Abbâsîlerin Yükselişi ve Tang Hanedanlığı’nın Düşüşü

Bölgesel Bağlam

Abbâsî halifeliğinin erken dönemindeki tarihsel gelişmeleri tartışmaya geçmeden önce, Orta Asya’da bu dönemin başlangıcından hemen önceki siyasi durumu kısaca gözden geçirelim. Bu dönemde Emevîler Soğd ve Baktriya’da hüküm sürerken, kuzey ve batıdaki bölgeyi, Suyab, Kaşgar ve Kuça’yı işgal etmiş olan Tang ordusu istila tehdidi oluşturmaktaydı. Tang kuvvetleri ayrıca Turfan ve Beşbalık’ın da kontrolünü elinde bulunduruyordu. Beyaz Elbise Giyen Oğuz Türkleri, Moğolistan’dan Soğd’un kuzeydoğudaki ücra bir köşesine henüz göç etmiş bulunuyorlardı. Çungarya ile kuzey Batı Türkistan’ın geri kalanı Karlukların elindeydi ve Moğolistan’da da Uygurlar hüküm sürüyordu.

Tang Hanedanlığı ve Uygurlar müttefikti. Tibetliler zayıf bir konumda bulunuyorlarsa da, Hotan kralının Tang sarayını desteklemesine rağmen, güney Tarım devletlerinde belli bir varlık sürdürmeye devam ediyorlardı. Eski Tibet müttefiki olan Türgişler neredeyse ortadan kaldırılmıştı. Tibetlilerin artık yegane müttefikleri, evlilik yoluyla Hotan’la sözde ittifak kurmuş olan Gandhara’daki Türki Şahlardı.

On Beşinci Haritayı: Orta Asya, Abbâsî Dönemi Arifesi
On Beşinci Haritayı: Orta Asya, Abbâsî Dönemi Arifesi

Abbâsî Halifeliğinin Kuruluşu

Başlıca iki İslami mezhep olan Sünniler ve Şiiler on birinci yüzyıla kadar iki farklı mezhep olarak resmiyet kazanmamış olmakla beraber, şimdilik tartışmamızda kolaylık sağlaması açısından bu önceki formlarından bu terimlerle söz edeceğiz. Emevîlerin benimsediği Mürcie hareketi, Sünniliğin selefiydi. Bu hareket Peygamberin kayınbiraderi ve ilk Emevî halifesi olan Muaviye’nin verasetini devam ettiriyordu. Şiilik ise halifeliğin Peygamberin kuzeni ve damadı olan Ali’nin soyundan sürmesi gerektiğini iddia eden muhalif fraksiyondan ortaya çıkmıştır. Arapların büyük çoğunluğu Emevîleri ve dolayısıyla Sünni İslam’ı desteklerken, Arap olmayan çoğu Müslüman ise Şiî mezhebini benimsiyordu.

Emevî halifeleri Arap Yarımadası’ndan gelen Araplardı. Arapları her anlamda diğer Müslümanlardan daha ayrıcalıklı tutuyorlardı. Söz gelimi, Arap olmayan Müslüman birliklerini savaşta kazanılan zaferden elde edilen ganimeti paylaşmaktan men ediyorlardı. Arabistanlı Hristiyanlar veya Museviler gibi Müslüman olmayan Araplara ise Arap olmayan Müslümanlardan kesin surette daha çok güveniyorlardı. Hatta bazıları halifelikteki Arap olmayan bölgelere vali olarak atanıyordu. Bu tarafgir politika bilhassa kendilerini Araplardan kültürel olarak üstün gören İranlı Müslümanlar arasında müthiş bir hoşnutsuzluğa yol açıyordu.

