Giriş
Dharma yolunda gitmemize olanak veren tüm fırsatlar ve zenginliklerle kıymetli insan yaşamlarına sahibiz. Ne var ki bu özgürlükler ve fırsatlar sonsuza dek sürmeyecektir. Dolayısıyla, sahip olduğumuz fırsatlardan en iyi şekilde faydalanmamız gerekir.
Kıymetli insan yaşamımızdan faydalanmanın en iyi yolu bunu bir bodhichitta amacı için kullanmaktır. Bodhichitta amacı zihinsel devamlılıklarımızın daha sonraki aşamalarında erişeceğimiz gelecekteki aydınlanmaya odaklanmış bir zihin ve kalp demektir. Buna eşlik eden iki niyet vardır: bu aydınlanmaya mümkün olan en yakın zamanda erişmek ve bu sayede tüm varlıklara yardımcı olmak.
Bodhichitta geliştirirken bu iki niyeti tersten geliştiririz. Önce bütünüyle yalnızca insanlara değil tüm sınırlı varlıklara yardımcı olmayı amaçlarız. Bunu az sonra tartışacağımız sevgi, şefkat ve olağanüstü azim sayesinde yaparız. Daha sonra, bunlara en etkin şekilde yardımcı olmak için, bütünüyle aydınlanmaya erişmeyi ve Buddha olmayı amaçlarız. Tüm sınırlılıklarımızdan ve kusurlarımızdan kurtulmak için aydınlanmaya erişmemiz gerekir çünkü bunların başkalarına yardımcı olmamızı engellediğini görürüz. Söz gelimi, başkalarına öfkelenirsek, bu haldeyken onlara nasıl yardım edelim? Ayrıca, tüm potansiyellerimizi gerçekleştirmek için aydınlanmaya erişmemiz gerekir. Bunları başkalarına yardımcı olmak amacıyla kullanmak için tam olarak gerçekleştirmemiz gerekmektedir. O halde, bodhichitta amacı geliştirirken, bunu en yüksek mertebe olduğu için öncelikle Buddha olmayı istemek sonra da ödememiz gereken sevimsiz bir vergiymiş gibi başkalarına yardım etmek zorunda olmak şeklinde anlamamak gerekir.
Bodhichitta amacı geliştirmek için iki temel yöntem bulunur. Biri yedi bölümlü neden-sonuç öz öğretisi (Tib. rgyu-‘bras man-ngag bdun), diğeri de kendimiz ve başkaları hakkındaki tutumlarımızı başka tutumlarla değiştirmektir (Tib. bdag-gzhan mnyam-brje). Burada bu iki yöntemden ilkini tartışacağız.
İtidal Geliştirmek
Yedi bölümlü neden-sonuç öz öğretisinde, bunların yedincisi olan bodhichitta amacının fiilen geliştirilmesi için sebep vazifesi gören altı adım bulunur. Bu öğreti, yedi adımdan biri sayılmayan hazırlık niteliğinde bir adımla başlar. Bu bazı varlıklara duyduğumuz bağlılığın veya çekimin, diğerlerine duyduğumuz itimin ve yine diğerlerine karşı kayıtsızlığımızın üstesinden gelmemizi sağlayan itidalin (Tib. btang-snyoms) geliştirilmesidir. Bu hazırlık niteliğindeki adımda önemli olan herkese karşı eşit oranda açık olmaktır.
Herkese karşı eşit oranda açık olmak için sahip olmamız gereken herkesin eşit olduğu anlayışı, zihinsel devamlılığın veya zihin akışının ne başı ne sonu olduğunu idrak etmekten geçer. Dolayısıyla, herkes bir dönem dostumuz olmuştur, herkes bir dönem düşmanımız olmuştur, herkes bir dönem bize yabancı olmuştur ve bu durum sürekli olarak değişir. Bu anlamda herkes aynıdır.
Bu düşünme tarzının ardında yatan ve anlamamız gereken esas mesele, başlangıçsız zihindir. Bu, Budizm’in temel varsayımlarından biridir. Yeniden doğuş deneyim devamlılıklarına ilişkindir. Zihin akışları da deneyim devamlılıklarıdır. Bunlar bireyseldir ve insan, hayvan, erkek ya da dişi olarak doğası gereği kimlikleri yoktur. Bir zihin akışının herhangi belirli bir yeniden doğuşta ortaya koyduğu yaşam formu ve cinsiyet önceki eylemlere, karmaya bağlıdır.
