bir arzu oluşuyor – açgözlü oluyoruz, beğeniler bize asla yeterli gelmiyor – ve daha fazla beğeni alıp almadığımızı sürekli kontrol etme mecburiyetinde kalıyoruz.
Bu sorunu kendi web sitemle yaşadığımı itiraf ediyorum; Siteye bugün kaç kişinin göz attığını görmek için sürekli olarak istatistiklere bakıyorum. Bu da demin söylediğimle aynı şey. Ya da bir başka örnek, her gün, “bugün ne kadar kaybettim” sorusuna yanıt almak için devamlı olarak döviz kurunu kontrol etmek olabilir. Hiç huzur bulamayız (gülücükler). Ya da naif bir şekilde bilgisayar oyunlarının sanal dünyasına kaçabileceğimizi ve böylece sorunlarımızın ortadan kalkacağını düşünüyoruz. Bunun çok fazla votka içmekten farklı bir yanı yok değil, herşeyin düzeleceğini düşünüyoruz.
Bu sendromu ele alırsak, bunun çok tahrip edici bir şey olduğunu ve yaşamın baskısı ve stresiyle başa çıkma yollarımızın daha fazla sorun üretmekten başka bir işe yaramadığını görürüz.
Durumumuzu Etkili Bir Şekilde Ele Almak İçin Ayrımcı Farkındalık Gereksinimi
Bu sendromlarla başa çıkmak için içinde bulunduğumuz durumlara karşı ayrımcı farkındalığa ihtiyacımız var. Örneğin, zorlu bir işimiz olsun: bununla başa çıkmak zorundayız; gerçek bu ve bunu olduğu gibi kabul etmeliyiz. Ve diğer gerçek de şu ki, işi ancak bir noktaya kadar başarabiliriz. Eğer bu gerçeği kabul edersek bu, işimizi korkunç bir işkence olarak görmeyi ve kendimize de “yeterince iyi değilim” demeyi bırakmamıza yardımcı olur.
Sorun şu ki, mükemmel olmamız gerektiğini düşünüyoruz ve bir Buda olmadıkça hiç kimse mükemmel değildir. Patronumuz bizim mükemmel olmamız gerektiğini düşünüyor ve bunun için baskı yapıyor olsa bile, gerçek şu ki mükemmel olmamız imkansız. Ve imkansız olduğu bildiğimiz bir şeyi yapmak için neden başımızı duvara vuruyor ve sonra da imkansız bir şeyi yapamadık diye kendimizi suçlu hissediyoruz?
Bu yüzden sadece elemizden gelenin en iyisini yapıyor ve durumun gerçekliğini kabul ediyoruz. Ve sonra konsantrasyonumuzu korumaya çalışıyoruz; bunu yaparken karşılaştığımız durumun gerçekliğine dikkat ederek – “bu imkansız” – diyerek abartmamaya ya da “Sadece telefonuma dalarak kaçabilir, orada oynayabilir ve bunlardan kurtulabilirim” diyerek durumu küçümsememeye çalışıyoruz.
Bununla başa çıkmak zorundasınız. İşinizin üstesinden gelmek zorundasınız. Eğer işimizi küçümsersek, o zaman işimizin üstesinden gelmemizin önemli olmadığını düşünmeye başlarız. Örneğin, işte yerine getirmeniz gereken bir göreviniz olduğunda ve bunu gerçekten yapmak istemediğinizde, ne yaparsınız? Kendinize sadece yap diyecek kadar disiplinli misiniz veya anında internetde gezinmeye mi başlıyorsunuz ya da anında telefonunuza bakarak “belki de yeni bir mesaj var, belki birileri daha ilginç bir şeyler paylaşmıştır” diye düşünmeye mi meyillisiniz? Bu, elinizdeki görevi yerine getirmeniz gerektiği gerçeğini küçümsemektir. Bütün bunlar özgür olma kararlılığıyla ilgilidir. Bize gerçekten sorun çıkaran şeyi tanımlamaya çalışmamız gerek.
Bununla nasıl başa çıkabiliriz?
Eylemlerin Hormonal Tepkilerimiz Üzerinde Oluşturdukları Etkiler
Öz disiplin ve küçük ayrıntılarla başlıyoruz ve eğer hormonları analiz edersek hatta bilimsel bir bakış açısından bile stres ile başa çıkmak için kullandığımız yöntemlerin işleyişini anlayabiliriz. Bu bize bambaşka bir içgörü ve Budizm'in ne hakkında konuştuğuna dair oldukça bilimsel bir temel sunuyor.
Kortizol ve Dopamin Hormonları
Stresli hissediyorsanız, bunun hormonal seviyedeki açıklaması, kortizol seviyemizin artmasıdır. Kortizol stres hormonudur, bu yüzden biraz rahatlamaya ihtiyaç duyarız. Vücudumuzdaki bu kortizolden kurtulmamız ve böylece mutlu olmamız için ihtiyacımız olan stratejimiz nedir? Bir sigara içersem geçer diye düşünüyoruz; ya da stresimizi hafifletmek için internette ilginç bir şeyler ararız, sosyal medyayı kontrol ederiz ve s. Gerçekte olan şey şu ki, bu bizi daha iyi hissettirecek diye bir beklenti içerisine giriyoruz ve bu da bizi heyecanlandırdığından dopamin seviyemiz yükseliyor. Dopamin, bir ödül beklentisi hormonudur; bir yırtıcı hayvanın başka bir hayvanın peşine düştüğünde hissettiği şeydir; ortada bir beklenti vardır. Sevdiğiniz biriyle görüşmeye gittiğinizde bunu kolayca farkedebilirsiniz. Dopamin seviyesi bu görüşmenin çok muhteşem olacağı beklentisi üzerine daha da yükselir. Aslında bu kişi ile birlikteyken herşey hiçte iyi gitmeyebilir, ancak mutluluk düzeyinizi yükselten şey beklentiler yüzünden artan dopamin hormonudur.
