Lam-rim Pratiği için Meditasyon Tavsiyesi

Buda’nın öğretilerini pratikte uygulamak istiyorsak, meditasyonun önemli bir konu olduğu çok açık. Ancak meditasyon, tamamen Budist bir şey değildir. Meditasyon tüm Hint geleneklerinde ve Hindistan dışındaki Budist olmayan sistemlerde de mevcuttur.

Meditasyon kelimesinin Sanskritçe'deki karşılığı "bhavana" kelimesidir. Bhavana, "olmak" veya "bir şeyi başka bir şeye dönüştürmek" anlamına gelen "bhu" fiilinden gelir. Bhavana, yapıcı bir zihin durumunun nasıl geliştirileceğine dair bir öğreti aldığımız ve mecazi olarak bu duruma “dönüştüğümüz” bir süreçtir. Başka bir deyişle, meditasyon süreci sayesinde zihnimizin belirli bir faydalı duruma gelmesini sağlıyoruz.

Bhavana, Sanskrit kökenli "bhu", yani "olmak" kelimesinden geldiği için bir dönüşümü ifade eder. Örneğin, sevgi üzerine meditasyon yapıyorsak, aslında kendimizi kalbimizde sevgi olan birine dönüştürüyoruz. Bu terim Sanskritçeden Tibetçeye çevrildiğinde, "alışkanlık geliştirmek" şeklinde tercüme edilebilecek "gom" kelimesiyle ifade edilmiştir. Gom, kendimizi olumlu bir şeye – olumsuz ya da nötr bir şeye değil – alıştırmak anlamına gelir ve böylece olumlu, yapıcı bir alışkanlık geliştiririz.

Bu Tibetçe kelime anlam veya ima açısından Sanskritçe'deki kelimeye oldukça benzerdir. Her iki terimin anlamı, kendimizi hedefimizdeki gibi dönüştürmek için – mesela kalplerimizde sevgi olan birine dönüşmek için – yararlı bir sevgi alışkanlığı geliştirmemiz gerektiğidir. Bu faydalı alışkanlığı oluşturmak için kullandığımız yöntem ise meditasyondur.

Öğretileri Dinlemek

Buda’nın zamanından daha önce gelen esas Hint felsefi metinleri Upanishad olarak isimlendiriliyordu ve bu metinlerde daha o zamanlardan meditasyona referanslar verilmişti. Upanishad metinlerinde meditasyon, üç aşamalı bir süreç bağlamında tartışılır: dinleme, düşünme ve meditasyon. Buda bu üç aşamalı süreci kendisi icat etmemiştir; bu süreç onun zamanında zaten mevcuttu. Bir şeyi olumlu bir alışkanlık haline getirmek istiyorsak, her şeyden önce onu duymamız gerekiyor; daha sonra üzerinde düşünerek bunu anlamamız gerekir; ve son aşamada ise, bunu kendimize entegre etmemiz gerekiyor.

Eğer Dharma hakkında hiçbir şey bilmiyorsak, önce Budizm hakkında temel bilgiler edinmemiz ve bu bilgilerin doğru olduğundan emin olmamız gerekir. Yalnızca doğru temel bilgiler, gerçek Dharma öğretilerine ilgi duymak için güvenilir bir temel oluşturabilir. Ancak Buda'nın zamanında felsefi öğretiler hiç yazıya dökülmemişti. Bunları yazılı metinlere dönüştürmeye yüzyıllar sonra başladılar. Üç aşamalı sürecin öğretiyi “dinleme” zorunluluğuyla – başka bir deyişle, yüksek sesle seslendirilen öğretimin dinlenmesi ile – başlamasının nedeni budur.

Günümüzde geliştirmek istediğiniz belirli pratik türleri veya zihin durumları hakkında kitaplardan veya İnternetten okuyarak bilgi edinmeyi de ilk adıma dahil edebilirsiniz. Ancak bu nokta tartışmaya açıktır, çünkü bir öğretiyi direkt olarak öğretmenden duyduğumuzda, önümüzdeki öğretmenin yarattığı özel bir ambians da işin içine dahil olur. Bir öğretimi canlı dinlediğimizde, bir kitap okurken o kitaptan almayacağımız bir biçimde öğretmenimizden ilham alabiliriz. Söz kunusu kitapları da birilerinin yazmış olduğu doğru olsa da bu durum hala geçerlidir. Bunun doğru olduğunu günlük yaşamlarımızda da görüyoruz. Örneğin, canlı bir konsere gittiğinizde yaşadığımız deneyim, evde sadece bir CD'yi dinlediğimizde yaşadığımız deneyimden çok daha güçlü ve ilham vericidir. Oldukça farklı bir deneyim yaşarız.

Öğretileri dinlediğimiz zaman, en yararlı talimatlardan biri "kil vazo gibi üç hatayı" ortadan kaldırmaktır.

  • İlk olarak, içine hiçbir şey koyulamayan ters duran bir vazo gibi olma hatasından kaçınmalıyız. Başka bir deyişle, zihinlerimiz kapalıysa, duyduklarımızdan hiçbir şey öğrenemeyeceğiz.
  • Ardından, dibinde delik olan bir vazo gibi olma hatasından da kaçınmamız gerekir. Bu durumda, vazoya dökülen her şey delikten dışarı akacak. Söylenenlerin "bir kulaktan girip diğerinden çıkması" deyimini hatırlayın. Bundan mutlaka kaçınmalıyız.
  • Son olarak, kirli bir vazo gibi olma hatasından da kaçınmamız gerekiyor. Kirli bir vazoya temiz su döktüğünüzde temiz su da kirlenecektir. Başka bir deyişle, fazladan önyargılarımız olduğunda, bu önyargılar yeni materyale ilişkin anlayışımızı kirletir. Sadece kişinin söylediklerini dinlemek yerine, yeni materyali her zaman kendi fikirlerimizin projeksiyonlarıyla karıştırmaya meyilliyiz.