Bu husus bodhichitta geliştirebilmek için temel ve zorunlu bir anlayıştır çünkü bu anlayış temelinde bütün herkes için sevgi dolu şefkat geliştirmek olanaklı hale gelir. Başka varlıkları, örneğin yalnızca sivrisinek olarak görmeyiz. Bundan ziyade, bu varlığı bu yaşamda karması yüzünden ezkaza sivrisinek biçimini almış sonsuzca uzun bir bireysel zihinsel devamlılık olarak görürüz; doğası gereği sivrisinek değildir. Bu da kalplerimizin sivrisineğe aynı bir insana olduğu kadar açık olmasına olanak verir. Bodhichitta gücü, bu güçle mutlak surette herkese yardımcı olmayı amaçlamamızdan ileri gelir. Elbette bu kolay değildir.
Herkesin Annemiz Olmuş Olduğunu Kabul Etmek
İtidal sayesinde tüm varlıkları bireysel zihin akışları olarak görmeyi başardığımızda – ki bu, bu yaşamda aldıkları biçimleri inkar etmek anlamına gelmez – yedi bölümlü neden-sonuç meditasyonunda ilk adımı atmaya hazır hale geliriz. Bu adım her varlığın, bir noktada, annemiz olmuş olduğunu kabul etmektir (Tib. mar-shes). Buradaki akıl yürütme şudur: bu yaşamda bir annemiz olduğu gibi, aynı şekilde, rahimden veya yumurtadan doğmuş olduğumuz her yaşamda da bir annemiz olmuştur. Başlangıçsız yeniden doğuş mantığına göre, herkes başlangıçsız kereler annemiz olmuş, biz de aynı şekilde onların anneleri olmuşuzdur. Ayrıca herkes babamız, en yakın dostumuz, vb. olmuştur.
Herkesi annemiz olmuş olarak görürken, annemiz olmuş olmayı kimsenin özünden gelen kimliği olarak görmemeye dikkat etmemiz gerekir çünkü bu da biraz problematik bir hal alabilir. Boşluğu ya da kişinin doğası gereği olan kimliklerin yokluğunu asla gözden kaybetmemeye çalışmalıyız.
Herkesi annemiz olmuş olarak kabul etmek başkalarıyla ilişki kurma tarzımızda radikal bir değişime yol açar. Bu noktada, herkese karşı yalnızca itidalli olmanın ötesine geçeriz. Herkesle çok yakın, sıcak, sevgi dolu bir ilişkimiz olmuş olduğunu ve hâlâ da olabileceğini görürüz.
Anne Sevgisinin İyiliğini Hatırlamak
Yedi adımın ikincisi anne sevgisinin iyiliğini hatırlamaktır (Tib. drin-dran). Pek çok Batılı için bu husus meditasyonda problematik bir adımdır çünkü Hintliler ve Tibetliler hep bu yaşamdaki annemizi örnek olarak alır. Bu toplumlarda sanki çoğu kişinin anneleriyle ilişkileri Batı toplumlarında olduğundan daha az nevrotik ve daha kolaymış gibi görünür. Bunun doğru olup olmadığı elbette her duruma göre değişir. Fakat Tibet ve Hint toplumlarında yirmi dokuz yıl yaşamış biri olarak kendi gözlemlerim temelinde diyebilirim ki, yetişkin çocuklarla anneleri arasındaki ilişki gerçekten de Batı’da olduğundan çok daha az nevrotik görünmektedir.
Meditasyonun bu adımı annemizin ta bizi rahminde taşıdığı zamandan beri bize karşı ne kadar iyi olduğunu – ya da vefat etmişse, geçmişte böyle olduğunu – hatırlamaya dairdir. O zaman bu düşünceyi genişleterek herkesin önceki yaşamlarda bize karşı nasıl benzer bir iyilikte bulunduğunu hatırlarız.
Pek çok kişi bunu Batılılara öğretirken der ki, “Peki tamam, eğer annenizle sorunlu bir ilişkiniz varsa, onun yerine babanızı, yakın bir dostunuzu veya size büyük bir iyilik göstermiş herhangi birini düşünebilirsiniz.” Böylece bu meditasyon sırasında tıkanmazsınız. Bence bu faydalı bir yaklaşımdır. Fakat bence annemizle sorunlu bir ilişkimiz varsa bunu ihmal etmeyip üzerinde çalışmak son derece önemlidir. Annemizle sağlıklı bir ilişki kuramazsak, başka biriyle de sağlıklı ve sevgi dolu ilişki kurmak son derece güç olacaktır. Daima bir sorun çıkacaktır. Dolayısıyla, annemizle ilişkimiz geçmişte ya da şimdi ne kadar zorlu olursa olsun, güncel ilişkimize bakıp onun iyiliğini görmeye çalışmak çok önemlidir.