Biz çok biyolojik varlıklarız. Ancak sigara içtikten sonra veya internette gezindikten sonra tatmin olmayız – stresimiz geri döner. Sonuç olarak bunun iyi bir strateji olmadığını söyleyebiliriz.
Bu yüzden sigaranın sorunu çözeceğine dair yanlış düşünceye inanmanın dezavantajlarını ayırt etmeliyiz. Ya da haberlerde ilginç bir şey bulmak ya da Facebook sayfamda ilginç bir şey bulmak stres sorunumu çözecek düşüncesinden aynı şekilde uzaklaşmalıyız.
Ve bunun izlenmesi gereken en iyi strateji olduğunu düşünmenin dezavantajlarını gözümüzün önüne getirdiğimizde, o zaman bu tür işe yaramayan bir alışkanlıktan kurtulmak için bir kararlılık hissi geliştirebiliriz.
Olumsuz Alışkanlık Tepkilerine Uymaktan Kaçınmak
Böylece sigara içmeye sığınmayı bırakıyoruz. Ve sigara içmek bambaşka bir mevzu: sigara içmenin herhangi bir faydası var mıdır? Hayır, yoktur. İnternet kullanımını, sosyal medya kullanımını ve mesajlarımızı her zaman kontrol altında tutmak söz konusu olduğunda bunları daima açık olmamak kaydıyla bir düzene oturtmalıyız. Başka bir deyişle, bunları sığınağımız olarak kullanmayı bırakmalıyız. Bunları bir kaçış yeri olarak kullanmayı bırakın. Bu mecraları yerine getiremeyecekleri amaçlar için değil, faydalı amaçlar için kullanmaya özen gösterin.
Ve elbette ki canımız sıkıldığında, özellikle de işte veya evde yapmak istemediğimiz ama yapmak zorunda olduğumuz bir şeyle karşılaştığımızda, telefonunuza bakmamız için içimizde bir dürtü oluşuyor ve bunu kontrol etmek çok zordur. Ancak, tıpkı fiziksel obeziteden kurtulmak için bir gıda diyetine başladığımız gibi, zihinsel obeziteden kurtulmak için de bir bilgi diyetine başlamamız gerekir. Tıpkı yediğimiz yemekleri kısıtladığımız gibi bilgi, mesaj, müzik vb. alımımızı da kısıtlamaya çalışmalıyız.
Şimdi, eski yıkıcı alışkanlıklarımızdan kaçınmak ilk başlarda kortizol stres seviyemizi artıracaktır. Bunun sebebi eski alışkanlıkların çok ama çok güçlü olmasıdır. Sigarayı bıraktığımızda deneyimlediğimiz yoksunluk belirtilerimizde, veya alkol veya uyuşturucuyu bıraktığımızda hissettiğimiz korkunç yoksunluk belirtilerimizde olduğu gibi, kortizol stres hormonu internetten, sosyal mesajlardan veya müzikten ayrılarak bir mola verdiğiniz zaman stres oluşumuna neden olur. Detoks gibi; müzikten detoksifikasyon gördüklerini açıklayan insanlar var, özellikle de kulaklarında her zaman iPod olan bağımlılar bir süre sonra sürekli olarak kafalarında şarkı söylediklerini belirtmişler. Bunun düzelip eski haline gelmesi de uzun zaman alıyor. Bence bu çok iyi bir imaj; kafanızın müzikle dolarak obez olması.. Vuuup, işte yine kafanızda.
Hiçbir şey yapamaz hale gelirsiniz çünkü hiçbir şey düşünemezsiniz – kafanızda daima çalan bir müzik vardır. Özellikle tekrar tekrar aynı müzik parçasını dinlediğinizde bu sizi çıldırtır. Ancak buna karşı azimli olursak, yoksunluk stresinin seviyesi sonunda düşecek ve huzurlu ve sakin bir zihne kavuşacağız. Ve bu durumda, olumsuz alışkanlıklarımızı olumlu olanlarla değiştirmek için daha iyi bir konuma gelmiş olacağız.
Buna ilişkin sadece Budistlerle sınırlı olmak zorunda olmayan çok güzel Budist yöntemlerimiz mevcuttur: mesela tüm insanlığın bir parçası olduğumuzu fark etmek gibi. Hepimiz birbirimizle ilişkililiyiz, bizim refahımız herkesin refahına bağlıdır ve bu, başkalarıyla bağlantılı olma ve ilişki içinde hissetme ihtiyacımızı karşılamaya yetebilen bir yöntemdir ki, bunu sadece internet sosyal ağının bir parçası olmakla elde edemezsiniz.