Bu hatalardan kaçınmaya yardımcı olmak için, belirli öğretileri bir kez duyduktan sonra, bunları yazmak veya bir şekilde kaydetmek çok yararlıdır, böylece bahsedilen hususları düzgün bir şekilde hatırlayabiliriz. Mükemmel bir hafızamız yoksa, ki çoğumuzun yok, bu metod çok faydalı olacaktır. Duyduğumuzu yazmak için ne kadar uzun süre beklersek, önyargılarımız hafızamızı bir o kadar çok kirletecektir. Ve onları yazdığımızda veya kaydettiğimizde bile, öğretileri tekrar tekrar dinlememiz gerektiğini unutmamalıyız. Öğretileri rafımızda bulunan bir not defterinde veya bilgisayarlarımızda veya iPod'larımızda bir dosya olarak saklamak kesinlikle yeterli değildir!

Sakya öğretmeniSonam Tsemo, Dharma pratiğine dahil olmak için şunların altını çizmiştir:

  • Öncelikle sorunlarımız olduğunu ve ıstırap çektiğimizi kabul etmeliyiz.
  • Sonra, ıstıraplı durumumuzdan kurtulma arzusuna sahip olmalıyız.
  • Son olarak, ıstıraptan kurtulmanın bir yolu olarak Dharma ile ilgilenmemiz gerekir.

Yeni başlayanlar olarak, kesinlikle açık fikirli olmamız ve öğrendiklerimizi aklımızda tutmaya çalışmamız gerekir; ama en önemlisi, duyduklarımızı değerlendirmek için ilgi ve niyetle bir Dharma öğretisini dinlemeliyiz. Duyduğumuz öğretinin, pratikte uygularsak kişisel olarak sorunların üstesinden gelmemize yardımcı olabilecek bir şey olup olmadığını belirlemek için onu değerlendirmek istiyoruz. Budist öğretilerini okulda bir sınavı geçmek veya bilgimizle başkalarını etkilemek için öğrenmiyoruz. Yaşamlarımızda bize kişisel olarak uygun ve yararlı olacak bir şey bulup bulamayacağımızı görmek için bu öğretileri dinliyoruz.

Öğretileri dinlerken kendimizi ve durumu değerlendirmenin çeşitli yolları vardır. "Üç tanı" olarak bilinen yöntemde, kendimizi hasta bir kişi, öğretmeni bir doktor ve öğretileri çeşitli hastalıkların veya sorunların üstesinden gelmemize yardımcı olacak ilaçlar olarak görürüz – hastalıklar bizim rahatsız edici duygularımızdır.

Pratiğimizde daha ileri gittikçe, öğretmenimize karşı, örneğin onu bir Buda olarak görmemiz gerektiği ve saire gibi, tutumlarla ilgili birçok başka talimat vardır; ancak bu talimatlar yeni başlayanlar için pek uygun sayılmaz.

Duyduğumuz Şeyler Üzerinde Düşünmek

İkinci adım, duyduklarımız üzerinde düşünmektir. Bir öğretiyi derinden anlamak için üzerinde düşünüyoruz. Öğretinin ne anlama geldiğini doğru anladığımızda bu düşünme sürecinin son noktasına ulaşmış oluruz. Bir öğretiyi doğru bir şekilde pratiğe dökmek için sadece doğru bir şekilde anlamamız yetmez, aynı zamanda öğretinin geçerli olduğuna ve belirli sorunların üstesinden gelmemize yardımcı olacağı için öğretileri kendi içimizde benimsememiz gerektiğine ikna olmamız da gerekiyor. Ayrıca öğretinin konu aldığı şey her ne ise onu gerçekten başarmanın mümkün olduğuna ikna olmalıyız. Bunun imkansız olduğunu, mesela öfkemizin üstesinden asla gelemeyeceğimizi düşünürsek, öfkenin üstesinden gelmeyi amaçlayan bir pratiği takip etmenin ne anlamı kalır? Belirtilen hedefe ulaşmak için pratiğin gerçekten işe yarayacağına ikna olmalıyız.

Bir öğreti hakkında düşündüğümüzde, onu birçok farklı açıdan düşünürüz. Örneğin, herkese karşı eşit derecede sevgi geliştirmek için meditasyon yapmaktan bahsediyorsak, bu tür bir sevgiyi geliştirmek için atmamız gereken çeşitli adımları bilmemiz gerekir. Örneğin, herkes için eşit sevgi neye bağlıdır? Bu, herkesi eşit görmeye, herkesin bize karşı nazik davrandığını görmeye vb. etkenlere bağlıdır. Bu yüzden, evrensel sevginin zihnimizde gelişmesi için, sevginin neye bağlı olduğunu ve içimizde sevginin büyümesi için önceden hangi anlayış ve zihin durumlarını geliştirmemiz gerektiğini bilmemiz gerekir.

Ek olarak, sevginin çare olacağı, ona karşı olan faktörlerin neler olduğunu bilmemiz gerekir. Spesifik olarak, öfke ve nefretin karşıt faktörler olduğuna ikna olmalıyız; ve sevginin bu faktörleri alt edebileceğine ve bizi onlardan kurtarabileceğine ikna olmalıyız. Ayrıca sevginin bizi onlardan nasıl kurtaracağını da anlamamız gerekir.

Dahası, sevgiyi geliştirmenin hangi amaca hizmet ettiğini ve bu sevgiyi geliştirdiğimizde onunla ne yapacağımızı da anlamamız gerekir. Yani, sevgiyi geliştirmenin faydalarını da derinden bilmeliyiz. Örneğin, bir bodhichitta amacını – tüm sınırlı varlıklara fayda sağlamak için kendi bireysel aydınlanmalarımıza ulaşmayı – geliştirmeye yönelik talimatlar veren metinlerin çoğuna baktığımızda, bu metinler genellikle bir bodhichitta amacına sahip olmanın faydalarını açıklamakla başlıyor. Metinlerin bu şekilde başlamasının nedeni, hayatta böyle bir amaca sahip olmanın geliştirmek istediğimiz bir özellik olduğuna ikna olmamızdır.

Son olarak, öğretilerin mantığına ikna olmamız gerekir. Öğretilerin mantıklı olmaları, makul olmaları, aşama ve detaylarının anlamlı olmaları gerekir.

Görüldüğü gibi, üzerinde düşünmemiz gereken çok şey var. İlk önce neyi geliştirmemiz gerektiğini, bunun bizi herhangi bir sorunlu zihin durumundan nasıl kurtaracağını, dikkat etmemiz gereken karşıt faktörlerin neler olduğunu vb. anlamadan direkt olarak bir meditasyon pratiğine atlamak akıllıca olmaz. Şöyle bir benzetme yapabiliriz: “Dinlemek, ağzınıza yiyecek koymak; duyduklarınız üzerine düşünmek ise onu çiğnemek gibidir." Çiğnemeden yutmaya çalışırsak boğuluruz. Benzer şekilde, öğretiler üzerinde düşünmeden meditasyon yapmaya çalışırsak, zorluklar yaşamamız kaçınılmaz olacaktır.