İlk olarak, ideal anne sevgisine bakmamız gerekir. Klasik metinler buna ilişkin tanımlarla doludur: söz gelimi, bunu pek çok hayvanda görürsünüz. Anne kuş ne kadar üşürse üşüsün ve ıslanırsa ıslansın yumurtalarının üzerinde bekler, yumurtalar kırıldığında böcek yakalayıp çiğner ama yutmaz ve yutmadığı yiyeceğiyle civcivlerini besler. Bu gerçekten de olağanüstü bir şeydir.
Elbette hayvan ve böcek dünyasından annelerin kendi bebeklerini yediği örnekler de vardır ama buna rağmen bebeklerini dünyaya getirme güçlüğüne katlanmışlardır. İster biyolojik annemiz ister taşıyıcı annemiz olsun, biri bizi rahminde taşımıştır. Tüpte doğmuş olsaydık bile, biri başımızda nöbet tutmuş ve bizi uygun sıcaklıkta tutmuştur. Annemizin bizi taşımaktan memnun olup olmadığının bir önemi yoktur. Bizi rahminde taşımış ve düşürmemiş olması onun fevkalade bir lütfudur zira bu onun için hiç de rahat olmamış olsa gerektir. Bizzat doğumumuz sırasında çok acı çekmiştir. Dahası, biz bebekken birinin geceleri kalkıp bizi beslemesi, bize bakması gerekmiştir; aksi takdirde, yaşamımızı sürdüremezdik. Bu gibi şeyler klasik metinlerde altı çizilen konulardır.
Annemizle sorun yaşıyorsak, Beşinci Dalai Lama’nın lam-rim metnindeki guru meditasyonlarından bu konuda nasıl bir yöntem izlememiz gerektiğine dair ipuçları edinebiliriz. Daha önceki pek çok metinde yalnızca iyi niteliklere sahip bir ruhani öğretmen bulmanın neredeyse imkansız olduğundan bahsedilmiştir. Hiçbir ruhani öğretmen ideal olmayacaktır; herkes kuvvetli ve zayıf noktaların karışımına sahip olacaktır. Ruhani öğretmen üzerine meditasyonda yapmamız gereken, muazzam saygı, esin ve takdir geliştirmek için öğretmenin iyi niteliklerine ve bize karşı iyiliğine odaklanmaktır. Bu bize bu iyi nitelikleri ve iyiliği bizzat geliştirmek için gereken motivasyonu bulmamızı sağlayacaktır.
Beşinci Dalai Lama bunu yaparken öğretmenin kusurlarını ve hatalarını inkar etmemize gerek olmadığını söyler. Bu naiflik olurdu. Kusurları görürüz ama bunları şimdilik bir kenara koyarız çünkü öğretmenin hatalarını düşünmek yalnızca şikayet etmeye ve olumsuz bir tutuma yol açacaktır. Bu hiç de esin verici olmayacaktır. Ancak iyi niteliklere ve iyiliğe odaklanmak suretiyle esinlenebiliriz.
O halde, önce kusurları kabul ederiz. Fakat, bunların hakiki kusurlar mı yoksa kendi tarafımızdan yapılan yansıtmalar mı olduğunu dürüst bir şekilde sorgulamamız gerekir. Kusurlar hakiki olmayıp yansıtılmış kusurlarsa, bunları tamamen kafamızdan atarız. Daha sonra hayali olmayan kusurların öğretmenin şu anda sahip olduğu kusurlar mı olduğunu yoksa bizim bir türlü unutamadığımız eski hikayeler mi olduğunu sorgulamamız gerekir. Bu hatalar güncel değilse, bunların üzerinde durmayı bırakırız: artık bir önemleri kalmamıştır. Güncel hataların esasında hangileri olduğu konusunda netleştiğimiz zaman, “Peki,” deriz, “işte onun şu anda yaptığı hatalar bunlar.” Sonra bunları da şimdilik bir kenara koyar, bunun yerine yalnızca iyi niteliklere odaklanırız.
Bence annemizin bize karşı iyiliğini düşünürken de benzer bir yönteme başvurmak uygun olabilir ve işe yarayabilir. Kimsenin annesi ideal değildir. Kendimiz de anne ya da babaysak, ideal bir anne ya da baba olmanın fevkalade zor olduğunu biliriz; o halde kendi anne babamızın da ideal olmasını beklemememiz gerekir. Sonra, annemizin geçmişte sahip olduğu veya şu andaki hatalarına ve kusurlarına bakar ve bu kusurlara yol açan sebepleri ve koşulları düşünürüz. Nasıl ki hiçbir zihin akışı doğası gereği sivrisinek değilse (ki sivrisinek de doğası gereği itibarıyla sinir bozucu değildir), annemiz de doğası gereği kötü biri değildir. Kusurları annemize yansıtmadığımızdan ya da yalnızca eski hikayelerin üzerinde durmadığımızdan emin olur, tüm hayali hataları ve şimdilik tüm geçmiş ve güncel hataları da bir kenara koyarız. Peki, deriz, o da hatalar yaptı ama o da herkes gibi bir insan: hepimiz hata yaparız. Sonra da iyi niteliklerini ve bize gösterdiği iyiliği düşünürüz.
