Karmayı Anlamak
Bugün, karmanın günlük hayatımızdaki önemi hakkında konuşmak istiyorum. Bunun için, ilk önce karmanın ne anlama geldiğini anlamamız gerekiyor. Bu bağlamda iki genel açıklama var. Birinci açıklamaya göre karma, bizi fiziksel olarak bir şeyler yapmak, sözlü olarak bir şeyler söylemek veya zihinsel olarak bir şeyler düşünmek gibi çeşitli eylem türlerine sevk eden zorlayıcı zihinsel dürtülerdir. İkinci açıklama ise, fiziksel ve sözlü eylemlerle ilgili farklı bir varsayım ileri sürüyor. Bu tür eylemler için karma, fiziksel eylemlerimizin zorlayıcı şekli, sözlü eylemlerimizin zorlayıcı sesi ve her iki eylem türüne eşlik eden ve zihinsel sürekliliğimizde devam eden zorlayıcı enerjidir. Tibetçe karma kelimesi "eylemler" anlamına gelse de, bu açıklamaların hiçbirinde karmanın gerçek eylemlerin kendileri ile karıştırılmamasına dikkat etmemiz gerek.
Bu zorlayıcı karmik tarzda bir eylem gerçekleştirildiğinde, zihinsel devamlılıklarımızda belirli bir karmik sonuç kalır. Bunların en yaygın şekilde tartışılanlarından – olumlu veya olumsuz karmik potansiyeller ve karmik eğilimlerden bahsedelim. Bu ikisi arasında ufak bir fark var, ancak şu anda fazla teknik detaylara girmemize gerek yok. Bu karmik potansiyellerin ve eğilimlerin bir özelliği, yeterli koşullar sağlandığında bir etki veya sonuca yol açma yetenekleridir. Teknik bir jargonla anlatırsak, tıpkı bir meyve gibi "olgunlaşırlar".
Karmik Potansiyellerden ve Eğilimlerden Ne Olgunlaşır?
Bu karmik potansiyellerden ve eğilimlerden kaynaklanan birçok farklı sonuç türü vardır. Bunlardan en genel olanı, deneyimlerimizin her anına eşlik eden bir mutluluk veya mutsuzluk hissidir. Eğer mutsuz hissediyorsak bu yıkıcı davranışın sonucu, mutlu hissediyorsak ise yapıcı davranışın sonucudur.
Ek olarak, önceki bir eylem türünü tekrarlama hissi de vardır. Karma, doğrudan karmik bir sonuçtan olgunlaşmaz. Önce birine bağırmak veya ona sarılmakta olduğu gibi bir his ortaya çıkar. Bu duyguya dayanarak, bizi bu eylemleri gerçekleştirmeye çeken, onları gerçekten yapmamızı sağlayan bir dürtü ortaya çıkar. Duygu ve dürtü arasında da dikkate değer bir fark vardır. Bir şeyi yapmayı istemek, birşeyi yapmayı arzulamak gibidir. Ama bence "istemek", en azından Türkçe'de arzulamak kelimesine kıyasla biraz daha açıklayıcıdır. İstemek daha az kasıtlıdır. Daha önce yaptığımıza benzer bir şeyi tekrarlamak isteriz ve aynı zamanda benzer bir şeyin bize geri döneceği bir duruma varmak isteriz. Ancak, diğer kişinin karşı bizim ona karşı sergilediğimiz davranışla benzer bir şekilde bize davranması kesinlikle bizim karmik potansiyellerimizin ve eğilimlerimizin bir sonucu değildir. Yani, bu sonuç onların karmik potansiyellerinden ve eğilimlerinden olgunlaşıyor, bizimkilerden değil. Bizim tarafımızdan olgunlaşan tek şey, o duruma dahil olma, o kişiyle tanışma vb. isteklerimizdir.
Bu durumda özellikle karmik potansiyellerimizden olgunlaşan başka bir şey de, sahip olduğumuz yaşam formu, bedensel ve zihinsel aktivite türüdür. Örneğin, bir köpek beynimiz veya bir insan beynimiz varsa, buna göre farklı zihinsel yetenekler deneyimleyeceğiz. Karmik potansiyeller, bir memeli olarak yeniden doğuş durumunda, belirli bir ebeveyn kümesinin spermi ve yumurtası ile bağlantı kurmak için zihinsel bir süreklilik getirir. Bu şekilde, aldığımız yaşam formu ve beden türü bu karmik potansiyellerden çıkan sonuçlardır.
Bu Yaşamdaki Karmik Olgunlaşmalar Çoğunlukla Önceki Yaşamlarda Yapılan Eylemlerden Kaynaklanır
Günlük yaşamdaki deneyimlerimize baktığımızda, çoğu zaman, deneyimlediğimiz mutluluk veya mutsuzluk duygularının, karmik potansiyellerimizin ve eğilimlerimizin bu yaşamın önceki dönemlerindeki eylemlerimizden olgunlaştığını düşünürüz. Ancak sadece belirli karmik davranış türleri, bu yaşamdaki potansiyellerinin ve eğilimlerinin olgunlaşmasına neden olur. Bunlar, özellikle öğretmenlerimiz veya ebeveynlerimiz gibi bize son derece nazik davrananlara yönelik çok güçlü motivasyona sahip olumsuz ve olumlu davranışları içerir. Bu yaşamda olgunlaşmaların ve deneyimlediklerimizin büyük çoğunluğu, önceki yaşamlardaki eylemlerden oluşan karmik potansiyellerin ve eğilimlerin sonucudur.