Düşünme sürecini tam olarak nasıl gerçekleştiririz? Düşünme aşaması, bahsettiğim çeşitli noktalar hakkında serbest şekilde bir düşünme biçimi olabilir ya da bunu bir kez yaptığımızda, daha formal bir sürece dönüşebilir.

Formal Düşünme Süreci

Formal düşünme süreci, bir mantık çizgisini takip etmek anlamına gelir. Belirli bir zihin durumu geliştirmek istediğimizde, bunu zamanla üzerine koyarak yapmamız gerekir. Aşamalardan veya adımlardan geçerek bu zihin durumuna ulaşmalıyız ve çoğu zaman bu adımlar akıl yürütme çizgileriyle çalışmayı içerir. Örneğin, öğretiler bir süreksizlik anlayışını (nedenlerden ve koşullardan etkilenen şeylerin an be an değişmesi ve sona ermesi) geliştirmeye yarayan bir akıl yürütme seansı içerebilir; veya boşluk anlayışını (her şeyin imkansız şekillerde var olmaktan yoksun olduğu) geliştiren bir akıl yürütme seansı da söz konusu olabilir. Akıl yürütmenin mantığını düşünerek ve üzerinde çalışarak, yalnızca süreksizliğin ve boşluğun geçerli olduğuna değil, aynı zamanda akıl yürütmenin süreksizliğin ve boşluğun gerçek olduğunu geçerli bir şekilde kanıtladığına da ikna olmuş oluruz. Sadece bu da değil, aynı zamanda akıl yürütme mantığı sayesinde, süreksizlik ve boşluk hakkında doğru ve kesin bir anlayış üretebileceğimize de ikna olduk. Unutmayın: ikna olmak düşünme sürecinin bir parçasıdır.

Alternatif olarak, belirli bir zihin durumuna ille de bir akıl yürütme yoluyla değil, aşamalar yoluyla da ulaşabiliriz. Örneğin, bir bodhichitta hedefi geliştirmek istiyorsak, ilk önce sakinliğimizi geliştirmek ve ardından herkesi önceki yaşamlarında annemiz olarak görmek, anne sevgisinin şefkatini hatırlamak, bunun için minnettarlık duygusu geliştirmek gibi aşamalardan geçeceğiz. Bu adımları atarak bir bodhichitta hedefi geliştirme amacına ulaşabileceğimize ikna olmak için aşamaları birer birer geçeriz. Bu, hala düşünme sürecinin bir parçasıdır.

Ayrıca, tüm bu düşünme sürecinde, geliştirmeye çalıştığımız zihin durumunun gerçekte ne olduğunu derinden anlamamız gerekir. Bazı meditasyonların, belirli bir objeye, örneğin görselleştirilmiş bir Buda'ya odaklanmamıza yardımcı olması amaçlanır. Görselleştirilmiş bir Buda üzerinde meditasyon yaparken, bunun odaklanma türünde bir meditasyon olduğunu ve amacının belirli bir objeye, yani önümüzde duran, göz seviyesinde hayal ettiğimiz ışıktan ibaret olan küçük, üç boyutlu, canlı bir Buda'ya odaklanmak olduğunu anlamamız gerekir.

Diğer yandan, belirli bir zihin durumu, örneğin sevgiyi geliştirmeyi amaçlayan farklı meditasyonlar da var. Sevgi, üzerine odaklandığımız bir obje değildir; daha çok bir zihin durumu, geliştirdiğimiz bir tür zihinsel tutumdur. Bu yüzden hangi tür meditasyonla çalıştığımızı iyi bilmemiz gerekiyor: belirli bir objeye mi odaklanmaya çalışıyoruz yoksa belirli bir zihin durumu mu geliştirmeye çalışıyoruz? Tam olarak neyi hedefliyoruz?

Tsongkhapa, her iki durumda da iki şeyi iyi bilmemiz gerektiğini çok güçlü bir şekilde vurgulamıştır:

  • İlk olarak, zihnimizde oluşması gereken objenin ne olduğu konusunda çok net olmalıyız. İster görselleştirilmiş bir Buda üzerine meditasyondan, isterse de sevgi üzerine meditasyondan bahsediyor olalım, meditasyonumuz sırasında zihnimizde oluşan obje nedir?
  • İkincisi, zihnin o objeyi nasıl gördüğünü, onu nasıl kavradığını bilmemiz gerekir.

Bu iki husus hakkında tam olarak net değilsek, geliştirmek istediğimiz zihinsel durumu nasıl oluşturabiliriz?

Örneğin, şefkati ele alalım; şefkat neyi hedefliyor? Zihnimizde oluşan obje nedir? Şefkat üzerine meditasyon yaparken zihnimizde beliren obje, ıstırap çeken çeşitli sınırlı ve duyarlı varlıklardır. Zihnimiz onlara odaklanır ve onlarla ilgili belirli bir yönü, bir başka deyişle onların ıstıraplarının ve acılarının nedenlerini ayırt eder. Zihnimiz bu objeleri nasıl görüyor? Zihnimiz söz konusu varlıkların ıstıraplarından ve ıstırap sebeplerinden kurtulmalarını ve bunların bize geçmesini isteyen güçlü bir arzu bu objeleri görür. Bu şekilde, duyduğumuz veya okuduğumuz talimatlar üzerinde düşünerek, oluşturmak istediğimiz zihin durumunu çok net bir şekilde belirleyebilir ve anlayabiliriz.

Bodhichitta üzerine meditasyon yapmayı planlıyorsak, zihnimizin böyle bir meditasyonda ne yaptığını düşünmemiz ve çok net bir şekilde anlamamız gerekir. Çoğu insan bodhichitta'yı şefkatle karıştırır; ancak bodhichitta ve şefkat tam olarak aynı şey değildir. Bodhichitta, temelinde şefkat yatan bir zihin durumudur; ancak bodhichitta, başkalarının tüm ıstıraplardan ve ıstırap nedenlerinden özgür olmasını istemekten çok daha öteye gider. Bodhichitta, tüm sınırlı varlıkları aydınlanmaya ulaşmasını ve bunu yapma sorumluluğunu kendimizin üstlenmemizi arzulamayı içerir. Bu iyi dilek ve duygular, bodhichitta'nın temeline yatan ve ona büyümesi için kaynak sağlayan olumlu duygulardır. Her şeyden önce bu sevgi ve şefkat temeline sahip olmalıyız.