Batılı bir Dharma öğretmeni – tam olarak kim olduğunu anımsamıyorum – çok faydalı bulduğum bir meditasyon yöntemi önermişti. Bu noktada, annemizin olumsuz özelliklerini bir kenara koymuş olarak, yaşamlarımızı beş veya on yıllık birimler halinde gözümüzün önüne getiririz. Bu beş veya on yıllık dönemin her birinde annemizin bizim için yaptığı her türlü şeyi düşünüp anımsamaya çalışarak, bu şekilde beş dakika, yarım saat, bir saat ya da ne kadar istersek o kadar zaman geçiririz. Önce, rahimde bulunduğumuz zamandan beş yaşımıza kadar, bizim kirli bezlerimizi değiştirdiğini, bizi beslediğini, yıkadığını ve yaptığı onca başka şeyi hatırlarız. Daha sonra beş ve on yaşları arasındaki dönemi ve bunu da izleyen dönemleri düşünürüz. Bizi okula götürmüştür – belki ödevimize yardım etmemiştir belki etmiştir ama muhtemelen bize yemek yapmış ve giysilerimizi yıkamıştır. Genç kızlık veya delikanlılık çağımızda muhtemelen bize harçlık vermiştir. Annemiz ne kadar korkunç olmuş olursa olsun, şüphesiz hayatımızın her döneminde bize yapmış olduğu pek çok iyilik vardır.
Sonra aynısını babalarımız ve diğer akrabalarımız, dostlarımız, vb. için de yapabiliriz. Bu, meditasyon için son derece faydalıdır. Bu bazen “Kimse beni sevmiyor” diye düşündüğümüzde gömüldüğümüz depresyona karşı da bilhassa kuvvetli bir panzehir teşkil eder. Böylece bu yaşamdaki annemizin bize karşı iyiliğini görebilirsek, herkesin de bize benzer şekilde iyi davranmış olduğunu anlayabiliriz. Kimse ideal bir anne olmamıştır – elbette, bizi bir noktada mideye indirmiş olabilir ama bize karşı iyilik de göstermiştir.
Anne Sevgisinin İyiliğini Geri Ödemek
Yedi bölümlü öz öğretideki üçüncü adım, aldığımız anne sevgisinin iyiliğini geri ödeme dileğini geliştirmektir (Tib. drin-gso). Bunun için bize gösterilen anne iyiliğini hatırlamaya ilişkin olarak az önce kısaca anlattığımız meditasyonu biraz daha ileri götürebiliriz. Yine yaşamımızın üzerinden beş veya on yıllık dönemlerle geçeriz ve annemizin iyiliğine karşılık olarak ne şekillerde iyilik gösterdiğimizi inceleriz. Aynısını babamız, dostlarımız, akrabalarımız, vb. ile de yaparız.
Aldığımız ve verdiğimiz sevgi ve yardımı karşılaştırırsak, çoğumuz verdiğimizden çok daha fazlasını almış olduğumuzu görürüz. Buradaki mesele, bunu düşünüp tipik bir nevrotik Batılı tepkisi olan suçluluk hissetmek değildir. Burada önemli olan, bunun bodhichitta meditasyonunun bir sonraki adımına, yani aldığımız iyiliğin farkına varıp bu iyiliği geri ödeme dileğini geliştirmeye yardımcı olmasıdır.
Az önce ana hatlarıyla açıkladığım meditasyonu bu şekilde ilerletmek, kalplerimizi gerçekten de bir şey hissedeceğimiz şekilde etkilemek için son derece faydalıdır. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Sevgi ve şefkat üzerine bunca meditasyon yapıp, hatta gidip başkalarına da yardım ettiği halde anne babasıyla korkunç bir ilişkiye sahip olan ve bu noktada takılıp kalmış o kadar çok Batılı Budist gördüm ki. Sırf zor olduğu için bundan kaçmayıp bu ilişkinin üzerinde çalışmanın gerçekten çok faydalı olduğunu düşünüyorum.