Bu, bazılarımız için, belki de çoğumuz için anlaması çok zor bir mesele olabilir. Batılılar olarak çoğumuz geçmiş ve gelecek yaşamlar konusunda ikna olmuş değiliz. Bu tamamen farklı bir konu ve ne yazık ki şu anda geçmiş ve gelecek yaşamları ve bunlara nasıl ikna olacağımızı araştırmak için zamanımız yok. Bununla birlikte, yeniden doğuşa inanmasak bile, bu karma tartışmasının hayatımızla ve başımıza gelenlerle nasıl başa çıkacağımız konusunda bize çok yardımcı olabileceğini düşünüyorum.
Zorunlu Davranışlarımızın Dikkat, Farkındalık ve Ayrımcı Farkındalık Özelliklerini Geliştirmek
Hayatta deneyimlediklerimizle baş etmeye başlamak için dikkatimizi geliştirmemiz gerekir. Dikkat, zihinsel aktivitemizi belirli bir nesneyle birleştiren zihinsel bir faktördür. Bu nesne her an deneyimlediğimiz şey olduğunda, Batılı çevreler buna "farkındalık" ismini takıyor, ancak aslında zihinsel faktör olan "dikkat" in Budist anlamı tam olarak bu değil. Zihinsel ve duygusal yaşamlarımızda olup bitenlere dikkat ettiğimizde, farkındalık, tıpkı zihinsel bir yapıştırıcı gibi, dikkatimizi kaybetmemizi engelleyen zihinsel faktördür. Giderek daha dikkatli hale geldikçe, bir şeyler yapmak istediğimizi veya bir şeyler söylemek istediğimizi daha iyi fark ederiz. Bunun ne zaman ortaya çıktığını algılayabilir ve bir şeyi yapmak istediğimizi hissettiğimiz zaman ile bizi gerçekten nihai davranışa sürükleyen zorlayıcı dürtüyü deneyimlediğimiz zaman arasında belirli bir boşluk fark edebiliriz.
Konuşma dilinde, Türkçe'de bazı insanları düşünmeden akıllarına gelen ilk şeyi söyleyen kişiler olarak tanımlıyoruz. Ne söyledikleri veya ne yaptıkları konusunda hiçbir dahili sansürleri yok. Akıllarına her ne gelirse, bunu dürtüsel olarak yapar veya söylerler. Ancak, duygunun ortaya çıktığı zaman ile bu duyguya göre hareket ettiğimiz zaman arasında bir boşluk olduğunu fark ettiğimizde, bu hise göre hareket edip etmemeye karar vermek için "ayrımcı farkındalık" denen şeyi kullanmamıza imkan verir. Bir eylemin faydalı olup olmayacağını veya sadece sorunlara yol açıp açmayacağını ayırt ederiz. Çok fazla soruna neden olacaksa, o zaman söz konusu eylemin yıkıcı olduğunu anlarız ve bunu hayata geçirmeyiz. Örneğin, birine "ne kadar da çirkin bir elbise giyiyorsun" dememize gerek yok. Bunun kimseye bir faydası olmaz, öyle değil mi?
Mesele şu ki, bu davranış veya konuşma biçimlerinin belirli alışkanlıklardan geldiğini anlıyoruz – burada karmik potansiyeller ve eğilimler için genel bir terim olarak "alışkanlıkları" kullanıyorum. Bu alışkanlıkların şu anki yaşamdan mı yoksa önceki yaşamlardan mı geldiği aslında önemli değil. Önemli olan, sadece önceki kalıplara, önceki alışkanlıklara dayalı olarak dürtüsel bir şekilde hareket ediyor olmamızdır ve bu alışkanlıkların kölesi olmaya devam etmemiz için hiçbir neden yok. Biz insanız, içgüdüleri üzerinde kontrolü olmayan hayvanlar değiliz. İnsan olarak zekaya sahibiz; ve bu, neyin yararlı ve neyin zararlı olduğunu ayırt etme yeteneğine sahip olduğumuz anlamına gelir. Geçmiş yaşamlar var olsun ya da olmasın, kötü alışkanlıklarımıza dayanarak hareket etmenin gerçekten aptalca olduğunu görebiliriz, bu eylemler bize sadece daha fazla sorun getiriyor. Ve kendimize akılsızca daha fazla sorun yaratmak istemediğimizden, kötü alışkanlıklar temelinde zorla hareket etme dürtüsünün üstesinden gelmeye çalışırız.
Belirli şekillerde, tekrar eden kompulsif davranış kalıplarımıza birer bağımlılık olarak bakmamız gerekir. Alkol, sigara veya uyuşturucu bağımlısı olabiliriz. Aynı zamanda kumar, seks ve hatta insanlara bağırma gibi eylemlere de bağımlı hale gelebiliriz. Bağımlılıkların üstesinden gelmek için hem Budist hem de gayri-Budist birçok yöntem vardır. Bu yöntemleri bilinçli bir şekilde uygulamalıyız, aksi takdirde kontrolden çıkar ve sonunda daha fazla sorun üretmiş oluruz.
Herhangi bir bağımlılık programında görebileceğiniz ilk adım, bağımlı olduğumuzu anlamak ve kabullenmektir. Bu kesinlikle gereklidir. Sorunu ortadan kaldırmaya çalışmadan önce sorunun kendisini tanımlamalıyız. Ancak bazı bağımlılık programları, insanları doğuştan bağımlı olduklarına, bağımlılığın onların değişmeyen kimlikleri olduğuna ve hiç kimsenin bir bağımlı olmaktan kurtulamayacağına inandırmaya çalışabilir; Bağımlılık yaratan davranışlarımızı asla gerçek anlamda durduramayız düşüncesine sahipler. Lakin, Budist bakış açısından, bize zarar veren davranış türlerine olan bağımlılıklar da dahil olmak üzere tüm bağımlılıklarımızı bir daha asla ortaya çıkmamak suretiyle gerçek anlamda durdurabiliriz. Budist pratikçiler olarak amacımız budur.