Minderlerimize oturup bodhichitta üzerine meditasyon yaparken aslında neye odaklanıyoruz? Henüz gerçekleşmeyen, ancak doğal Buda faktörlerimiz temelinde ve aynı zamanda aydınlanmaya ulaşmak için yapmamız gereken tüm sıkı çalışmalar temelinde gerçekleşebilecek olan kendi bireysel aydınlanmamıza odaklanıyoruz. Doğal Buda faktörlerimiz, zihinlerimizin saf doğası gibi, hepimizin sahip olduğu ve bir Buda olmamızı sağlayacak temel nitelikler ve özelliklerdir. Buda Sakyamuni'nin aydınlanmasına odaklanmıyoruz. Genel, soyutlandırılmış bir aydınlanmaya odaklanmıyoruz; daha ziyade kendi bireysel aydınlanmamıza, henüz gerçekleşmemiş olan aydınlanmamıza odaklanıyoruz.

Peki henüz gerçekleşmemiş aydınlanmamıza nasıl odaklanırız? Bu o kadar da kolay değil. Her şeyden önce, bunun ne anlama geldiğini, ne tür bir fenomen olduğunu anlamalıyız – henüz gerçekleşmemiş bir fenomen veya şeyden bahsediyoruz. Örneğin, şunu göz önünde bulundurmalıyız: Henüz olgunlaşmamış bir çekirdek, sadece tohumun içinde olup dışarı çıkmayı mı bekler? Yoksa bu yetişmemiş çekirdek tohum iken  henüz ortaya çıkmamış mıdır, yani yok mudur?

Açıktır ki, henüz gerçekleşmemiş aydınlanmamıza odaklanırken aslında neye odaklandığımızı gerçekten net bir şekilde anlamak için bir boşluk anlayışına ihtiyacımız var. Henüz gerçekleşmemiş olan aydınlanmamız, içinde olduğumuz bir yarışın bitiş çizgisi gibi, orada bir yerde oturup bizi beklemiyor. Ya da  zihnimizde veya Buda-doğamızda bir yerlerde oturup aniden ortaya çıkmayı da beklemiyor. Bu, o şekilde mevcut olan bir obje değil. Öte yandan, hiç var olmayan bir şeye; “yokluğa” da odaklanmıyoruz. Daha ziyade, henüz gerçekleşmemiş olan aydınlanmamızın, Buda-doğası faktörlerimiz temelinde zihinsel sürekliliğimize gerçekten entegre edilebilecek bir şey olduğunu anlamamız gerekiyor. Bir şeyin uygun bir temelde geçerli bir şekilde entegre edilebilir olmasının ne anlama geldiğini de bilmemiz gerekir.

Henüz gerçekleşmemiş olan aydınlanmaya odaklanmak için, aydınlanmanın zihinlerimizde beliren bir tür temsili üzerinden ona odaklanmamız gerekir. Örneğin, “aydınlanma” kelimesinin sesini hayal edebiliriz ya da önümüzde bir Buda olduğunu hayal edebiliriz. Tantra'da kendimizi bir Buda figürü şeklinde görselleştirebiliriz. Bu örneklerin her biriyle, zihnimizde beliren zihinsel sesi veya resmi, henüz gerçekleşmemiş aydınlanmamızın bir temsili olarak görmemiz gerekir.

Peki zihnimiz ortaya çıkan bu zihinsel objeye nasıl odaklanır? Zihnimizde beliren zihinsel obje tarafından temsil edilen henüz gerçekleşmemiş aydınlanmamıza iki ana niyetle odaklanırız. İlk niyet şudur: "Aydınlanmaya ulaşacağım." Aydınlanmaya ulaşma niyetine sahip olmak, düşünmemiz ve anlamamız gereken diğer birçok şeye bağlıdır. Aydınlanma noktasına varmak için ne yapmamız gerektiğini gerçekçi bir şekilde bilmemiz gerekir. Tutumumuz sadece gelişigüzel bir şekilde "Evet, bunu başaracağım" olmamalı. Bunu nasıl başaracağımızı bilmemiz ve ayrıca başarabileceğimize ikna olmamız gerekir. Aydınlanma durumuna ulaşmak için geçerli bir niyetimiz olmalı; aksi takdirde, ona ulaşmak sadece güzel bir rüyadan öteye gitmeyecektir. Ve elbette, aydınlanmanın ne olduğunu doğru bir şekilde anlamamız gerekiyor, ki bu da anlaşılması kolay bir mesele sayılmaz. Tüm bu anlayışları sürecin bu ikinci adımında: düşünme aşamasında kazanıyoruz.

Bu zihinsel temsile odaklanırken sahip olduğumuz ikinci niyet, bu aydınlanma ile başkalarına mümkün olduğunca fayda sağlayacağımızdır. Sonuçta, aydınlanma her şeye kadir bir tanrıya dönüşmek anlamına gelmez. Ve elbette herkese fayda sağlayabilmek, bodhichitta'nın bağlı olduğu temeli  oluşturmak, yani sevgi ve şefkati geliştirmek adına adımların önceden atılmış olmasına bağlıdır. Başkalarının aydınlanmaya ulaşması için sorumluluğu üstleniyoruz çünkü onların tüm ıstıraplardan kurtulmalarını ve mutluluğa tam anlamıyla sahip olmalarını diliyoruz.

Bu düşünme aşaması aslında oldukça uzun bir aşamadır ve çok fazla çalışma gerektirir. Ancak bu adımın sonunda, başarmaya çalıştığımız zihin durumunun ne olduğunu ve bu zihin durumuna nasıl inşa edileceğini tam olarak ve kesin bir şekilde anlıyor ve biliyoruz. Ayrıca, bu zihin durumunu yaratabileceğimize ve onu üretmenin son derece faydalı olacağına tam ve geçerli bir şekilde ikna olduk.