Oksitosin Hormonu
Bunun için bir hormon mevcut, adı da oksitosin. Oksitosin sahip olduğunuz bağlanma hormonudur; bebekli anneler vb. sıklıkla görülen bir hormon. Bu hormon içimizdeki bir grubun bir parçası gibi hissetme, birbirlerimizle bağlanma duygularını teşvik eden şeydir. Bu hormon olumlu bir şekilde tatmin olabilir, örneğin insanlığın bir parçası olduğumuzu hissetmek, hepimiz eşitiz, herkes mutlu olmak istiyor, kimse mutsuz olmak istemiyor gibi düşünceler ile. Bu, bir sosyal medya grubunun bir parçası olmaktan (bu da daha sonra beğenilere bağlı olmak demek) daha istikrarlı bir şey.
Hormonlarla ilgili bu bilgilerden belirli bir nedenden dolayı bahsediyorum. Yüce Dalai Lama çoğu zaman 21. Yüzyıl Budistleri olmamız gerektiğini söylüyor ki, bu Budist öğretilerinde bilimle uyumlu şeylerin ne kadar çok olduğunu göstermek için Budist öğretileri ile bilim arasında bir köprü kurulması anlamına geliyor. Bu yüzden Dalai Lama herkes tarafından anlaşılan şeylerin hayattaki yeri ve her iki tarafın hayatın daha eksiksiz bir resmini elde etmek için birbirlerine nasıl yardımcı olabileceğini görmek için sık sık bilim adamları ile buluşarak bu Zihin ve Yaşam konferanslarını düzenliyor.
Çok fiziksel bir biyolojik düzeyde neden mutlu hissettiğimizi, vücudumuzdaki belirli hormonlara dayanarak nasıl daha iyi hissettiğimizi anlayabilirsek, o zaman bu hisleri tatmin etmek için kullandığımız stratejileri analiz edebiliriz, ve eğer bu stratejiler işe yaramazlarsa, yararlanabileceğimiz başka stratejiler bulmayı deneyebiliriz.
Beklenti Hormonu – Dopamin ve Yapıcı Hedefler Belirlemek
Dopamin hakkında konuşmuştuk ve ödül-beklentisi türünde bir hormon olduğunu söylemiştik. Bu hormon çok heyecanlı hissetmenizi sağlar, mesela bir antilopu kovalayan aslanın hissettiği gibi. Facebook sayfamıza daha fazla beğeni gelmesi beklentisi gibi, bu dopamin sendromundan yararlanma konusunda işe yaramayan bazı yıkıcı metodlar kullanıyoruz.
Ya da bu hormonu tatmin etmek için tarafsız yöntemlerimiz de olabilir. Halterci bir arkadaşım var. Şimdi 180 kilo kaldırabileceğini söylüyor ve beklentisi ise gelecekte 200 kilo kaldırmak. Bu onu çok heyecanlandırıyor, bir ödül beklentisi olduğundan onu çok mutlu ediyor. Diyelim ki 200 kilo kaldırdı – bir Budist olarak, çok alaycı bir şekilde, bu sana daha iyi bir yeniden doğuş mu getirecek diyeceğiz. 200 kilo kaldırabilmek ona daha iyi bir yeniden doğuş mu sağlayacak?
Ancak, dopamin sendromundan faydalı bir şekilde, örneğin, zihni zuhur, mükemmel konsantrasyon veya sabırlı olmak, öfkemizin üstesinden gelmek vb. amaçlar için yararlanırsak, bu işleri çok daha heyecanlı hale getirebilir. Hayal kırıklığına uğramak; “yeterince iyi değilim, daha fazla dayanamıyorum” demek yerine, duruma şöyle de bakabilirsiniz “İşte yeni bir meydan okuma, bu meydan okuma ile karşılaşmış olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.”
Bunu beklentiler veya hayal kırıklıkları olmadan – meditasyon talimatlarında olduğu gibi –yapmaya çalışmalıyız. Hemen sonuç alacağınızı düşünür ve böyle bir beklentiye kapılırsanız, tabii ki hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Bu yüzden beklentiler olmadan, ancak bir hedef için çaba gösteriyorsunuz. Ve bir hedefe yönelik olarak çalışmak, özellikle de anlamlı bir hedefse, bizim için bir mutluluk kaynağıdır. Hissettiğimiz bu mutluluk biyolojik bir temele dayanır, yani bilimsel yöntemle tamamen uyumludur: 21. yüzyıl Budizmi. Budist yöntemlerin nasıl ve neden etkili olduğunu bilim adamlarının kabul edebileceği bir şekilde açıklayabiliriz. Amaç bu.
Üç Önemli Eğitim: Öz Disiplin, Konsantrasyon ve Ayrımcı Farkındalık
Kısacası, yapmamız gereken şey Budizm feragati dediğimiz özgür olma kararlılığını geliştirmek. Sonra kendimizi eski olumsuz alışkanlıklarımızdan arıdırmak için, öz disiplin, konsantrasyon ve ayrımcı farkındalık konularında kendimizi eğitmemiz gerek. Bu üç eğitim: neyin yararlı olduğunu, neyin zararlı olduğunu, neyin işe yaradığını, neyin işe yaramadığını ayırt etmek; buna konsantre olmak; ve davranışımızı buna göre değiştirme disiplinini geliştirmeye odaklanmıştır.