Kompulsif Davranış Kalıplarımızı Bırakmak
Bağımlılık yaratan kompulsif davranış kalıplarımızın üstesinden gelmek için bu kalıpları bırakmamız gerekir. Bırakmak, bir şeyden özgür olma kararlılığı ve ondan vazgeçme isteğidir. İçerdiği duygu tamamen iğrenme ve can sıkıntısından ibarettir: Kendimize zarar veren negatif bağımlılıklar veya nevrotik pozitif bağımlılıklar olsun, davranışsal bağımlılıklarımızdan bıktık. Örneğin, öfkemizi kontrol edememekten ve bağırmaktan sıkılmış ya da takıntılı bir şekilde ellerimizi yıkamaktan bıkmış olabiliriz. Bu nedenle, bağırmak ya da ellerimizi az önce yıkamış olsak da tekrar yıkamak istediğimizi hissettiğimizde, böyle hissetmekten kurtulma kararlılığımızı tekrar teyit ederiz. İlk adım olarak, en azından bu tür duyguların eylemlere dönüşmemesi konusundaki kararlılığımızı yeniden teyit ediyoruz ve sonra özdenetim uygulayarak ve eylemin gerçekleşmemesini sağlıyoruz. Ancak, elbette, özdenetim sadece ilk adımdır. Kompulsif davranışımızın en derin nedenini ortadan kaldırmak için daha derinlere inmemiz gerekiyor.
Karma hakkında yanlış bilinen şeyler
Karma öğretilerini günlük hayatımızda uygulamaya çalışırken, yaşadığımız her şeyi karmamızın olgunlaşma etapları için bir şekilde hak etmiş olduğumuz fikrinin yanlış olduğunu anlamaya dikkat etmeliyiz. Bu yanlış tutum ile, geçmişte kötü bir erkek ya da kadın olduğumuzu düşünüyoruz ve şimdi başımıza gelenleri zamanında yaptıklarımızın cezası olarak kabul edip bunları hak ettiğimizi düşünüyoruz. Shantideva'nın öğretilerinde bahsedildiği gibi, biz bir hedef koymasaydık kimsenin o hedefe bir ok atacağı yoktu. Veya geçmişte hiç yıkıcı davranışlarda bulunmasaydık, insanların şimdi bize kızdığını ve bize kötü davrandığını vb. deneyimlemeyecektik. Ama öyle bir dünya yok.
Shantideva'nın altını çizdiği şey, şuçu başkalarına değil, kendimize yüklememiz gerektiğidir. Ancak bu, çok öteye giderek çok kötü bir insan olduğumuzu ve başımıza gelen kötü şeyleri hak ettiğimizi düşünmemiz gerektiği anlamına gelmez; sadece susmalıyız, şikayet etmemeli ve cezamızı kabul etmeliyiz türünden düşünceler kesinlikle yanlış. Bunun karma öğretileriyle başa çıkmanın en sağlıklı yolu olmadığını düşünüyorum. Karma öğretilerini uygulamaya koymanın yolu bu değil.
Bu kaderci bakış açısı yerine, günlük hayatta onlardan nasıl yararlanılacağını bulmak için karma öğretilerinin diğer yönlerini incelememiz daha faydalıdır. Şu anda başımıza gelen bir şeyi deneyimlediğimizde, karma öğretilerinden yola çıkarak, bunun sebebinin önceki davranışımızda olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Birçok öğreti, deneyimlediklerimiz şeyler ile önceki davranışlar arasında bir bağlantı olduğuna işaret eder. Örneğin, her zaman uzun süreli olmayan ilişkiler yaşıyor, sevdiklerimizle birlikte kalamıyor veya insanlar bizi bırakıp gidiyorlarsa, bunun nedeni başkaları hakkında bölücü konuşmalar yapmış olmamızdır. İnsanlara arkadaşları hakkında hoş olmayan şeyler söyledik ve bu da onların birbirilerinden uzaklaşmalarına neden oldu. Sonra kendi arkadaşlarımızın bizi terk ettiğini deneyimlediğimizde, bu bizim karmamızın önceki davranışımızdan gelen olgunlaşmasıdır – biz nelere sebep olduysak kendimizi de başkalarının bize benzer şeyler yaptığı durumlarda buluruz.
Bölücü bir şekilde konuşmaktan olgunlaşıp ortaya çıkan bir diğer şey, bizi bu tür davranışları tekrarlamaya zorlayan kompulsif bir duygudur. Bunu göz önünde bulundurarak, karma anlayışımızı yapıcı bir araca dönüştürmek için kendimizi dürüstçe incelemeliyiz. Diğer insanları seven, onlarla çalışan, ya da onlarla arkadaş olanlara karşı kötü şeyler söyleme ya da eleştirme eğilimimiz var mı? Muhtemelen aşırı derecede eleştirel olma eğiliminde olduğumuzu göreceğiz. Birileri hakkında çok nadiren iyi şeyler ve çoğunlukla da sadece kötü şeyler söyleriz. Bu çok yaygın bir tutum, öyle değil mi? Başkalarının eksikliklerine dikkat çekmek ve herkese onlardan bahsetmek ve bundan şikayet etmek konusunda gerçekten çok iyiyiz! Peki, ne sıklıkla başkalarının iyi niteliklerine odaklanıyor ve onları başkalarıyla konuşurken övüyoruz? Bu tür bir tavır çoğumuz için oldukça nadirdir.