Bu düşünme süreci bir meditasyon gibi görünse de geleneksel tanıma göre meditasyon değildir. Terminolojiyi keskin bir şekilde kullanmayan Batılılar bu düşünme sürecini “meditasyon” olarak adlandırabilir, ancak bu doğru değildir. Düşünme ve meditasyon arasındaki farklar oldukça net.

Bu düşünme süreci çok değerli bir faaliyettir ve öğretiler hakkında düşünmek her zaman yapabileceğimiz bir şeydir. Düşünmek, günlük hayatımızda başka faaliyetlerle uğraşırken yapabileceğimiz çok yararlı bir şeydir. Örneğin, trafiğe yakalandığımızda, belirli bir zihin durumunun, örneğin sevginin, bu durumda nasıl geçerli olacağını düşünebiliriz. Durumla nasıl alakalı olabilir? Faydaları neler olabilir? ve benzeri şeyleri düşünebiliriz. Bunlar gün boyunca üzerine düşünebileceğimiz noktalar.

Meditasyon

Şimdi üç aşamalı sürecimizin üçüncü aşamasına geliyoruz: meditasyonun kendisine. Meditasyon, yiyeceği çiğnedikten sonra onu sindirmeye benzer. Meditasyonun amacı, belirli bir pozitif zihin durumunu bir alışkanlık haline getirmek – üzerine düşündüğümüz, anladığımız ve onu oluşturabileceğimize ikna olduğumuz zihin durumuna dönüşmektir.

Meditasyon, esasında iki aşamalı bir süreçtir. İlk adımı, benim "ayırt edici meditasyon" olarak tercüme ettiğim şeydir. Bir terim olarak genellikle "analitik meditasyon" olarak çevrilir, ancak "analitik" olarak adlandırılması onun düşünme adımı ile karıştırılmasını kolaylaştırıyor. Bana kalırsa "ayırt etme" kelimesinin bu terimin daha doğru bir çevirisi olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda “ayırt etmek”, bir şeyi çok dikkatli bir şekilde incelemek ve onu belli bir şekilde anlamak anlamına geliyor. Meditasyonun ikinci yönü, spesifik bir zihin durumuna sabitlendiğimiz ve ona odaklandığımız sabitleyici meditasyonudur. Bu ikinci aşamaya "stabilize edici meditasyon" da diyebiliriz.

İlk adımı, yani ayırt edici meditasyonu nasıl gerçekleştiririz? Düşünme sürecinde bir mantık yürütme sürecinden veya belirli bir zihin durumuna ulaşmak için aşamalardan ve adımlardan geçtik. Bunu, geliştirmek istediğimiz zihinsel durumun ne olduğunu ve aynı zamanda onu nasıl geliştirebileceğimizi anlamak amacıyla yaptık. Şimdi ise, ayırt edici meditasyonla birlikte, bir kez daha mantık yürütme çizgisinden veya belirli bir zihin durumu oluşturma adımlarından geçiyoruz. Ancak bu kez o zihin halini gerçekten oluşturmak ve onu içimizde taze bir şekilde var olmasını sağlamak için bu süreçten geçiyoruz. Örneğin, herkes için şefkat geliştirmek için şöyle bir mantık çizgisi izleyebiliriz: "Zamanında herkes benim annemdi, herkes bana nazik davrandı..." ve saire, böylece amaçladığımız zihin durumuna ulaşmak için üzerinde düşünür ve onu hissederiz.

Bu adım adım ilerleyen süreçte istediğimiz zihin durumuna kendimizi alıştırdıktan sonra, odak objesini aktif olarak ayırt eder veya anlarız. Örneğin şefkat üzerine meditasyon yapıyorsak, tüm sınırlı varlıklara ve özellikle onlar hakkında ayırt ettiğimiz şu detaya – onların sorunlarına ve ıstıraplarına –odaklanırız. Onların ıstırap çektiğini anlıyoruz, bu ıstıraptan kurtulmalarını diliyoruz ve bu yolda onlara yardım etmeye niyetleniyoruz. Aslında zihnimizde duyarlı varlıklar görüyoruz, zihnimizde onlara bu şekilde bakıyoruz; ya da bu durum insanları gerçek anlamda gördüğümüz gerçek hayatta da aynı şekilde olabilir. Şefkat  duygusu başkalarına ve onların ıstıraplarına odaklanır ve canlı varlıkların bu sorunlardan kurtulması dileğidir.

Aktif bir süreçte bir süre boyunca bu ayırt etmeye odaklanıyoruz. Sonuç olarak, stabilize edici meditasyon temelde bu konuya veya zihinsel duruma tam şekilde konsantre olarak, ayırt ettiğimiz şeyin tamamen sinmesi için ona zaman vermektir. Ayırt edici meditasyon aşamasında güçlü bir konsantrasyona ihtiyacımız olduğunu söylemeye bile gerek yok; ama bu stabilize etme aşamasında, geliştirdiğimiz hissin kalbimize derinlemesine nüfuz etmesine izin veriyoruz: şefkat duygusunu çok güçlü bir şekilde hissediyoruz.

Bu iki aşamayı: ayırt etme ve sabitlemeyi, ileri geri değiştirir ve sonunda bunları birleştiririz. Meditasyonun ayırt etme ve sabitleme aşamalarını birleştirmek çok zordur. Bunları birleştirdiğimiz aşamaların açıklanması çok karmaşık bir mesele. Ayrıntılara girmek isterseniz, web sitemden konuyla ilgili detaylı bilgi edinebilirsiniz.

Ayrıca, ileri seviyelere geldiğimiz zaman, "zahmetli meditasyon" denen şeyi yapmamıza gerek kalmaz. Zahmetli meditasyon, ayırt edici meditasyon sürecinin aşamalardan geçmeyi ve bir zihin durumu oluşturmayı içerdiği bir meditasyondur. İleri düzeyde, zahmetsiz ayırt edici meditasyon yapabiliriz. İstediğimiz zihin durumunu adımlardan geçmeye veya mantık yürütmeye gerek kalmadan anında oluşturabiliriz. Bununla birlikte, ayırt edici meditasyonumuz zahmetli meditasyon olduğu zamanlarda yaptığımız gibi, odak objemizi ayırt etmek için bu zihin durumunu kullanıyoruz.