Öz Disipline Karşı Engel: Pişmanlık
Bu üçlünün birlikte uyumlu bir şekilde çalışması gerekir, ancak bunları düzgün bir şekilde geliştirmek için önce onların gelişmesini engelleyen faktörlerden kurtulmamız gerekir. Pişmanlık öz disiplinimizi engelleyen faktörlerden biridir. Örneğin, interneti kontrol etmediğimiz veya gelen mesajı veya e-postayı anında yanıtlamadığımız için pişmanlık hissederiz. Bu pişmanlık, bunları sadece günün belirli saatlerinde kontrol etme disiplinimize zarar verir.
Bildirim alarmını –“postanız var” – veya bilgisayar veya mobil cihazımızdaki bildirim göstergesini kapatmak ve yalnızca günün belirli saatlerinde kontrol etmek bu bağlamda kullanılabilecek yararlı bir stratejidir. Sadece önemli olanları okuduğumuz anda cevaplayın. Bunu yapmak için, yani sonraya bırakmak, daha geç cevaplamak, daha az yoğun olduğumuz bir zamana kadar beklemek ya da gün içinde sırf bu işleri halletmek için düzenli olarak ayırdığımız zamanın gelmesini beklemek ve mesajları o zaman cevaplamak için öz disipline ihtiyacımız var.
İtiraf etmeliyim ki, bu sorundan ben de çok muzdarip olmuşumdur ve bu yüzden gelen e-postaların akışıyla başa çıkmak için kendime bir strateji benimsedim. Sosyal medyada yokum ve dolayısıyla o tür mesajlar almıyorum, ancak günde en az otuz tane e-posta alıyorum. Yaptığım şey, anında cevap vermek yerine, önce kontrol etmek ve aralarından gerçekten önemli olanları cevaplamak. Geri kalan e-postaları ise sadece işaretliyorum. Ve biliyorum ki, akşamları daha önemli şeyler yazabilmek ya da yapabilmek için zihnim çok yorgun olduğu zaman, onlara da cevap vereceğim. Böylece bu iş için belli bir zaman ayırmış oluyorum. Aksi takdirde işler kontrolden çıkar.
Konsantrasyona Karşı Engeller: Uyuklama, Zihinsel Donukluk ve Gelgeçlik
Uyuklama, zihinsel donukluk ve gelgeçlik konsantrasyonumuzu bozan şeylerin başında geliyor. Bunlardan herhangi birinin varlığı, mesajlarımızı sürekli kontrol etmekten kaçınmanın hayatımızı daha basit bir hale getireceği konusundaki farkındalığımızı kaybetmemize neden olur. Odağınızı kaybetmemek farkındalık ne demek olduğunu aklınızda tutun.
Hatırlamamaya çalışın, “bu mesajların çoğunu akşam cevaplayacağım” gerçeğini kabul edersem, hayatım çok daha az stresli ve çok daha az baskı altında olacak. Ya da mesajları halletmek için başka bir zaman da seçebiliriz. Bunu engelleyecek olan şey, uykulu ve yorgun olmanızdır ki, böylece yapmanız gereken şeyi unutursunuz. Facebook sayfanıza girmek çok kolay. Ya da donuk hissediyorsunuz ve kalkmak ve bir bardak su içmek yerine yattığınız yerden internete girmeyi tercih ediyorsunuz. Ya da kafanız bir gelgeçlik halindedir, zihniniz başka yerlerde dolaşıyor ve bu oluyor şu oluyor diye düşünürken kendiniz de bilmeden mesaja cevap veriyorsunuz. Gidip mesajı okuyorsunuz. “Hiçbir şeyi kaçırmak istemiyorum” diyorsunuz.
Ayrımcı Farkındalığa Karşı Engeller: Kararsız Tereddütler ve Şüpheler
Son olarak, kararsız tereddütlerin ayrımcı farkındalığımızı engellediğini söylemememiz gerek. Mesajlarımızı yalnızca belirli zamanlarda kontrol etmek meselesinde tereddüt ediyoruz – “bu doğru karar mıydı?” – kendimizden emin olamıyoruz. Şüpheleniyoruz.
Bu tür şüphelerin ortaya çıkma nedeni mesajları kontrol etmekten kaçınmanın zor ve stresli olmasıdır. Bu şüphelerle başa çıkmak için alışkanlıklarımızı değiştirmenin avantajlarını kendimize sık sık hatırlatmamız gerekir; sadece bir şeye odaklanır, bir düzen ve yapı içerisinde hareket edersem hayatım daha kolay bir hale bürünecek. Aksi takdirde kaosa sürükleneceğim ve bu da çok stresli bir şey.
Temkinlilik ve Şefkat
Hayatımızı daha mutlu bir hale getirmek için benimseyebileceğimiz başka stratejiler de var. Örneğin, kalabalık bir metroyla başa çıkma şeklimiz. Ne kadar çok kendimize odaklanır, korunmaya çalışır ve cep telefonumuza dalarak durumdan kaçmaya çalışırsak, kendimizi bir o kadar kapalı hissediyoruz. Metrodaki zamanı sakin bir şekilde kullanmaktan bahsetmiyorum, çünkü herhangi bir yere gitmek, bir kitap okumak uzun zaman alıyor. Cep telefonunuza, müziğe veya bir oyuna kaçmanızdan bahsediyorum. Ne kadar çok kendimize odaklanır, korunmaya çalışır ve cep telefonumuza dalarak durumdan kaçmaya çalışırsak, kendimizi bir o kadar kapalı hissediyoruz, böylece enerjimizi kaybederek daha gergin bir hale bürünüyoruz. Sakin olamıyoruz, çünkü tehlike tehdidi hissediyoruz, özellikle de metropollerin inanılmaz derecede kalabalık olduğu Moskova gibi şehirlerde. Örneğin Berlin'de buradaki kadar kalabalık değil.