Karma öğretilerinden öğrenebileceğimiz ve günlük hayatımızda uygulayabileceğimiz en faydalı şeylerden biri budur. Tipik davranışlarımızda, başımıza gelen, deneyimlediğimiz şeylere karşılık gelen kalıpların olduğunu görebiliriz. Sonra yenilgici bir tavır takınmak, "bunu hak ettim çünkü geçmiş bir yaşamda çok kötü şeyler yaptım, başkalarını haksızca eleştirdim" demek yerine, bu noktada artık davranışlarımız üzerinde çalışmaya odaklanabiliriz. Başkasına kötü bir şeyler söylemek istediğimizde, bunun yerine, onların iyi niteliklerine daha fazla odaklanabilir ve onları övebiliriz.
Tanımlayabileceğimiz birçok farklı karmik sendrom örneği vardır. Örneğin, fakir olabiliriz. Kendi üzerimizde bir inceleme yaptıktan sonra, her zaman diğer insanlara ait şeylerden yararlandığımızı ve onları kullandığımızı, başkalarının yanında asla hesabı ödemediğimizi, her zaman bizim yerimize onların ödeme yapmalarını umduğumuzu ve s. bunun gibi şeyleri görebiliriz. Özellikle başkalarına ait olan şeyleri izin almadan kullanmaktan bahsediyorum, örneğin sahibine sormadan buzdolabından yiyecek almak gibi şeyler. Hislerimiz ve benzer şekilde hareket etme eğilimlerimizle, başımıza gelen deneyimlerde bu korelasyonları fark edebiliriz. Hintli öğretmen Dharmarakshita, bu korelasyonların birçoğuna zihin eğitimi metni olan, Keskin Silahlar Çarkı'nda yer vermiştir.
Ek olarak, sonuçların sadece tek bir nedenden kaynaklanmadığını anlamamız gerekiyor. Buda, bir kovanın sadece ilk veya son damla ile dolmadığını söyler. Kovayı dolduran şey tüm damlaların bir koleksiyonudur. Yaşadığımız acı her ne olursa olsun, geçmişte yaptığımız kötü bir şeyin sonucu değildir, hatta daha önce yaptığımız birkaç kötü şeyin birikimi de değildir. Çünkü bir şeyi deneyimlememiz için bir araya gelmesi gereken neredeyse sayısız neden ve koşul vardır.
Diyelim ki bize bir araba çarptı. Bu olayın sebebi sadece araba ile veya araba olmadan daha önce birini yaralamış olduğumuz değil. Sebebi sadece bu olamaz çünkü olay aynı zamanda bize çarpan diğer kişinin tüm karmik potansiyellerini de içeriyor. Sonra hava durumu, trafik koşulları ve o sırada dışarı çıkmamızın nedenleri de işin içine dahil. Yolu yapan insanlar bile. Arabanın bize çarpmasını gerçekten deneyimlememiz için bir araya gelmesi gereken çok sayıda neden ve koşul var.
Sebep ve sonuç görüşümüzü genişlettiğimizde ve onu belirli bir sonucun ortaya çıkması için bir araya gelmesi gereken birçok neden ve koşul açısından ele aldığımızda, o zaman başına gelenleri hak eden, bu tamamen benim hatam, tek suçlu olarak kendimi görüyorum dedirttiren "ben" duygusunu yıkmaya başlarız. Elbette ki biz de sorumluyuz, ancak davranışımızın sorumluluğunu üzerimize almakla güçlü bir "ben" duygusu ile, kendimizi suçlu ve kötü biri olarak görmek arasında büyük bir fark var.
Karma ile İlişkili Boşluğu Anlamak
Neden ve sonuç görüşümüzü genişletmenin yanı sıra, konuyla ilgili "üç çember" denen mehvumu analiz etmemiz gerekir. Bu üç çemberi formüle etmenin birçok yolu vardır, ancak bunları karmanın olgunlaşmasını deneyimleyen "ben", şimdi deneyimlediğimiz karmadan ne olgunlaşan şeyler ve olgunlaşan şeylerin karmik sebepleri olan ve geçmişte yaptığımız şeyler olarak tanımlayabiliriz. Üç çemberin birbirine bağlı olarak ortaya çıktığını ve kendi kendine bağımsız olarak oluşmuş olamayacaklarını anlamadığımızda, zihinsel olarak fantaziler uydurur ve çok zararlı güçlü bir "ben" duygusunun esiri oluruz. Bu "ben" geçmişte çok kötü biri olduğu için şimdi başımıza gelenleri hak ediyoruz diye düşünürüz. Bir başka deyişle, mazinin mağduru oluruz ya da cezalandırılan suçlu oluruz ve görünüşte çok güçlü görünen bu kimliğe sığınırız. Bu çok mutsuz bir ruh hali, öyle değil mi? Şu anda yaşadıklarımızı çok fazla büyütüyoruz ve geçmişte yaptıklarımızın kabuledilemez düzeyde kötü şeyler olduğu düşüncesine kapılıyoruz. Her şey bizi suçluluk duygusuna götürüyor ve kendimiz için üzülüyoruz. Bütün bunlar günlük yaşam deneyimimizi daha da çekilmez hale getiriyor.
Bunları göz önünde bulundurursak, boşluk anlayışını anlamak çok önemlidir. Bu olmadan, işler çok katı bir şekle dönüşür ve bu da daha önce tarif ettiğimiz gibi, daha fazla soruna ve acıya neden olacak şekilde aşırı uçlara gitmemizi kolaylaştırır. Ancak boşluk hakkında bir anlayışımız olmasa bile, düşündüğümüz, söylediğimiz veya yaptığımız her şeyin karmik sonuçları olacağını aklımızda tutmalıyız. Bunu aklımızda tutarak, yıkıcı şekillerde hareket etmekten kaçınmalı ve bunun yerine yapıcı davranışlarda bulunmaya gayret etmeliyiz.