Meditasyon Türleri

İki tür meditasyon hakkında sıklıkla duyuyoruz. Bunların Sanskritçe karşılığı "shamatha" ve "vipashyana"; Tibetçe karşılığı ise "shinay" ve "lhagtong" kelimeleridir. Bu iki terim meditasyon süreciyle başarmayı hedeflediğimiz iki zihin durumunu ifade eder. Shamatha hareketsiz ve yerleşik bir zihin durumudur. Şöyle ki, bu meditasyon ile, zihinsel donukluğun tüm seviyelerini ve zihnin uçuculuğunu veya zihinsel ajitasyonu (başka bir çekici nesneye yönelmesini) yatıştırıyoruz. Shamatha, odak noktasının bir nesneye sıkıca bağlanması anlamında da yerleşik bir meditasyondur. Burada ana vurgu stabilize edici meditasyon üzerinedir.

Bu hareketsiz ve yerleşik zihin durumunu nefes alıp vermeye, görselleştirilmiş bir Buda'ya vb. birçok farklı şeye odaklanarak geliştirebiliriz. Bu olasılıklar listesi istediğiniz kadar uzatılabilir.

Shamatha meditasyonunda bile, talimatları dinlememiz ve ardından meditasyonun aşamaları hakkında düşünmemiz gerekir. Örneğin, bir Buda'yı görselleştiriyorsak, görselleştirmenin adım adım nasıl oluşturulacağına dair talimatlar dinlememiz gerekir. Dinledikten sonra birinci, ikinci ve sonraki adımlarda neleri yapacağımızı düşünüyoruz.

"Vipashyana", son derece algısal bir zihin durumunu ifade eder. Olayları çok istisnai bir şekilde algılayabilen bir zihin durumudur. Vipashyana meditasyonu ayırt edici meditasyona vurgu yapar. Bir vipashyana durumuna ulaşmaktan bahsettiğimizde, bu, süreksizliği veya boşluğu ayırt eden istisnai olarak algılanan bir zihin durumu olarak elde edilebilir, ancak bu sadece bu ikisinden biri değildir. Tantranın en yüksek sınıfı olan anuttarayoga tantrasında, bu olağanüstü algısal zihin durumunu, vipashyana'yı geliştirmek için sunulan yöntem, burnun ucundaki küçük bir nokta veya damlayı görselleştirmektir. Bu tek noktanın görselleştirilmesini sürdürürken, sonraki sırada iki nokta, ardından dört, sekiz, on altı, otuz iki ve saire şeklinde tüm sıraları mükemmel bir şekilde düzenli tutmalı ve ardından görselleştirmeyi aşamalar halinde çözmelisiniz. Bu tür bir görselleştirme yaparak, son derece keskin ve algısal bir zihin durumu geliştirebilirsiniz. Bu zihin durumunu gerçekten çok yüksek bir seviyeye çıkarmak istiyorsanız, pratiğini yaptığınız tanrısal sistemin tüm mandalasını her damlada tüm tanrılar ve tüm detaylarıyla birlikte görselleştirdiğiniz başka pratikler de mevcuttur. Bunu başarırsanız, gerçekten son derece algısal bir zihin durumunuz olur!

Bu iki tür meditasyon, shamatha ve vipashyana, tüm Budist geleneklerinde ve ayrıca birçok Budist olmayan Hint sisteminde de mevcuttur. Theravada Budist geleneklerinde, bunlar Pali terimleri olan "samatha" ve "vipassana" kelimeleriyle adlandırılır. Bu ikisini aynı şekilde Zen'de de görebiliriz. Örneğin, Zen'in Kore versiyonu olan Son Budizm'inde bir koan vardır: "Bu nedir?". "Bu nedir?" sorusuna odaklandığımızda mesele sorunun bir cevabının olması değil, örneğin: “Bu bir masa; bu cam” vb. Aksine, zihnimizi "her şeyden şüphelenen" bir yapıya bürünecek şekilde geliştiririz – her zaman "Bu nedir?" sorusuyla işin gerçekliğini sorgularız. Bunu yaptığımızda zihin durumumuz son derece algısal hale gelir.

Tibetli öğretmenlerin çoğunun Zen geleneğini incelemediğini gösteren ilginç bir hikaye var; bu geleneğe aşina değiller. Bir Zen öğretmeni ile Kalu Rinpoşe arasında meşhur bir görüş düzenlenmişti. Zen öğretmeni bir portakalı kaldırıp Kalu Rinpoşe'ye "Bu nedir?" diye sorar. Kalu Rinpoşe şaşkın bir şekilde çevirmenine bakar ve "Mesele nedir, geldiği ülkede portakal yok mu?" diye sorar.

Shamatha ve vipashyana'ya sahip olduğumuzu söyledik. Shamatha, sadece farklı dikkat türleri ve saire kullanılarak dokuz aşamada geliştirilen mükemmel bir konsantrasyon olarak algılanmamalıdır. Şöyle ki, mükemmel konsantrasyona ek olarak shamatha, "canlandırıcı bir zihin durumu" olarak da bilinir. "Zindelik duygusu" aslında teknik bir terimdir. Mükemmel konsantrasyona ek olarak, canlandırıcı bir fiziksel ve zihinsel durumu ifade eden bir zindelik duygusu vardır. "Zindelik duygusu" mükemmel bir şekilde eğitilmiş bir sporcunun durumuyla benzerdir.

Öğretmenim Tsenshap Serkong Rinpoşe, shamatha'nın ruh haline sahip olmanın bir jumbo jete sahip olmak gibi olduğunu söyler: eğer onu yere koyarsanız, orada kalacaktır ama eğer onu havalandırabilirseniz uçmasını bilecektir. Burada herhangi bir süre boyunca herhangi bir şeye konsantre olabileceğiniz düşüncesi hakim. Vücut hiç yorulmayacak; zihin hiç yorulmayacak; tamamen zinde ve canlı hissedeceksiniz. Shamatha oldukça canlandırıcı, ferahlatıcı sevinçli bir zihin durumudur. Ama caddede coşkuyla koşarak şarkı söyleyip bir filmdeki gibi dans etmek kadar eğlenceli bir durum değil. Shamatha ile zihin, son derece iyi eğitimli bir atlette olduğu gibi tamamen bilenmiştir.