Tüm dikkatimizi cep telefonumuzda oynadığımız oyuna veya iPod'umuzda dinlediğimiz yüksek sesli müziğe versek bile, etrafımızda bir duvar örüyoruz ve rahatsız edilmek istemiyoruz, bir nevi savunma modundayız. Gerçekte eğlenmeye çalışıyoruz ama ortaya çıkan tablo çok tatsız bir deneyim. Huzurlu değiliz.
Öte yandan, kendimizi metrodaki insan kalabalığının bir parçası olarak görür ve bizimle aynı durumda olan herkes için içimizde bir endişe ve şefkat duygusu olursa, zihinlerimiz ve kalplerimiz daha açık ve rahat olur. Elbette tehlikeye karşı tetikte olabiliriz, ancak sadece kendimize odaklanma paranoyasına girmeden. Herkesin güvende olmasını istiyoruz. Başkalarını yüksek sesli müzikle bastırmaya veya oyuna dalarak herkesten kaçmaya çalışmıyoruz. Bu sadece kendimizi izole etmekten başka bir şey değil ve yapmak istediğimiz şey bu değil.
Herkese Karşı Açık Olma Duygusu
Çok daha faydalı olanı, herkese karşı açık olmaktır, ancak açık olmanın kendisi de çok hassas bir konudur. Eğer içinizde katı bir “ben” var ise başkalarına açıldığınızda savunmasız ve incinecek gibi hissedersiniz. Bu, bu tür bir temel baz alınarak yapılamaz. Herkesi düşünmeye açık olmak, bir yandan bir hayvan sürüsünün bir parçası olma içgüdüsünü tatmin eder. Sürünün bir parçası olduğunuzda, sürüden izole olduğunuz duruma kıyasla kendinizi daha güvende hissedersiniz. Yani bu hayvanlarda işe yarıyor. Ama aynı zamanda duvarları yıktığımıza göre içimizdeki bu katı “ben” duygusundan arınmak konusunda da dikkatli olmalıyız...“şimdi herkes bana saldıracak”.
Bu hassas bir işlemdir, ancak bunu yapabilirseniz size çok yardımı dokunacaktır ve bunu yapmak için öz disiplin, konsantrasyon ve ayrımcı farkındalığı bir araya getirmemiz gerekir.
Yoğun Çalışma Zamanı Efektif Molalar Vermek
Yaşamlarımızda stresle başa çıkmak için benimseyebileceğimiz birçok strateji vardır ki, bunlardan baziları oldukça basittir. Yoğun çalışma zamanı bir mola vermek istediğinizde internette dolaşmak yerine ayağa kalkmak, bir bardak su içmek, pencereden dışarı bakmak gibi farklı şeyleri deneyebilirsiniz. Başka bir deyişle, daha fazla stimülasyon yerine daha az stimülasyonu tercih edin. Stres aşırı stimülasyondan kaynaklanır. Sorunu daha da fazla stimülasyon ile çözme yoluna gitmek istemezsiniz. Daha az stimülasyon her zaman daha iyidir.
Özgür olma kararlılığıyla birlikte şu üç eğitimi: öz disiplin, konsantrasyon ve ayrımcı farkındalığı uygulayarak, günlük hayatımızda yaşadığımız stresi ve sahip olduğumuz yıkıcı alışkanlıklarımızı minimuma indirebileceğiz. İş, aile, ekonomik durum vb. ile ilgili baskıların üstesinden gelmek için çok daha sakin bir kafa yapısına sahip olacağız. Ve bu, özellikle de internet, sosyal medya, müzik ve diğer şeylerin çok fazla erişilebilir olduğu modern durumumuzla başa çıkmada çok etkili olacaktır. Bu, interneti tamamen bırakmamız, mobil cihazlarımızı yabana atmamız, bir daha asla müzik dinlememiz gerektiği anlamına gelmez; söylemek istediğim bu değil. Amacımız bunları sağlıklı ve faydalı bir şekilde nasıl kullanacağımıza dair daha iyi bir strateji ve alışkanlıklar geliştirmek. Teşekkür ederim.
Sorular
Sorun şu ki, modern hayatta etkileşimde olduğumuz şeylere reaksiyon vermemiz gerekiyor. Örneğin, haberleri kontrol ediyorsak, bunu sadece öz kaygılarımızdan yapmıyoruz, aynı zamanda ne yapmamız gerektiğini, olaylara nasıl tepki vereceğimizi bilmek istiyoruz. Örneğin, kurlar, bazen kurların nasıl değiştiğini çevrimiçi olarak gösteriyorlar ve bizim buna tepki vermemiz gerekebilir. Veya birisi size bir kişinin hasta olduğunu ve yardıma ihtiyacı olduğunu bildiren bir mesaj gönderebilir. Ya da meslektaşlarımız bize mesaj yazabilirler ve bir şeyler sormak isteyebilirler. Eğer mesajı kontrol etmezsek onlara geri dönemeyiz. Veya hava durumu raporunu ele alalım. Sabah hava durumu raporunu kontrol etmezsek ve dışarı çıkarsak, hava soğuyabilir ve sonuçta hastalanabiliriz. Tüm bu durumlarda daha az verimli hale geliriz ve zamanımızı, sağlığımızı ya da başka herhangi bir şeyi boşuna harcamak durumunda kalabiliriz.