Yıkıcı Davranışlardan Kaçınmak
Her tür yıkıcı davranıştan kaçınmanın nedensel faktörü, Budist metinlerinde öğretildiği gibi, bu davranışları eyleme dökmenin oluşturduğu dezavantajları düşünmektir. Bu davranışın acı sonuçlarına katlanmak istemediğimiz için, yıkıcı bir şeyler yapmak veya söylemek için içimizde bir dürtü oluştuğunda, bunu yapmaktan kaçınırız. Ancak çoğunlukla, bu doğrultuda düşünmeyi unutmaya eğilimliyiz. Yıkıcı eylemlerden kaçınırız çünkü yıkıcı bir şey yapmamak bize doğru geliyor. Aslında bu çok ilginç bir şey, çünkü aldatmak, vandalizm ve bunun gibi şeyler gibi eylemler direkt yanlış olduğunu hissettiğimiz bazı olumsuz davranış türleridir. Eğer durum buysa, bu da hiç fena sayılmaz çünkü eylemlerimizin olumsuz sonuçlarını aktif bir şekilde düşünmemiş olabiliriz, ancak yine de bu davranışlarda bulunmuyoruz ve esas olan da bu.
Peki, örneğin sivrisinekleri öldürmeye ne demeli? Sizi bilmiyorum ama ben sivrisinekleri dışarı şutlamanın ya da Afrika'da safarideymişim gibi odada dolaşarak, avlanmanın ve sonunda geceleyin beni uyanık tutan sivrisinekleri öldürmenin doğru hissettirdiğini deneyimlemişimdir. Bunu yapmak bana doğru geliyor. Sivrisineklere karşı savaş ilan edip safariye çıkmanın ne kadar saçma olduğunu fark etsek bile, yine de safariye çıkmaktan çekinmiyoruz, öyle değil mi? Bu durumda saçma örnekler üzerinde düşünmek aslında oldukça yararlı olabilir.
Bu tür yıkıcı davranışlar için, sivrisinek öldürmekten ve hoşgörülü olmamaktan kaynaklanan dezavantajları düşünmek kesinlikle gereklidir. Bu, sivrisineği mutlaka kanımızla beslememiz gerektiği anlamına gelmez, ancak sivrisinekle baş etmek için daha barışçıl bir yöntem kullanmaya çalışmamız gerekir. Mesela duvara konduğunda üzerine bir kavanoz koyabiliriz, sonra kavanozun altına bir parça kağıt koyarak odamızdan dışarı çıkarabiliriz. Bu çok pratik bir yöntem, ancak yine de safari yöntemine baş vurmamaya dikkat etmeliyiz. Kavanoz ve kağıt parçası yöntemini kullanırken yine de zihinsel bir safari yapabiliriz.
Aslında bu durumu analiz etmeye değer. Sivrisineği odamızdan sırf ısırılmanın verdiği kaşınmayı hissetmek istemediğimiz için mi kovuyoruz yoksa sivrisineğin kendisi açısından mı düşünüyoruz? Belli ki, sivrisinekleri besinlerinden mahrum bırakıyoruz. Sürekli olarak sivrisinekleri veya sinekleri öldürürsek veya benzer bir eylede bulunursak, bunu yaparken nasıl bir alışkanlık geliştirdiğimizi düşünmemiz gerekir. Oluşturduğumuz alışkanlık şu ki, bizi rahatsız eden herhangi bir şey söz konusu olduğunda ilk aklımıza gelen şey onu öldürerek yok etmek. Barışçıl bir yol kullanmaya çalışmak yerine, sorundan kurtulmak için şiddet içeren yöntemler kullanma eğilimindeyiz. Sivrisinekleri bir kavanoz ve bir parça kağıtla avladığımızda, en azından bunu sivrisineğe karşı bir nefret duygusu ile yapmamamız gerek. Sivrisineğin kabul edilemez bir yaşam formu olduğunu ve alanımızı işgal etti diye ondan kurtulmalı olduğumuzu düşünmemeliyiz.
Ek olarak, bu sivrisineği geçmiş yaşamlardan birindeki annemiz olarak görmek gibi, kullanabileceğimiz çok daha gelişmiş pratikler de yok değil. Ama çoğumuz için bunu içtenlikle yapmak oldukça zordur. Mesele şu ki, bazı şeyler karşı yıkıcı davranmamak bize doğru geliyor, ancak diğer şeyler için motivasyonumuzu bilinçli olarak yeniden teyit etmemiz gerekiyor.
Karmik Eğilimleri ve Potansiyelleri Harekete Geçiren Faktörler
Bahsetmek istediğim bir diğer nokta, karmik eğilimlerimizi ve potansiyellerimizi harekete geçiren ve onların olgunlaşmasına neden olan belirli faktörler. Bunlar ölüm anında karmik potansiyelleri harekete geçiren faktörler olarak ortaya çıkan on iki bağımlı halkaya ilişkin öğretilerde tartışılıyor. Bu faktörler zihinsel sürekliliğimizi gelecekteki yeniden doğuşa "gönderir".
Bu faktörlerden ilki, arzu bağıdır. "Arzu", bu bağlantı için Tibet teriminden yapılmış bir çeviridir, ancak orijinal Sanskritçe'de bu kelime aslında "susuzluk" anlamına gelir. Diğer faktör genellikle "kavramak" olarak çevrilir. Bu en iyi çeviri sayılmaz, çünkü "gerçek varoluşu kavrama" örneğinde olduğu gibi yaygın olarak "kavramak" şeklinde çevrilen başka terimler vardır ve sözünü ettiğimiz terime diğerleriyle aynı değildir. Buradaki kelime kelimenin tam anlamıyla "bir şey elde etmek" veya "bir şeye sahip olmak " anlamına geliyor. Ben tercihen "elde eden" terimini kullanıyorum. Bu, elde edenin geçirdiği bir duygu veya sergilediği tutumdur ve eğer bunu geliştirirsek, gelecekte bir yeniden doğuş elde ederiz. On iki bağlantı bağlamında bunlar gelecekteki yeniden doğuş için karmayı neyin harekete geçiren faktörler olarak açıklansa da, her an karmik potansiyellerimizin ve eğilimlerimizin de harekete geçirildiği alternatif sunumlar mevcut.