Vipashyana zihinsel durumunun, shamatha durumuna ek olan ilave bir zihinsel durum olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Shamatha'nın mükemmel konsantrasyonuna ve zindeliğine ek olarak vipashyana, bunun üzerine ikinci bir zindelik katmanı ekler. Bu, zihnin herhangi bir şeyi anlamaya ve ayırt etmeye hazır olması, bu görev için zinde olması hissidir.

Genellikle "göz gezdirme meditasyonu" olarak adlandırılan başka bir meditasyon türü de var. Belirli bir meditasyon pratiği üzerinde çalışırken, ara sıra Budist yolunun tamamını gözden geçirmemiz gerekir. Bunu yapmamızdaki amaç, meditasyon konumuzun büyük resmin tamamına uyduğunu kendimize hatırlatmaktır, böylece bir konunun üzerinde fazla durup diğerini atlamaz veya ihmal etmeyiz. Göz gezdirme meditasyonu, tüm yolu gözden geçirmek anlamına gelir; bir tür gözden geçirme, inceleme eylemidir.

Uzun yıllar önce, Kutsal Dalai Lama'nın kişisel doktoru Dr. Tenzin Choedrak ile Moskova'ya gelmiştik. Çernobil radyasyon kurbanlarına yardım etmek için Tibet tıbbından yararlanma projesi üzerinde çalışıyorduk. Oradayken çok iyi otellerde konakladık ve Sağlık Bakanlığı yetkilileri tarafından resmi olarak refakat edildik. Sıklıkla ünlü yedi servisli rus ziyafetine götürülürdük. Dr. Tenzin Choedrak Tibet'i terk edip Hindistan'a gelmeden önce yirmi yılını bir Çin toplama kampında geçirmişti. Yedi servisli ziyafetin ilk yemeği sunulduğu zaman onu önceden ne kadar uyarsak da, daha ilk yemekten mümkün olduğunca çok yemeye çalışırdı. Sanki önümüzdeki hafta boyunca yiyecek başka hiçbir şey bulamayacakmış gibi. Daha birinci servisten o kadar tok olurdu ki, diğer altı yemekten hiçbirini yiyemezdi. Bu, göz gezdirme meditasyonu yaparak kaçınmak istediğimiz durum için iyi bir analoji olabilir. Yedi servisin tüm menüsünü gözden geçirmek ve akılda tutmak istiyoruz, böylece bir konu üzerinde "fazla yemek yemeyecek" ve çok fazla meditasyon yapmayacağız. Bu, ilk yemekte tamamen doymak ve ziyafetin geri kalanını kaçırmak gibi olur.

Şimdi, belirli bir zihin durumuna ulaştığımız meditasyon türünü anlatıyordum, ancak Budizm'de kullanılan tek meditasyon türü bu değil. Belirli meditasyon pratiklerinde, örneğin, zihnin doğası üzerine Kagyu meditasyonlarının bazılarında veya bazı Zen pratiklerinde farklı bir yaklaşım görüyoruz. Burada bir zihin durumu oluşturmak yerine, zihnimizde sevgi veya zihin açıklığı gibi bazı doğuştan gelen niteliklerin olduğunu keşfetmek ve bunlara erişim sağlamak için bir zihin durumunu sakinleştiriyoruz. Ancak bu tür bir meditasyon yaptığımızda bile, önce talimatları dinlemeli ve sonra onları tam anlayana kadar üzerinde düşünmeliyiz. Ayrıca sakinleştirdiğimiz zihin durumunun temelini, neyi başarmak istediğimizi, birinci, ikinci ve sonraki aşamalarda neleri yapmamız gerektiğini de bilmemiz gerekir. Hem "sakinleştirme" hem de "oluşturma" tipli meditasyonlar aynı yapıya yapıya sahiptir.

Meditasyon İçin En Uygun Ortam

Meditasyon oturumunun nasıl kurulacağına, meditasyon alanının nasıl ayarlanacağına, yerin süpürülerek odanın nasıl temiz hale getirileceğine ve secde etme, adak sunma ve benzeri konulara dair kapsamlı talimatlar mevcut – ve bunların hepsi meditasyona elverişli bir ortam oluşturmak için önemli unsurlardır. Meditasyon için elverişli koşullara ve uygun bir ortama, özellikle uygun bir oturma yerine ve sessiz, temiz bir ortama sahip olmak önemli olsa da; etrafımızda tüm bunların eksiksiz bir şekilde var olması esas şart değildir. Tüm uygun altın armatürlerini, tütsüleri, arka planda Yeni Jenerasyon müziğini ve bunlara benzer diğer şeyleri sağlamak için çok fazla para harcamamıza gerek yok. Milarepa kesinlikle bunların hepsine sahip değildi ama meditasyon pratiğinde çok başarılıydı! Meditasyon alanımızı olabildiğince uygun hale getirmeye çalıştığımız doğru, ancak aşırıya kaçmaya ve sadece şov yapmak için işleri çığırından çıkarmaya gerek yok.

Ayrıca, her yerde meditasyon yapabilmeliyiz. Uzun bir tren yolculuğuna çıkarsak, "trende meditasyon yapamam çünkü su kaplarım yok, tütsü yakamıyorum, secde edemem" gibi mazeretler uyduramayız. Biraz yetkin hale geldiğimiz zaman aklınıza gelecek her yerde meditasyon yapabiliriz – trende, herhangi bir yerde, kuyrukta beklerken ve saire. Hatta günlük yaşamlarımızda bile, formal meditasyon seansları arasında başkalarına sevgi ve şefkatle davranmayı hatırlamaya çalışabiliriz – bunun kendisi de bir meditasyon, öyle değil mi?

Unutmayın, meditasyonun amacı öğretileri kendimize entegre etmektir – onları günlük yaşamda uygulayabilmemiz için birer parçamız haline getirmektir. Meditasyon günlük hayatımızdan tamamen ayrı hale geldiğinde, bu sadece bir hobiye dönüşür. Özellikle de meditasyonumuz egzotik tantrik görselleştirmeler içerdiğinde – bu zaman meditasyonumuz kolayca Disneyland'e, yada günlük hayatımızla hiçbir ilgisi olmayan başka bir fantezi dünyasına yapılan bir seyahat haline gelebilir. Eğer bu yoldan gidersek, zihinsel olarak dengesiz duruma geliriz ve yaptığımız meditasyonun günlük yaşamlarımız üzerinde çok az etkisi olur. Hep aklınızda bulunsun: meditasyonun amacı öğretileri gerçek hayata uygulamaktır.