Bu yüzden interneti nasıl kullanmamız gerektiğine dair sağlıklı ve akıllı bir strateji geliştirmemiz gerektiğini söyledim. Fiziksel olarak obezsek ve bir diyete başlarsak, bu yemeyi tamamen bırakağımız anlamına gelmez. Ancak yediğimiz yemeği kısıtlıyoruz. Benzer şekilde, bilgi obezitemiz varsa, baktığımız şeyleri kısıtlar ve sadece ihtiyaç duyduğumuz, yararlı olduğuna inandığımız şeylere bakmakla yetiniriz. Dediğim gibi, en azından e-posta programımda olduğu, bir şeyi işaretleyebilirsiniz ve buna daha sonra bakabilir ve o zaman halledebilirsiniz.
Ama bu strateji her durumda, tüm bilgileri almamızı ve sonra neye yanıt vereceğimizi, neyi cevaplamayacağımızı seçmemizi söylüyor. Yani yine de tüm mesajlarımızı okuyoruz, tüm haberleri izliyoruz ve s.
Yine, farklı stratejiler benimsemelisiniz. Sabah kalktığınızda hava durumu raporunu kontrol etmek ve gece boyunca kaç tane beğeni aldığınızı kontrol etmek arasında büyük bir fark vardır. Kaç tane beğeni aldığınızı kontrol etmek zorunda değilsiniz. Ve aldığınız mesajlarınıza gelince, bunların bir kısmı reklamlardan ibaret, diğer bir kısmı da işiniz ve diğer şeyler açısından çok da önem arz etmeyen insanlardan; yani daha sonra halledebileceğiniz şeyler. Kendi adres defterinizde neyin önemli ve neyin daha az önemli olduğunu zaten kendiniz biliyorsunuz. Hazırladığı kahvaltının fotoğraflarını çekerek insanlara göndermeyi seven bir arkadaşım var. Onun gönderdiklerine kesinlikle bakmak zorunda değilim.
Onun mesajlarını kontrol etmediğinizi biliyor mu?
Bu tür mesajlara daha sonra bakabilirim, ama bunlara bakmak için kesinlikle elimdeki işi yarıda koymayacağım.
Diğer dinler de bu hormonal “iyi hissetme” duygusuna sahip olmamız için bize yöntemler sunar. Öyleyse Budizm ile diğer dinlerin arasındaki fark nedir?
Diğer dinlerin de bunları sunduğu kesinlikle doğrudur: Örn. “İsa beni seviyor” ve “Tanrı beni seviyor” şeklinde. Bunlar kesinlikle mevcut. Bahsettiğim yöntemler aşırı derecede Budizm'e özgü değiller, bunlar herhangi bir dini bağlamdan bağımsız olarak mevcut olan şeyler; bunları sadece herkes için yararlı olan genel stratejiler olarak görebiliriz. Söylediklerimde sadece Budizm'e münhasır olan bir şey yok.
Sadece Budizm’e münhasır olan şey nedir diye sorduğumuzda, en basit düzeyde cevap, onun gerçekliğe bakış açısıdır. Bilim adamları ile yapılan bu konuşmaların ortaya koyduğu şey, bunun bile benzersiz olmadığı gerçeğidir, çünkü bu gerçeklik görüşü kuantum evreninin görüşü ile oldukça uyumludur. Kuantum teorisinin evrenin yapısı açısından mantıksal sonuçlarını ele alırsanız, boşluk ve bağımlılığa dair Budist öğretileri ile karşılaşırsınız.
Birini şahsen görmeye hazırlanmışsak ve bu kişiyle gerçek hayatta görüşeceksek, ama görüştüğümüzde devamlı olarak cep telefonuna bakıyor ve bize çok fazla dikkat etmiyorsa bu durumda ne yapmamız lazım? Böyle bir durumda, gerçek bir görüşme gerçekleştirdiğimizi göze alarak bu kişiye bunun doğru davranış biçimi olmadığını açıkça söylemek doğru olur mu?
Ben şahsen doğru olduğunu düşünüyorum. Sanırım o kişiye “Hey! Ben de buradayım!" demekde bir sakınca yok. Cep telefonu görgü kuralları denilen çok önemli bir şey vardır ki, özellikle de bir ebeveynseniz ve küçük çocuklarınız varsa, yemek masasında telefonda mesajlaşma ve konuşma yasağı disiplinini oluşturmak çok önemlidir. Evet, onlara buna izin verilmediğini söylüyorsunuz ve telefonu kenara koymalarını istiyorsunuz. Bir Amerikan üniversitesinde ders veren bir arkadaşım var ve öğrencilerine ders sırasında cep telefonlarını masa başında bırakmalarını söylüyor. Öğrencilerin masalarında telefon bulundurmalarına izin verilmiyor. Bence bu çok doğru bir yaklaşım. Çok ilginç olan şey şu ki – her 45 dakika mı yoksa bir saatte mi olduğunu unuttum, çünkü üç saatlik bir seminer – öğrencilere bir telefon molası veriyor. Tuvalete gitmek zorunda oldukları için değil, telefonlarını kontrol etmedikleri için çok tedirgin oldukları ve mola sırasında hemen telefonlarını alıp bakmaları gerektiği için. Bu sosyolojik açıdan çok ilginç bir şey.