Bu, karma öğretilerinin günlük yaşamlarımızla nasıl alakalı olduğuna dair konumuzla oldukça iç içe. Her şeyden önce, arzu nedir? Bu susuzluk nedir? Bu, hissettiğimiz mutluluğu veya mutsuzluğu hedefleyen zihinsel bir faktördür;ve onu genelde çok abartırız. Mutluluğa odaklanarak, bitmemesi için ona susuyoruz. Mutsuzluk veya ıstırap durumunda, bunun sona ermesi için susuyoruz. Nötr bir duyguya gelince, bu, dhyanalar denilen toplam konsantrasyonun daha yüksek durumlarında deneyimlediğimiz şeyi ifade eder. Bu durumlarda, nötr duygunun azalmaması için can atıyoruz, susuyoruz. Açıktır ki, sahip olduğumuz susuzluk ve kaybetmeme duygusunun farklı dereceleri olabilir.
Elde edenler, rahatsız edici duyguların ve rahatsız edici tutumların bir listesine atıfta bulunur. Bunlardan biri veya daha fazlası susuzluk ile birlikte, karmik potansiyellerimizin ve eğilimlerimizin aktivasyonunu tetikler. Listedeki en önemli husus kendimizi gerçekten var olan bir "ben" olarak görmektir, ki bu, varlığımızla deneyimlediğimiz bir şeyle – bedenimiz, zihnimiz, duygularımız vb. - veya "benim" olarak gerçekten var olan varlığıyla özdeştir.
Özetle, susuzluk bir miktar mutluluk veya mutsuzluk hissine odaklanır ve sonra elde edenin tutumu onu deneyimleyen "ben"e odaklanır. Duyguların boşluğunu ve "ben" boşluğunu anlamamış olsak bile, karmik potansiyellerimizi harekete geçiren şeyin bu analizini günlük yaşamlarımızda uygulayabiliriz. Her an bir miktar mutluluk veya mutsuzluk hissediyoruz. Örneğin, “sekiz dünyevi dharma” üzerine öğretileri onlara hala uygulayabiliriz.
"Dünyevi dharma"daki "Dünyevi" olarak çevrilen Tibet kelimesi olan jigten (’jig rten) terimi iki heceden oluşur. Ten, temel anlamına gelir ve jig ise parçalanıp yok olan bir şey demek. Sekiz dünyevi dharma veya sekiz dünyevi kaygı, hayatlarımızda meydana gelen bozulabilir temelli şeylere karşı sahip olduğumuz tutumları ifade eder. Hayatta olup biten, istikrarlı bir temeli olmayan ve bu yüzden geçici olan şeylerden ya aşırı seviniriz ya da tamamen depresyona gireriz.
Karmik potansiyellerin bu aktivatörleri söz konusu olduğunda, ilgili dünyevi dharmalar, mutlu olduğumuzda çok keyif veriyor, mutsuz olduğumuz zamanlarda ise gerçekten depresyona sokuyor. Bu durumlarda, dengesiz bir temeli olan şey nedir? Hissettiğimiz mutluluk ya da mutsuzluk. İstikrarlı bir temele sahip olmadıkları için geçicidirler. Ama onlardan sanki sağlam bir şekilde varmış gibi görüp abarttığımız ve sonsuza kadar süreceklerini düşündüğümüz için, ortaya çıktıklarımda ya çok sevinerek ya da tamamen depresyona girerek aşırıya kaçan tepkiler veririz. Susamış bir insanın bir yudum su içmesi gibi, mutluluğun tadına bakmaktan çok memnun oluyoruz ve onu asla kaybetmek istemiyoruz. Susamış bir insanın hiç su bulamadığı anlarda olduğu gibi, mutsuz hissettiğimizde depresyona gireriz ve bu mutsuzluğun gitmesini arzularız.
Mutluluk ve Mutsuzluk Duygularına Karşı Sakin Kalmak
Hintli öğretmen Shantideva bu tavırları çocukça olarak nitelendiriyor. Hissettiğimiz mutluluğa veya mutsuzluğa yönelik sergilediğimiz bu tür çocukça ve aşırı tepkilerin üstesinden gelmeliyiz. Bunu yapmak için, sakinliğimizi geliştirmemiz gerekiyor. “Sakinlik”, deneyimlediğimiz mutluluk duygularına aşırı tepki vermemek anlamına gelir, çünkü basit bir dille ifade etmek gerekirse samsara'nın doğasında inişler ve çıkışlar vardır. Bazen mutlu hissederiz, bazen ise mutsuz oluruz. Bu tamamen doğaldır. Ve ne zaman mutlu ya da mutsuz hissedeceğimizi tahmin etmenin bir yolu yok. Ruh halimiz görünürde hiçbir sebep olmadan anında değişebiliyor. Yaşadığımız mutluluk veya mutsuzluğun seviyesinin dramatik olması gerekmez. Çok düşük bir seviyede de olabilir. Burada söylememiz gereken anahtar ifade, nasıl hissedersek hissedelim, "özel bir tarafı yok" ifadesidir.