Pratiği Uygulamak için Önerilen Yöntem
Bu adımların her biri için önemli olan bir husus da pratiğimizin kapsamını tüm varlıklara uzanacak şekilde açmak ve genişletmektir. Elbette her adıma ufak ufak başlayabiliriz ama daha sonra kapsamımızı yavaş yavaş genişletmemiz gerekir. Bunu itidale dayanarak, herkesi bireysel zihin akışları olarak görmek suretiyle yaparız. Bunu yapmanın etkili bir yolu da bence yalnızca gözlerimizi kapatıp meditasyona oturmak ve soyut bir biçimde “tüm hissedebilen varlıklar” diye düşünmek değildir. Bence duyarlılık eğitiminde önerdiğime benzer bir biçimde pratik yapmak bundan daha etkili olacaktır.
Başka bir şekilde ifade edecek olursak, önce farklı insanların – dostların, sevmediğimiz kişilerin ve yabancıların – resimlerine odaklanmak suretiyle onlara karşı bu olumlu tutumları geliştirmeye çalışın. Daha sonra bir meditasyon grubunda etrafınızda daire şeklinde oturan gerçek insanlara bakarak bunu geliştirmeye çalışın. Daha sonra bunu metroda veya otobüste bulunan kişilerle deneyin. Böylece, geliştirmeye çalıştırdığımız olumlu tutumları fiilen başkalarına uygulamış oluruz.
Bunu aynı şekilde hayvanlara, böceklere, vb. de uygulamaya çalışırız ve bunu yalnızca zihnimizde teorik olarak değil, onları gerçekten gördüğümüzde yaparız. Bunu yaparken, bazen söz gelimi Tibetliler arasında gördüğümüz aşırılıktan kaçınmaya çalışmamız gerekir; yani bir böceğe karşı iyi olmanın bir insana karşı iyi olmaktan daha kolay olduğunu düşünmek. Tapınağın ortasında bir karınca varsa, herkes onun canına bir zarar gelmemesi için o kadar aşırı bir çaba gösterir ki. Halbuki, genellikle, insanlara karşı, örneğin tapınaklarını ziyarete gelen ve burada gördükleriyle ilgili bir şeyler öğrenmek isteyen Hintlilere veya yabancılara karşı böyle bir ihtimam veya nezaket göstermezler.
Kimileri karıncaya yardım etmenin insana yardım etmekten daha kolay olduğunu söyleyebilir çünkü karınca size cevap vermeyecek ve sizi zor duruma sokmayacaktır; oysa ki insanlar bunu sık sık yapar. Karıncayı alıp dışarı bırakmanız yeter ama insanlar sinir bozucu olmaya başladığında aynısını insanlara yapamazsınız. Her halükarda, demek istediğim şu ki pek çok kişi bu meditasyonları çok soyut bir biçimde yapar – “tüm hissedebilen varlıklar” – ve bu asla gerçek insanlara, “gerçek dünya”ya uygulanmaz. Bu da yolda ilerleme kaydetmek konusunda çok büyük sorunlara yol açar.
Yüce Sevgi
Herkesin annemiz olmuş olduğunu kabul ettiğimizde, anne sevgisinin iyiliğini hatırladığımızda ve bu iyiliği geri ödemeyi düşündüğümüzde, doğal olarak içi ısıtan bir sevgi (Tib. yid-‘ong byams-pa) duyarız. Bu karşılaştığımız herkese karşı kendiliğinden ortaya çıkan bir yakınlık ve sıcaklık hissidir. Bu hissi geliştirmek için ayrı bir meditasyon aşamasına gerek yoktur. Buna el üstünde tutan, düşünceli sevgi (Tib. gcer-zhing pham-pa’i byams-pa) de denir; birini el üstünde tuttuğumuz, onun iyiliği ve refahını düşündüğümüz, başına kötü bir şey gelse çok üzüleceğimiz durumlarda hissettiğimiz sevgidir.
İçi ısıtan sevgiye dayanarak, dördüncü adıma geçeriz: yüce sevgi (Tib. byams-pa chen-po) üzerine meditasyon. Sevgi bir başkasının, genellikle sevdiğimiz birinin mutlu olması dileğidir. Yüce sevgi ise, herkesin mutlu olması ve herkesin mutluluğun sebeplerine haiz olması dileğidir. Bunun hem mutluluğa hem de sebeplerine ilişkin olması gerçekten çok önemlidir. Bu, mutluluğun yalnızca tanrıların lütfundan veya iyi şanstan değil, sebeplerden ileri geldiğine ilişkin anlayışa bütünüyle haiz olduğumuz anlamına geldir.
Mutluluğun sebepleri karma öğretilerinde sıralanmıştır: kişi yapıcı biçimde, bağımlılık duymadan, öfkelenmeden, vb. davranırsa, mutluluğa kavuşur. Dolayısıyla, burada şöyle düşünmemiz gerekir: “Mutluluğa ve mutluluğun sebeplerine kavuşasın. Yapıcı ve sağlık bir biçimde davranasın ki mutluluğu tadasın.”