Bu, insanların telefonlarına karşı duyduğu kronik bir bağımlılıktır ve insanların bir tür sosyal disiplin geliştirmelerine yardımcı olmak zorunda olduğunuz konulardan biridir. Kibar bir şekilde yapılırsa bunda bir sakınca olmadığını düşünüyorum. Yine de, arada fark var, durum tam olarak nedir? Hakkında bilmeleri gereken yaklaşan bir felaket mi söz konusu, yoksa sadece önemsiz bir şey hakkında birisiyle sohbet mi ediyor? Ve gelin gerçekçi olalım, telefon görüşmelerimiz ne sıklıkta bir felaketi tartışmak için yapılmış oluyor ki? Birisiyle görüşme halindeysek ve çocuğumuzun güvenli bir şekilde eve vardığını veya bunun gibi önemli bir haberi duymak için bir telefon bekliyorsak, bunu karşınızdaki kişiye söylemeniz daha iyi olur. Kibar olun: “Bir telefon bekliyorum. Çocuğumun güvenli bir şekilde eve döndüğüne dair bir onay almam gerek” deyin. Bunu anlayacaklar ve sorun ortadan kalkmış olacak.
Metroda giderken sürekli olarak müzik dinliyorum, ama bunu daha fazla stimülasyon almak için değil, mevcut olan negatif stimülasyonu daha aza indirmek için yapıyorum. Çünkü etrafımda çok konuşan insanlar var ve bazen onların konuştuklarını dinlemek istemiyorum, bu konuşmalar çok fazla olumsuzluk içeriyor. Ayrıca metro ezbere bildiğiniz şeylerin reklamlarıyla dolu. Tüm bu olumsuz uyarıcılardan uzaklaşmak için sadece müzik dinliyorum. Kaçıyor muyum? Yoksa negatif ve çok yoğun uyarıcıları yoğunluğu ve yıkıcılığı daha az olan uyarıcılara mı dönüştürüyorum.
Bu çok ilginç bir soru. Aklıma gelen ilk şey bu sorunun Hintli cevabı ve muhtemelen en uygun cevap bu değil ama, Hindistan'da bir gece otobüsüne bindiyseniz bu otobüslerde tüm gece boyunca tavandan asılı olan ekranın açık durumda olduğunu farketmişsinizdir. Aynı film tekrar tekrar ve sesi sonuna kadar açılmış şekilde gösteriliyor. Şoföre “Lütfen filmin sesini kısar ya da kapatır mısınız” diye bir soru sorarsanız, Hintlinin cevabı “Sen filmi izleme” olacaktır.
Metrodaki herkesin konuşmalarına kulak vermek zorunda değilsiniz. Bu bir dikkat meselesi. Neye odaklanıyorsunuz? Eğer dikkatiniz tüm insanlarda ise ve diyelim ki, yüzlerindeki ifadeleri görüyorsanız, mutlu değillerse o zaman onlara şefkat dilerseniz, mutsuzluklarından kurtulmalarını, mutlu olmalarını dilerseniz o zaman dikkatiniz konuştukları şeylere odaklanmaz; reklamlara ise bakmazsınız bile, kafanız başka şeylerle meşguldur.
Eğer bunu yapmayı beceremiyorsak, o zaman müzik dinlemekte sakınca yok. Ancak müzik, insanları görmezden gelmek için bir bahane olmamalıdır. Bu, şefkat hissini pratikte uygulamak için mükemmel bir fırsat olabilir.
Oldukça gelişmiş bir Budist alma ve verme pratiği olan tonglen prensibini düşünün. Bu durumda yapmaya çalışacağınız şey insanların konuştuklarını görmezden gelmek ve etrafına duvarlar örmek yerine, bunu kabul etmek ve buna açık olmaktır. Onların önemsiz ve negatif bir şeyden bahsettiklerini kabul ediyorsunuz ve sonra onlara şefkat gösteriyorsunuz, onları üzen şey her neyse üstesinden gelmelerini diliyorsunuz. Daha anlamlı ve olumlu bir şeylerin parçası olabilirler. Bu yüzden böyle durumlar tonglen prensibini uygulamak için harika bir fırsat olarak değerlendirilebilir.
İlk başlarda özgür olma kararlılığımız çok yüksek iken bazen bir noktadan sonra bunun azaldığını hissediyoruz. Nedeni belki de tembellik veya başka şeyler olabilir ama bunu önceki kadar yoğun bir şekilde hissetmiyoruz. Böyle durumlarda özgür olma kararlılığımızı restore etmek için ne yapmamız gerekiyor.