Aslında bu çok önemli bir nokta. "Özel bir tarafı yok", şaşırtıcı hiçbir şeyin olmadığı, olağanüstü hiçbir şeyin olmadığı anlamına gelir. Ne bekliyoruz? Tabii ki, işler inişli çıkışlı olacak, bu yüzden olayları büyütmemize ve abartmamıza gerek yok. Hayatta ne yaşarsak yaşayalım, bazen mutlu, bazen mutsuz olacağız. Elbette, mutsuzluğun yıkıcı davranışlardan, mutluluğun ise yapıcı davranışlardan vb. geldiğini biliyoruz, ancak çok fantastik ya da korkunç olduğunu düşündüğümüz şeylere takılıp kalmaya gerek yok. Ve kesinlikle "çok mutluyum" veya "Zavallı ben, çok mutsuzum" gibi büyük bir "ben" tutkusu ile kendimize sarılmamıza da gerek yok.
Açıkçası, geleneksel olarak mutlu olmak istiyoruz ve mutsuz olmak istemiyoruz. Ayrıca, yine geleneksel olarak, Budist uygulamalarımızla, mutsuzluk ve ıstıraptan kurtulacağımız özgürleşme ve aydınlanmayı hedefliyoruz. Ama bunu abartmıyoruz. Mesele de bu. Bu öğretilerin günlük yaşamımızdaki karma ile ilgisini ve bize daha fazla huzur getirecek şeyin bir göstergesidir. İç huzur, her gün deneyimlediğimiz değişen ruh halimizin sakinliğinden gelir çünkü doğal olarak bazen mutlu ve bazen mutsuz hissedeceğiz. Samsara'nın bir parçası bu; beklenen şey budur. Yaptığımız Dharma pratiğine devam ediyoruz. Herhangi bir anda kendimizi aşırı derecede mutlu hissetmediğimizde bir anda ne olacak?
Hayatın İnişleri ve Çıkışları
Bu, duygularımızı tamamen bırakmamız, mutlu ya da mutsuz olmayı bırakmamız ve hiçbir duygusu olmayan birine dönüşmemiz gerektiği anlamına gelmez. Kesinlikle öyle değil. Mutlu ya da mutsuz olmak doğaldır, kabuledilebilirdir. Başımıza güzel bir şeyler gelince mutlu olur, hoş olmayan bir şeyler gelince de aksi durumda oluruz. Örneğin, bir restorana gidip en sevdiğimiz yemeği sipariş etmek istedik ve o yemekten artık kalmadığını söylediler. İstediğimiz yemek bitmiş ve biz o kadar da mutlu sayılmayız. Üzücü olduğu doğru ama bunu abartmıyoruz. Mutsuz hissetmek sorun değil, ama buna takılıp kötü bir ruh hali içine sıkışıp kalmayın.
Belki bu aptalca bir örnek olacak, ancak durumu daha iyi anlatacak bir örnek, değerli birinin öldüğü zaman olabilir. Kendimizi üzgün ve mutsuz hissetmemiz doğaldır. Bunda yanlış bir şey yok. Aslında değerli biri için yas tutmamak çok sağlıksız olurdu. Ancak, buna takılıp kalmanın anlamı yok. Başka bir bakış açısıyla, biriyle birlikteyken sürekli olarak "Çok mutluyum. Harika vakit geçirmiyoruz, değil mi?" demek sadece tüm havayı mahveder. Sadece hayatın iniş çıkışlarını deneyimlemeye bakın. Mutlu ya da mutsuzuz – önemli değil, durumu özel kılan bir şey yok.
Bu sakinliğin yanı sıra, mutsuz olduğumuzda ve işler kötü gittiğinde geliştirebileceğimiz bir diğer tutum ve bakış açısı, bunun karmik nedeninin ne olabileceğine bakmaktır. Bahsettiğimiz gibi, modeli inceleyip görmeye çalışabilir, buna benzer bir şeyleri nasıl tekrarladığımızı görebilir ve bunun üzerinde çalışabiliriz.
Lam-rim Kademeli Aşamalarında Motivasyonun Üç Seviyesi
Değinmek istediğim bir başka konu, yolun kademeli aşamaları olan lam-rim'de sunulan üç motivasyon düzeyi. Genel olarak, karma ile ilgili öğretiler başlangıçtaki motivasyon kapsamında sunulur. Yıkıcı biçimlerde davranmaktan kaçınırız çünkü bunu yapmazsak katlanmak zorunda kalacağımız acı sonuçlardan korkarız. Bizim eylemlerimizin bir sonucu olarak başkalarının neler yaşayacağını da bilmiyoruz. Davranışlarımızın onlar üzerindeki etkilerinin bir garantisi yok. Ancak, bizim tarafımızdan bakarsak, yıkıcı davranışımızın sonucu olarak deneyimlemek zorunda kalacağımız ıstırabı ve mutsuzluğu gerçekten yaşamak istemiyoruz. Bundan korkuyoruz ya da tiksiniyoruz ama bunu sağlıklı bir şekilde yapıyoruz. Burada cezalandırılma korkusundan bahsetmiyoruz. Sadece acı ve mutsuzluktan kaçınmak istiyoruz. Daha spesifik olarak, gelecek yaşamlarda acı ve mutsuzluktan kaçınmak istiyoruz. Bu, ilk motivasyon kapsamıdır.
Orta düzeyde, her türlü zorlayıcı karmik davranıştan kaçınmak istiyoruz, çünkü özgürleşmek istiyoruz. Eğer özgürlük kazanmazsak samsarik mutluluk ve mutsuzlukla ilgili iniş çıkışlar sonsuza kadar devam edecek. Bu da çok korkunç bişey.