Ebu Müslim, Belh’ten gelen, Şiî İslam’ı benimsemiş bir Baktriyalıydı. Peygamberin amcası olan Abbas’ın Arap torunlarından Ebü’l Abbas’la, ikisi birden Baktriya’da (Horasan) Emevî karşıtı faaliyetlerde bulunmaktan hapis yatarken onun yandaşı oldu. İran ve Orta Asya’daki hoşnutsuzluğu ve yabancılaşmayı kullanan Ebu Müslim daha sonra 750 yılında önayak olduğu bir başkaldırıyla Emevîleri alaşağı etti. Emevî başkenti Şam’ı ele geçirdikten sonra, Seffah olarak da bilinen Ebü’l Abbas’ı (halifelik dönemi 750 – 754) Abbâsî soyunun ilk halifesi ilan etti. Seffah da karşılık olarak Ebu Müslim’i Baktriya valisi yaptı. Abbâsî Halifeliği 1258’e kadar sürdü ama Baktriya ve Soğd’a ancak dokuzuncu yüzyılın ortasına kadar egemen oldular.

Abbâsî halifeleri bir İran kültürel bölgesinin Arapları oldukları için, İranlı ve Orta Asyalı Müslümanlar başlangıçta Abbâsîlerin yönetimi ele geçirmesine destek çıktılar. Abbâsîlerin Emevîlerle aynı ırksal önyargılara sahip olamayacak kadar Arabistan’dan uzak olduğunu düşünerek, yeni hanedanlığın onlara artık ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapmayacağını umuyorlardı.

Tang Hanedanlığı’nın Yenilgiye Uğraması ve An Luşan İsyanı

751 yılında Ebü’l Abbas, Karluklarla güçlerini birleştirerek ikisini de tehdit eden Tang kuvvetlerine karşı saldırıya geçti. Birlikte günümüz güney Kazakistan’ındaki Talas Nehri’nde Tang ordusunu yenilgiye uğratarak, Batı Türkistan’daki Han Çinli varlığına kesin olarak son verdiler. Böylece olayların yönü değişerek, Doğu Türkistan’da da Han Çinlilerin işgali ve hakimiyeti azalarak son buldu.

Tangların bozguna uğraması ile İmparator Xuanzong’un görünüşe göre sonuçsuz kalan Orta Asya seferlerinin ağır maliyeti nihayetinde Çin halkının daha fazla kaldıramayacağı bir noktaya gelmişti. 755’te Tang hizmetindeki Soğdlu bir asker ile Doğu Göktürkü bir annenin oğlu olan An Luşan, Tang başkenti Çangan’da bir halk ayaklanması başlattı. İmparator geride yalnızca az miktarda asker bırakarak Kaşgar, Kuça, Beşbalık ve Turfan’dan pek çok askerini geriye çağırmasına ve Hotan kralından askerî destek almasına rağmen, isyanı bastıramadı. Utanç içerisinde Siçuan dağlarına kaçmak zorunda kaldı. Tang kuvvetleri nihayetinde ancak Moğolistan’daki Uygurların yardımıyla kurtulabildi.

Uygurlar Çangan ve Loyang’da isyancılarla savaşırken, her iki şehri de içlerindeki pek çok Budist tapınağı ve manastırıyla birlikte talan edip adeta yerle bir ettiler. Fakat yine de, buradaki Soğdlu tüccar topluluklarıyla meydana gelen temaslar neticesinde, Uygur imparatoru Bögü Kağan bu tüccarların çoğunun dini olan Mani dinini benimsedi. Daha sonra 762 yılında Mani dinini Uygur milletinin resmî dini ilan etti. An Luşan yarı Soğdlu olmakla beraber, görünüşe göre isyancıların çoğu Han Çinlisiydi ve dolayısıyla Han Çinlisi olmayan topluluğa mensup değillerdi. Aksi takdirde Bögü Kağan Soğdlulara karşı da savaşır ve dinlerini benimsemezdi.

Uygurlar birkaç yüzyıl boyunca resmî dinlerini değiştirerek, Şamanizm’den Budizm’e, sonra Maniheizm’e ve daha sonra tekrar Budizm’e geçerek, nihayetinde İslam’ı benimsediler. Onlardan önce Doğu Göktürkleri Şamanizm’i bırakıp Buzim’i benimsemiş, daha sonra tekrar Şamanizm’e dönmüşlerdi. Şimdi bu iki Türk halkının bu şekilde din değiştirmelerinin olası bazı nedenlerine yakından bakalım. Bu bizim çoğu Türk boyunun Budizm’i veya Şamanizm’i bırakarak İslam’ı benimsemelerinin ardında yatan mekanizmayı daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.

Top