Bu konuda genellikle verilen ana tavsiye, özgür olmakta kararlı olduğumuz şey her ne ise bunun dezavantajlarını hatırlatmaktır; bize handikap yaratan durum her ne ise onu hatırlamamız ve ondan kurtulmamızın faydalarını gözümüzün önüne getirmemiz gerek. Ayrıca bunlardan kurtulmanın yöntemlerinin ne olduğunu hatırlatmamız ve bu yöntemlerin işe yaradığına güvenmekle kalmayıp aynı zamanda onları uygulamak için yeterli kapasiteye sahip olduğumuza kendimizi inandırmalıyız. Bunların hepsi özgür olma kararlılığının çok önemli bir parçasıdır. Başka bir deyişle, “Yeterince sıkı çalışırsam özgür olabilirim” diye kendimize bir hatırlatma yapmamız gerek. Aksi takdirde cesaretiniz kırılır ve sonra hiçbir şey yapmaya başlar, en sonunda da vazgeçersiniz.
Eğer meditasyon yaparsak, bu bizi daha istikrarlı hale getirir ve elde ettiğimiz şey de budur. Ancak, bizi daha istikrarlı hale getirmesi için ilaç alırsak, bu özel bir çaba harcamadan elde ettiğimiz bir şey olur ve bize beklediğimiz etkiyi yapmaz. Tabii ki eğer bir kişi hasta ise o zaman ilaç alması bir zorunluluk olabilir. Ama ya bir kişi sadece durumunu iyileştirmek, stresi ve zihninin üzerindeki diğer olumsuz etkileri azaltmak için günlük hayatta bir şey alıyorsa?
Budist yöntemler konusunda gerçekçi olmamız gerektiğini düşünüyorum. Budist yöntemler zaten belirli bir olgunluk ve istikrar seviyesine ulaşmış insanlar için uygun ve etkili olan yöntemlerdir. Duygusal ve zihinsel olarak ciddi problemleriniz varsa henüz Budist yöntemlerini uygulamak için hazır değilsiniz demektir. Bir çeşit stabiliteye, istikrara ihtiyacınız var ve ilaçlar bu konuda size yardımcı olabilir – sakinleştiriciler, anti-depresanlar ya da diğer ilaçlar olsun, işe yarayabilirler. Size yardımcı olabilecek bir şeylere ihtiyacınız var. Bu tür insanlara "sadece meditasyon yap" demek için henüz doğru zaman değil. Ancak daha istikrarlı olduğunuz zaman, elbette ki ilaca olan bağımlılığınızı yenmeniz gerekir. Daha kararlı olduğunuzda, aslında meditasyon uygulamalarını yapabileceğiniz bir zihniyete ulaşmış olursunuz. Aksi taktirde çok rahatsız bir durumda olur ve konsantre olamazsınız.
Burma'da, üç kişi restoranlarına Buda'nın kulaklık takan bir resmiyle bir reklam panosu yerleştirdikleri için hapsedilmiştiler.Bir Budist bakış açısı ile bu konuda nasıl bir yorum yapabilirsiniz?
Buda'nın kıskanç kuzeni Devadatta her zaman ona zarar vermeye çalışırdı, ama Buda’nın zarar görmesi söz konusu değildi ve bu konuda hiç ama hiç üzülmezdi. Bunu göz önünde bulundurursak, Buda’nın kendisinin kulaklıklı bir fotoğrafını görmekten rahatsız olmayacağını söyleyebiliriz. Ancak, Budizm'in takipçileri veya herhangi diğer bir dinin takipçileri, ana figürlerine saygısızlık yapılmasından hiç hoşlanmazlar. İnsanları incitmek için hiçbir nedeniniz yoktur; bu çok kaba bir harekettir. Onları hapse atmak ya da gerçekten çok ağır bir para cezasına çarptırmak muhtemelen uygun bir karar değil. Ancak yaptıkları şeyin doğru olmadığını da bilmeleri gerekir. İfade özgürlüğü ille de insanları rahatsız etme özgürlüğü anlamına gelmemeli; özellikle de bunun önemli bir nüfusu inciteceğini bildiğiniz zaman. Bir eylemin uygunsuz bir davranış olup olmadığına kimin karar verdiğine de bakmak lazım. Ancak din söz konusu olunca, örneğin İsa, Muhammed ya da Buda’ya yönelik bir saygısızlık yaparsanız, bunun uygunsuz bir davranış olduğu aşikardır. Hıristiyanlar, bir iPod reklamında kulaklarında iPod'u ile müzik dinleyen ve aynı zamanda çarmıha çekilmiş bir İsa fotoğrafına nasıl bir tepki gösterirdi? İnançlı Hıristiyanların bu görüntüyü takdir edeceğini hiç ama hiç sanmıyorum.
Dünyasal hedeflere ya da manevi hedeflere ulaşmak için çaba gösterebiliriz. Bu konularda iki uç noktanın mümkün olabileceğini keşfettim. Birincisi daha çok dünyasal hedeflere odaklanmaktır, ancak bu hedefler sonsuzdur ve bir hedefi yerine getirdiğiniz anda bir sonraki hedef belirir ve şimdi bu hedefi gerçekleştirmeniz gerek. Budist topluluklarında görebildiğim diğer uç nokta, örneğin manevi hedeflere ulaşmaya çalışırken dünyevi hedefleri tamamen unutmalarıdır. Bu sorunu çözmek ve bir denge yakalamak için yöntemler veya yollar var mı?
Yüce Dalai Lama her zaman 50/50 der. Hayatımızın gerçeklerinin ne olduğunu, sorumluluklarımızın ne olduğunu açık bir şekilde görmemiz gerek: mali durumumuz nedir, bakmamız gereken insanlar var mı, ve saire. O yüzden gerçekçi olmaya özen göstermemiz lazım