Daha bu adımda dahi bu bodhichitta meditasyonlarında herkese yardım etmek için, ama bunu yaparken oynayabileceğimiz rolü şişirmeden, Buddha olmaya çalıştığımız açıktır. Başkalarına yol gösterebiliriz ama mutluluğun sebeplerini onların kendi başlarına geliştirmeleri gerekir.
Yüce Şefkat
Bundan sonraki adım ise beşinci adım, yani yüce şefkattir (Tib. snying-rje chen-po): herkesin acılardan ve acı çekmenin sebeplerinden özgür olması dileği. Bu da yine acıların sebeplerden ileri geldiği ve acıları yok etmek için bu sebepleri yok etmek gerektiği anlayışına bütünüyle haiz olmaktan geçer. Bu da yine son derece gerçekçi bir bakıştır. Yüce sevgi ve yüce şefkat sadece “ Herkesin acı çekmesi beni o kadar üzüyor ki” gibi duygusal hislere kapılmak değildir. Bundan ziyade, davranışsal neden ve sonucun anlayışıyla elele gider.
Yüce şefkat pek çok açıdan sıradan şefkatten üstündür. Birincisi, sadece birini değil, tüm sınırlı varlıkları eşit olarak hedef alır. İkincisi, zihin karışıklığından kaynaklanan, zihin karışıklığıyla karışan ve daha da fazla karışıklık yaratan ve bu yüzden de süregelen acıların birikmesiyle tekrar tekrar ve kontrolsüz olarak yeniden doğmanın etkisi her yere yayılan acılarından özgür olma dileğidir (Tib. khyab-par ‘du-byed-kyi sdug-bsngal). O halde bu, başkalarının ıstırabın acısından veya değişimin acısından özgür olmaları dileğinden ibaret değildir. Değişimin acısı asla sürmeyen ve asla tatmin etmeyen sıradan dünyevi mutluluktur. Yüce şefkat varlıkların bu sorundan kaçmak için cennete gitmesini dilemek değildir. Üçüncüsü, yüce şefkat tüm sınırlı varlıkların etkisi her yere yayılan acılardan özgürleşmelerinin mümkün olduğuna dair güçlü bir inanç duymaya dayanır. Bu sadece hoş bir dilek değildir.
Şefkat daima feragate benzer bir tutum olarak anlatılır. Feragat kendi acılarımızı, bunun sebeplerini ve bunlardan bizzat özgür olma dileğimizi hedef alan bir tutumdur. Feragate dayanarak başkalarına karşı empati geliştirebiliriz. Bu da demek oluyor ki aynı tutumu alır ve bunu başkalarına, onların acılarına ve acılarının sebeplerine ve onların bu acılardan özgür olmaları dileğine yöneltiriz.
Kendi acılarımız hakkında düşünüp bizzat bunlardan özgür olmayı dilemeden başkalarıyla empati kurmanın ve onlara karşı hakikaten şefkat duymanın zor olduğu hep söylenir. Başkalarının da acılarından hakikaten ıstırap duyduğunu ve kendi acılarımızın bizim canımızı yaktığı kadar onların acılarının da onların canını yaktığını anlamamız gerekir. Bunu anlamak kendi acılarımızın canımızı yaktığını kabul etmeye bağlıdır. Aksi takdirde, başkalarının acılarını ciddiye almayız. Unutmayın, bize karşı ne kadar iyi olmuş olan annemizin mutlu olmasını ve acılardan özgür olmasını diliyoruz. Meditasyona annemizle ve diğerleriyle başlarız çünkü böylece meditasyonumuz gerçekten içimizden gelir.
Kendine Güvensizliği Hafifletmeye Yardımcı Olmak Üzere Yöntemi Genişletmek
Metinlerde şefkatin ancak öncelikle bizzat kendimiz acılardan ve bunun sebeplerinden özgür olmayı dilersek gerçekten gelişeceği söylendiği gibi, sevgi için de aynı ilkeye başvurabileceğimizi düşünüyorum. Bu bilhassa kendine güvensizlikten muzdarip olanlarımız için önemlidir. Kendine güvensizlik bilhassa Batılı bir fenomen olup, Tibetliler veya Hintliler arasında pek sık görülmez. Başkalarının mutlu olmalarını ve mutluluğun sebeplerine haiz olmalarını içtenlikle dileyebilmek için, bizzat mutlu olmayı ve mutluluğun sebeplerine haiz olmayı içtenlikle dileyebilmemiz gerekir. Mutlu olmayı hak etmediğimizi düşünüyorsak, başkaları neden hak etsin ki?