Ve nerede olursak olalım, meditasyon yaptığımızda öncelikle motivasyonumuzu belirlememiz, teyit etmemiz ve konsantre olarak meditasyon yapma niyetine sahip olmamız gerekir. Zihnimiz dolaşırsa, onu toparlamamız gerekir. Uykumuz gelirse kendimizi uyandırmalıyız. Ve sonunda, pozitif gücün adanmışlığına sahib olmalıyız. Yani meditasyon yaparak ürettiğimiz pozitif enerjiyi bir şeye adamazsak, meditasyon çabalarımız sadece samsarik durumlarımızı iyileştirecektir. Bu pozitif enerjiyi aydınlanmaya, herkesin yararına olacak bir şekilde adamak istiyoruz.

Bireysel vs Grup Meditasyonu

Bazı insanlar bireysel biçimde meditasyon yapar. Aslında Tibetliler çoğunlukla bireysel meditasyon yapıyorlar; onları manastırlarda rahip ve rahibelerle toplu şekilde dua ve ritüel metinleri okurken pek fazla görmeyiz. Ancak Batı'da grup meditasyonu geleneği daha gelişmiş düzeyde. Çoğu insan için grup meditasyonunun en büyük artısı getirdiği disiplindir. Yalnız olduğumuz zamanlar oturup meditasyon yapacak disipline sahip olamıyoruz. Seanslarımızı bitirme zamanından çok daha önce kalkıp gidiyoruz; oysa çevremizde başka insanlar olursa, daha disiplinli oluyoruz. Yerimizde kalmak bizim için daha kolay oluyor çünkü başkalarının önünde meditasyonu yarıda kesmekten utanıyoruz.

Bazı insanlar grup meditasyonunun çok kötü ve gereksiz bir şey olduğunu ve gruptaki diğer insanların onların dikkatlerini dağıttığını savunur. Özellikle de birisi öksürdüğünde veya zamanından önce kalktığında bunun meditasyon için berbat bir şey olduğunu söylerler ve bu yüzden tek başına meditasyon tercih ederler. Özellikle de grup birlikte yüksek sesle bir şeyler okuyorsa ve bazı insanlar aynısını daha yavaş sesle yapmayı tercih ediyorsa, o zaman inanılmaz derecede sıkılır ve sinirlenirler. Ya da tam tersi, eğer çok hızlı okuyorlarsa yine onlar için uygun olmaz.

Bireysel veya grup meditasyonu – hangisinin bizim için daha iyi olduğunu kendimiz belirlemeliyiz. Bununla birlikte, küçük grup meditasyonlarına katılırken, yani bir veya iki kişiyle meditasyon yaparken ilginç bir şey fark ettim. Yanınızdaki kişilerle çok yakın bir bağınız ve ilişkiniz olduğunda meditasyon çok başarılı olabiliyor, onlarla iyi bir uyum yakalayabiliyorsunuz. Sanki enerjileriniz birbirini güçlendiriyor. Onlarla meditasyon yapmak size çok daha fazla enerji ve çok daha fazla netlik veriyor. Ancak küçük bir grupta meditasyon yapan bireylerin enerjileri birbirleriyle çakıştığında, tam tersi bir etki ortaya çıkıyor: Bu onlara rahatsızlık getiriyor ve zihinlerini daha sönük hale getiriyor. Bu nedenle, eğer başkalarıyla meditasyon yapacaksanız, kiminle meditasyon yaptığınızı kontrol etmeniz gerekir.

Azmin Önemi

Burada vereceğim son tavsiye en önemli tavsiyelerden biridir: samsara doğası gereği inişli çıkışlı bir şeydir. Dolayısıyla meditasyonumuz da doğal olarak inişler ve çıkışlar yaşayacak. Asla her gün daha iyiye giden lineer bir süreç olmayacak. Bazı günler meditasyonumuz iyi gidecek, bazı günler pek iyi gitmeyecek. Bazı günler meditasyon yapmak isteyeceğiz, bazı günler ise hiç istemeyeceğiz. Bu tamamen normal ve doğal bir şey – samsara'nın doğası böyle. Mesele şu ki, her ne hissederseniz hissedin, azimli olmalı ve yola devam etmelisiniz. "Meditasyon yapmak istemiyorum" gibi bir düşünceniz varsa ne olmuş yani? Size yine de yapın. Sürekliliği koruyun; sadece iki veya üç dakika yapsanız bile her gün meditasyon yapın. Bu süreklilik bize yolda istikrar getirmesi açısından çok önemli bir husus.

Ayrıca, meditasyon seanslarını çok uzun tutmayın, özellikle de başlangıçta. Üç ila beş dakika yeterli olacaktır. Aksi takdirde, "bitene kadar bekleyemem" diye düşünür ve bir sonraki meditasyonunuzu atlamak istersiniz. Hala devam etmek istediğiniz bir anda meditasyonu bitirirseniz, sonra tekrar geri dönmek sizi çok mutlu edecek. Birisiyle birlikteyseniz ve o kişiyle hala daha fazla zaman geçirmek istediğinizi bile bile ayrılırsanız, o zaman onu çok yakında tekrar görmek isteyeceksiniz. Ama gerçekten sıkılmaya başlayacağınız ve gitmesini dileyeceğiniz bir noktaya kadar sizinle birlikte kalırsa, onu tekrar görmek sizi o kadar da mutlu etmeyecek. 

Son olarak, meditasyon yaptığınız süreyi kademeli olarak artırmanız gerek. Esnek olun – esnek olmak çok önemli. Dediğim gibi: meditasyon yapmayı tek bir gün bile atlamayın. Her gün meditasyon yaparsanız istikrar, güvenilirlik ve özgüven kazanırsınız. Ancak esnek olmayı da unutmayın: bazen yapmak istediğiniz meditasyonu tam olarak yapabilirsiniz; bazen de vaktiniz olmadığından kısaltılmış bir versiyonla yetinebilirsiniz. Ama en azından her gün bir şeyler yapmayı ihmal etmeyin. Fanatik olmaya da gerek yok; kendinizi çok fazla zorlamayın. En sevdiğim Zen koanı şöyledir: “Ölüm her an gelebilir. Rahat olun!"

Top