Gelişmiş bir motivasyon kapsamı ile, her türlü kompulsif karmik davranıştan kaçınmak istiyoruz çünkü bunlar başkalarına yardım etme yeteneğimizi engelleyen şeyler. Kendimiz sürekli olarak bu iniş çıkışlardan geçiyorsak ve sürekli olarak başımıza oldukça hoş olmayan şeyler geliyorsa başkalarına nasıl yardım edeceğiz? Ana düşüncemiz, bunun başkalarına yardım etme yeteneğimizi olumsuz etkileyeceğidir. Bunun başkalarına zarar vereceğini insani bir şekilde düşünmeyi unutuyoruz. Onlara yardım etme yeteneğimizi zayıflatan engeller hakkında daha fazla düşünüyoruz.
Ahlaki davranışa yönelik Budist tutumu ile Batının insani yaklaşımı olan "yaptığım şeyler kimseyi incitmediği sürece herşey yolunda" yaklaşımı arasında büyük bir fark vardır. Davranışımızın başkaları üzerindeki etkisinin ne olacağını gerçekten garanti edemeyiz ama bunun dışında bu yaklaşımın yanlış bir tarafı yok. Örneğin, birinden bir şey çalabiliriz ve aslında çok kötü bir durumda olduklarından ve şimdi sigorta şirketine talep açma hakları doğduğundan bu durumdan çok memnun ve mutlu da olabilirler. Farklı bir senaryoda, örneğin birine büyük miktarda para verebiliriz ve bu yüzden soyula ve hatta öldürülebilirler.
Elbette Budizm'de sevgi ve şefkat geliştirmeye ve elbette başkalarına zarar vermemeye özen gösteriyoruz. Ancak, gelişmiş bir motivasyon kapsamında altını daha kalın çizdiğimiz şey, başkalarına yardım etme yeteneğimizi sınırlayacak hiçbir şey yapmak istememizdir. Bu tür bir motivasyon, aydınlanmaya doğru çalışmanın Budist ruhani yoluna ve başkalarına mümkün olduğunca yardım etmeye çalışmanın doğası ile çok uyumlu. Budizm'deki karma tartışmasındaki ana vurgu budur.
Günlük davranışlarımız açısından, bu Mahayana motivasyonunun önemi, etik öz disiplinimize daha da güç katmasıdır. Yıkıcı davranışlarda bulunursak başkalarına nasıl yardım edebiliriz? Örneğin, sürekli övünüyor veya başkalarını aldatıyor olsaydık, kimse bize güvenemezdi. Öyle bir durumda birisine gerçekten nasıl yardım edebilirdik? Daha spesifik olarsak, biz öğretmenler olarak, karmamızın olgunlaşmasını öğrencilerimizin aniden bizi terk etmesi şeklinde deneyimleseydik – önceki örneğimizde olduğu gibi – onlara gerçekten nasıl yardım edebilirdik? Öğrencilerimiz asla bizimle devam etmezdiler. Hep ayrılırlardı. Şüphesiz ki, bu bizi başkalarını eleştirmeyi bırakmaya ve bunun yerine başkalarının iyi niteliklerinden bahsetmeye güçlü bir şekilde motive ederdi.
Yapıcı Davranışla Ortaya Çıkan İki Zihinsel Faktör
Değinmek istediğim son bir husus daha var. Abhidharmakosha, Özel Bilgi Konuları Hazinesi'nde büyük Hintli öğretmen Vasubandhu, herhangi bir yapıcı eylemin her zaman beraberinde getirdiği iki zihinsel faktörden bahseder. Asanga, metninde bu zihinsel faktörleri başka bir şekilde tanımlasa da, Vasubandhu'nun tanımlarını da inceleyip sindirmemiz gerekiyor. Bu faktörlerden ilki, iyi niteliklere ve bu niteliklere sahip olanlara saygı duymaktır. İkincisi, yüzsüzce yıkıcı olmaktan kaçınmaktır. "Yüzsüzce", bu bağlamda umursamazlık anlamına gelir. Kendimizi kontrol etmiyor, umursamıyor ve bu nedenle yıkıcı olmaktan hiç çekinmiyoruz. Sadece yapmak istediğimizi yapıyoruz.
Yapıcı davranışlarda bulunurken öncekinin tam aksi tutumlara sahibiz oluyoruz: olumlu niteliklere ve bunlara sahip olanlara saygı duyuyoruz ve özdenetim uyguluyoruz. Eylemlerimiz asla yüzsüzce yıkıcı nitelikler taşımıyor; ne söylediğimizi ve ne yaptığımızı önemsiyoruz. Bu bize belki de "doğru hissettiriyor"u hatırlatabilir.
Bu, günlük yaşamımızda vurgulamamız ve her zaman kendimize hatırlatmamız gereken şeyleri gösterir. Sabır ve nezaket gibi iyi niteliklere ve bu niteliklere sahip olanlara büyük saygımızı yeniden teyit etmeliyiz. Onlar büyük ilham kaynaklarıdır. Buna ek olarak, özdenetim uygulamak ve söylediklerimize ve yaptıklarımıza dikkat etmek istediğimizi ve sadece tamamen yıkıcı ve korkunç davranmak istemediğimizi de yeniden teyit etmeliyiz.
Son sözler
Karma ve bu öğretileri günlük hayatımızda nasıl uygulayabileceğimiz hakkında önemli noktaları anlattık. Bu iki faktörü de sindirmek için biraz zaman ayıralım. Kısacası, yapıcı davranmak konusuna gelince, bunu sadece iyi bir erkek ya da iyi bir kız olmayı istemek temelinde yapmıyoruz. Yapıcı davranışımızın temeli bu değil. Daha ziyade, iyi niteliklere ve bunlara sahip olanlara saygı temelinde, yapıcı bir şekilde hareket ediyoruz ve herhangi bir öz denetim olmaksızın açıkça yıkıcı davranışlarda bulunmaktan kaçınmanın doğru olduğunu anlıyoruz. Bunlara uymalı ve bu doğrultuda davranmalıyız!