O halde bizzat mutlu olmayı dilemek, kendine güvensizlik gibi bir sorunumuz varsa çekinmeden meditasyona ekleyebileceğimiz bir adımdır. Bunun oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Bu tarz bir düşünceyi benimsemek, herkesin mutlu olmayı hak ettiğini düşünmek kendimize Buddha doğasını anımsatmaya yardımcı olabilir. Bütünüyle kötü değiliz; kimse bütünüyle kötü değildir. Hepimizin Buddha olma, başkalarına yardım etme, mutlu olma, vb. potansiyeli bulunur.
Bir diğer husus da şudur: Sevgi ve şefkat Theravada ve diğer Hinayana ekollerinde de geliştirilir. Fakat bunlardaki meditasyon yöntemlerinde burada gördüğümüz anne iyiliğini hatırlamak gibi bir takım sebeplere dayanarak sevgi ve şefkat geliştirmeye yardımcı olan yedi adım gibi aşamalı adımlar izlenmez. Fakat bu bize sevgi ve şefkat meditasyonlarının Theravada geleneğinden eksik olduğunu düşündürmemelidir. Gelgelelim bodhichitta meditasyonunun bundan sonraki aşamaları bu ekollerde bulunmaz.
Olağanüstü Azim
Altıncı adımı farklı tercümanlar farklı şekillerde tercüme eder. Bazıları buna “benliksiz saf dilek” adını verir. Kutsal Dalai Lama “evrensel sorumluluk” şeklinde ifade eder. Ben de bunu bizzat birkaç farklı şekilde tercüme etmiş olsam da, şu anda “olağanüstü azim” (Tib. lhag-bsam) demeyi tercih ediyorum. Bu, başkalarının acıları hakkında gerçekten bir şey yapma sorumluluğunu bizzat üzerimize almaktır. Bir kimse gölde boğuluyorsa, öylece kenarda durup “Tüh tüh, keşke böyle olmasaydı” demeyiz. Gerçekten de göle atlayıp onu kurtarmaya çalışmamız gerekir. Aynı şekilde, bodhichitta meditasyonunda da elimizden geldiğince yardımcı olmak için sorumluluk üstlenmek söz konusudur.
Bodhicitta Amacı
Sebep olarak bu altı adımlık gelişim hattına dayanan yedinci adım, tüm bunların sonucunda bodhichitta amacı (Tib. sems-bskyed) geliştirmektir. Sahip olduğumuz sınırlılıklarımız ile rahatsız edici duygu ve tutumlarımızla başkalarına en çok nasıl faydamız dokunabileceğini düşündüğümüzde, pek de faydamız dokunamayacağını fark ederiz. Bencil ve sabırsızsam, birilerine bağlanıyor diğerlerine öfkeleniyorsam, tembelsem, sürekli yoruluyorsam, başkalarını gerçekten anlayamıyor ve doğru dürüst iletişim kuramıyorsam, başka insanlardan veya hoşlanılmamaktan ya da reddedilmekten korkuyorsam, bütün bunlar beni elimden geldiğince yardımcı olmaktan gerçekten alıkoyacaktır. O halde, hakikaten faydam dokunsun istediğim için bütün bunlardan kurtulmam gerekir. Gerçekten de kendi üzerimde çalışmam ve yeteneklerimi, becerilerimi ve Buddha doğama dair niteliklerimi başkalarına yardımcı olmak amacıyla kullanabilmek için tüm bu sorunlarımdan kurtulmam gerekir. “ Elimizden geldiğince” sözünü daima aklımızda tutarız çünkü ne de olsa kadir-i mutlak tanrı olmayacağızdır. Bu mantığa dayanarak, zihinlerimizi ve kalplerimizi herkese elimizden geldiğince yardım etmek için Buddha olmaya adarız. Bodhichitta amacını geliştirmek budur.
Bodhisattva Davranışı
Bodhichitta geliştirdikten sonra, sınırlılıklarımıza rağmen, başkalarına elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalışırız çünkü yedi bölümlü neden-sonuç bodhichitta meditasyonunun önceki adımlarında geliştirdiğimiz ve yardımcı olma sorumluluğunu üstlenmek için gereken olağanüstü azme sahibizdir.
Demektir ki ne zaman başkalarıyla karşılaşıp bir sorunları olduğunu, söz gelimi evsiz olduklarını görsek, onları yalnızca evsizler olarak görmeyiz. Onları görünce, onların doğaları gereği yoksul, tembel, vb. olduklarını ya da yansıtabileceğimiz buna benzer herhangi bir değer yargısı temelinde düşünmeyiz. Bundan ziyade, yalnızca bu yaşamda ve yaşamın özel olarak bu noktasında bu durumda bulunduklarını idrak ederiz. Bununla beraber, zihin akışları başlangıçsızdır ve bir noktada annemiz olmuşlar ve bize iyilikle bakmışlardır. Bizi rahimlerinde taşımışlar, kirli bezlerimizi değiştirmişler, bu gibi nice şey yapmışlardır ve biz de bu iyiliği gerçekten geri ödemek isteriz. Onların mutlu olmasını ve mutluluğun sebeplerine haiz olmasını, sorunlarından ve sorunlarının sebeplerinden özgür olmasını dileriz. Bu konuda bir şey yapmaya çalışma sorumluluğunu üstleniriz.
Ne yapmamız gerekir? Burada söz konusu olan, kusurlarımızın üstesinden gelmek için eve gidip meditasyon yapmamız ve bu gibi insanlara yardım etmek için gerçekte hiçbir şey yapmamamız değildir. Tabii ki daha çok meditasyon yapmalıyızdır fakat bunun o an için bizi yapmaya ittiği şey utangaçlığımızın, tereddüdümüzün, cimriliğimizin üstesinden gelerek gerçekten bir şey yapmak, en azından onlara gülümsemek, en azından bir şey yapmaktır.
Diğer bir deyişle, başkalarına hemen şimdi yardımcı olmak için sınırlılıklarımızı elimizden geldiğince yenmek ve potansiyellerimizden elimizden geldiğince faydalanmak için bizi harekete geçirecek olağanüstü azmimizi kullanırız. Elbette eve gittiğimizde kendimiz üzerinde daha çok çalışmamız gerektiği doğrudur ama evsizleri unutup da eve gidip meditasyon yapmakla kalmayalım. Azmimizde samimiysek, bu bizim farkındalığı elden bırakmamamıza yardımcı olur.
Her an kendi üzerimizde çalışmaya ilişkin en kuvvetli motivasyon yardıma ihtiyacı olan başka varlıklarla karşılaştığımızda hasıl olur. Kışın metro istasyonunda soğuk zeminde oturan ve dilencilik yapan yaşlı bir kadın görür ve “Ya bu annem olsaydı” diye düşünürüz. Orada soğuk zeminde oturup dilenen bu kadın gerçekten de bu yaşamımızda annemiz olsaydı, bu şekilde yanından yürüyüp geçecek miydik? Peki ya metroda evsizlerin gazetelerini satan gence ne demeli; bizim oğlumuz olsaydı ne hissederdik? Bu çocuğun da anne babası vardır. Bu çok önemlidir. Hindistan’da cüzzamlılar veya başka deforme insanlar görür ve genellikle bu cüzzamlıların da aileleri olduğunu asla düşünmeyiz. Oysa ki onların da aileleri vardır. Onları görmezlikten gelmeyin, oldukları gibi, insan olarak görün.
Budizm’in “dirayetli araçlar” dediği şeye başvurmamız gerekir. Yardım etmeyi diliyoruzdur, acılarının ve mutluluklarının sebebinin ne olabileceğine dair bir fikrimiz vardır. O zaman, onlara gerçekten yardımcı olacak bir şey yapmaya çalışırız. Belki de onlara para vermek hiç de yardımcı olmayacaktır çünkü bunu alıp yalnızca daha fazla uyuşturucu ve alkol için harcayabilirler; o zaman onlara para vermeyiz. Yanımızda yiyecek varsa yiyecek veririz. Fakat hiç olmazsa onların yalnızca korkunç, mide bulandırıcı müptelalar veya alkolikler olduklarını düşünmeyerek onlara sevecen bir tutum gösterebilir, saygı duyabiliriz. Onlar da insan, acı çekmekte olan insanlardır.
Birine yardım etmenin en iyi yoluna karar vermek kolay değildir. Şu anda sınırlı olduğumuzu görürüz. En iyisinin hangisi olduğunu gerçekten bilmiyoruzdur. Gerçekten bilmek için Buddha olmamız gerekir ama şu anda da elimizden geleni yapar, bunu yaparken de bazen hata yapabileceğimizin farkında oluruz. En azından deneriz.
Özet
Kendimizi 7 aşamalı sebep sonuç yöntemiyle eğiterek bodhichitta amacı geliştirdikten sonra, başkalarına tam olarak yardım edebilmek için Buddhalık mertebesine erişme isteği olan bu güçlü duygusal durum bir çok başka kişisel duygu ile birleşir. Bu duygular herkese eşit derecede yakın ve bağlantılı olma hissi, başkalarının bize gösterdiği nezaketi takdir edebilme, derin şükran, ilgi, sevgi ve şefkat duyguları ile herkese mümkün olduğunca yardım edebilmek üzere sorumluluk almanın güçlü kararlılığını içerir. Temelde yatan bu tarz duyguların desteği ile bodhichitta amacı güçlü, içten ve istikrarlı hale gelir.